Allah, bizleri neden yemek yemeğe mecbur kılmış, yemek yemeden neden yaşayamıyoruz?

Tarih: 28.10.2018 - 20:04 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şeytan vesvesesinde diyor ki, Allah önce insanı yemek yemeye muhtaç yaratmış sonrasında ise Rezzak isminin sıfatıyla rızık vermiş. Ve rızık verdiği için şükretmenizi istemiş.
- Oysa baştan yemeğe muhtaç yaratmasa, hem bu sebeple yediklerini çıkartma ihtiyacı da olmaz, Bir vakit abdest alsa ölene kadar abdesti bozulmaz. Ancak yemek yemeğe mecbur olunca haliyle çıkartmaya da mecbur olunuyor ve sürekli abdest bozuluyor.
Not: Elbette ki Allah, Hakim ismini tecelli ettirmiş burada mutlaka bir hikmet yaratmıştır. Fakat o hikmet nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuyu iki basamakta değerlendireceğiz:

Birinci basamakta kâinatı yaratmakla, Allah’ın kendini tanıtmak istediği gerçeğini, ikinci basamakta ise, soruda yer alan hususu, ispat etmeye çalışacağız.

Birinci Basamak:

Allah bütün varlıkları, kendi isim ve sıfatlarının tecellilerine ayna olsun, onu tanıtsın diye yaratmıştır.

“Cinleri  ve insanları sırf beni tanısınlar, kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56)

mealindeki ayette, özellikle imtihana tabi tutulmuş iki topluluk olan cinler ve insanların da en büyük vazifeleri Allah’ın isim ve sıfatlarını tanımak ve ona kulluk etmek olduğu bildirilmiştir.

Allah’ın kainatı ve insanı yaratmadaki asıl maksadı, kendini her yönden onlara tanıtmak ve kendini onlara sevdirmek ve kulluk yaptırmak olduğu hakikatini Bediüzzaman Hazretlerinden dinleyebiliriz:

“Madem bu sanatlı ve hikmetli masnuatıyla kendi hünerlerini ve sanatkârlığının kemalatını teşhir etmek ve bu süslü ve zinetli nihayetsiz mahlukatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd ettirmek ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe ile hatta ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nevini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbanî itamlar ve ziyafetlerle, kendi rububiyetine karşı minnetdarane, müteşekkirane ve perestişkârane ibadet ettirmek ve mevsimlerin tebdili ve gece ve gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi, azametli ve haşmetli tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve Hallakıyet ile kendi uluhiyetini izhar ederek, o uluhiyete karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye ve fenalığı ve fenaları izale ve semavî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var.” (bk. Mektubat, s. 219-220)

“Nihayet kemalde bir cemal ve nihayet cemalde bir kemal, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi; en esaslı bir kaidedir. İşte bu esaslı düstur-u umumîye binaendir ki; bu kitab-ı kebir-i kâinatın Nakkaş-ı Ezelî'si, bu kâinatla ve bu kâinatın her bir sahifesiyle ve her bir satırıyla, hatta harfleri ve noktalarıyla kendini tanıttırmak ve kemalâtını bildirmek ve cemalini göstermek ve kendisini sevdirmek için en cüz'îden en küllîye kadar herbir mevcudun müteaddid lisanlarıyla cemal-i kemalini ve kemal-i cemalini tanıttırıyor ve sevdiriyor."

"İşte ey gafil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm-i Zülcelali Velcemal, sana karşı kendisini herbir mahlukuyla böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak ve sevdirmek istediği halde, sen onun tanıttırmasına karşı imanla tanımazsan ve onun sevdirmesine mukabil ubudiyetinle kendini ona sevdirmezsen ne derece hadsiz muzaaf bir cehalet, bir hasaret olduğunu bil, ayıl!” (bk. Lem'alar, s. 312)

İşte “Birinci basamak”taki bu açıklamalarla “Allah’ın kâinatı ve insanı yaratmasındaki asıl maksadı, kendini onlara tanıtmak, sevdirmek, kulluk yaptırmak, teşekkür etmeye sevk etmek, tesbih, takdis ve tenzih etmeye yönlendirmek olduğu” Güneş gibi ortaya çıkmış oldu.

İkinci Basamak:

Burada, “Allah insanları neden yemeye, içmeye muhtaç yaratmıştır?” şeklindeki soruya cevap arayacağız:

Birinci basamakta ispat edildiği üzere, Allah kendini / güzel isim ve sıfatlarını tanıtmak için bu kâinatı ve insanı yaratmıştır. O halde her şeyde, Allah’ı tanıtacak ve onun istediği şekilde isim ve sıfatlarının tecellilerini gösterecek unsurların bulunması şarttır. Kâinat harika sanat estetiğiyle, takip ettiği gayeler itibariyle ve Allah’ın sonsuz ilmine, hikmetine, kudretine delalet eden nice yönleriyle bu görevini hakkıyla yapmaktadır.  

O halde, insanın da varlığı, yapısı, bünyesi, fıtratı, bu görevi yerine getirecek tarzda dizayn edilmesi, bu görevi hakkıyla yerine getirebilmesi için şarttır.

İşte her şeye muhtaç bir şekilde yaratılan insan -bu haliyle- hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah’ın samedaniyetine aynalık görevini yapmaktadır.

- İnsan hastalıkla Allah’ın Şafi ismini öğrendiği gibi, açlığıyla da Allah’ın Rahman, Rezzak isimlerini öğrenmiştir. Rızıkta, Allah’ın sonsuz rahmeti, keremi (cömertliği), ihsanı görüldüğü gibi, nihayetsiz ilmi, kudreti, hikmeti ve daha nice sıfatlarının tecellileri tezahür etmiştir.

- Eğer insanlar günah işlemeseydi Allah’ın affedici; hasta olmasaydı şifa verici; canlı olmasaydı, hayat verici; ölmeseydi diriltici; ahirete intikal etmeseydi adaletle hükmedici olduğu bilinemezdi.

- Unutulmamalıdır ki, Allah’ın birliği, vahdaniyeti, tanınması gereken sıfatların en başında gelir.

Mevcut bütün nimetlerin, iyiliklerin, ihsanların, lütufların yegâne sahibi Allah olduğunu görebilmek, ancak başta insan olarak bütün varlıkların, sebeplerin aciz olduğunun görülmesi ile mümkündür.

Bu sebepledir ki, kâinatın hiçbir varlığında / organlarında bağımsız bir kuvvet yoktur. Hepsi mutlak acizdir.

İşte insan da âdeta her şeye muhtaç olduğu kadar fakir, hiçbir şey yaratmayacak kadar acizdir. Cehaletiyle Allah’ın ezeli ilmine, acizliğiyle Allah’ın mutlak kudretine şahitlik etmektedir.

Bu hakikatin bir özetini Risale-i Nur’dan okuyabiliriz:

“Bilmüşahede görüyoruz ki: Bütün eşya, hususan zîhayat olanların pekçok muhtelif hacatı ve pekçok mütenevvi metalibi vardır. O matlabları, o hacetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münasib ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor.”

"Halbuki o hadsiz maksudların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak: Zahirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte bütün onlar, birer birer, vücud-u Vâcib'e şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcib-ül Vücud'u, bir Vâhid-i Ehad'i, hem gayet Kerim, Rahîm, Mürebbi, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir."

"Şimdi ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahîmaneyi ne ile izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz camid esbabla mı izah edebilirsin?" (bk. Sözler, s. 554-655)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun