Allah Peygamberimizi koruyacağını vaad ediyor; Uhud harbinde ise Peygamberimizin dişi kırıldı?

Tarih: 05.06.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Maide suresi 67. ayette Allah Teala Peygamberimizi koruyacağını vaad ediyor; ancak Uhud harbinde Peygamberimiz'in dişi kırılmıştır.
- Bu durumu açıklar mısınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Korunması:

Cenab-ı Hak şu ayette, Hz. Peygamberin ilâhî koruma altında olduğunu bildirir:

“Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Bunu yapmazsan, elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide, 5/67).

Gayba ait bu ilâhî tekeffülden dolayıdır ki, İslâm düşmanlarından hiçbiri, Hz. Peygamberi (sav) öldürmeye güç yetirememiştir. Hâlbuki düşmanları pek çok ve imkânları da yerindeydi. Üstelik daima, O’nu ve davasını yok etmek için fırsat kolluyorlardı. Hz. Peygamber ise, zayıf bir konumda idi, yardımcıları azdı.

Üstteki ayet nazil olduktan sonra Hz. Peygamber (sav), muhafızlığını yapan zâtlara der:

“Artık gidebilirsiniz, Rabbim beni koruyor.” (Tirmizî, Tefsîr, 5/6)

Evet, bu ilâhî vaad gerçekleşmiş, Hz. Peygamber, o kadar düşmanları içinde, pek çok suikastlara maruz kaldığı halde yatağında vefat etmiştir.

“Rasulullah’ın Uhud’da yüzü yaralandı, iki dişi kırıldı; öte yandan pek çok eziyetlerle karşılaştı. Koruma teminatı nerede kaldı?” şeklindeki bir soru hatıra gelebilir. Bu soruya İbnü’l-Cevzî şöyle cevap verir:

“Allah’ın teminatı onu öldürülmekten, esir edilmekten, tamamen telef olmaktan koruma hususundadır. Maruz kaldığı eziyetler, korunmuş olmasına engel değildir.” (İbnu’l-Cevzî, II, 397)

İbnu Kesîr, Hz. Peygamberin amcası Ebu Talib’in İslâm’a girmemesini de, peygamberin korunmasıyla alâkalı görür. Ona göre, şayet Ebu Talib de Müslüman olsaydı, Kureyş kâfirleri hücuma cesaret bulurlardı. Fakat Ebu Talib’le aralarında küfür bağı bulunduğundan, ona saygı duyar, hürmet ederlerdi. (İbnu Kesîr, II, 79)

Allah’ın koruması altında olduğunu bilen Hz. Peygamber (sav), en sıkışık anlarda bile ümitsizliğe düşmemiştir. İşte, hicret esnasında, mağaraya gizlendiklerinde gösterdiği harika cesâret ve teslîmiyet... Yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir telaşlanıp, “Ya Rasulallah, birisi ayakları üzerinde yükselse bizi görecekler.” deyince, Hz. Peygamber şöyle cevap verir:

“Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun?” (Buhârî, Tefsîr, 9/9)

Kur’an-ı Kerîm, bu anı ebedîleştirdiği ayetlerinde bunu şöyle ifâde eder:

“Eğer siz Peygambere yardım etmezseniz, Allah vaktiyle ona yardım etmişti (yine yardım eder). Hani kafirler onu yurdundan çıkardıklarında, mağarada iki kişiden biri olduğu halde, arkadaşına 'üzülme' diyordu. Allah bizimle beraberdir. Böylece Allah onun üzerine sekînetini (emniyet ve rahmetini) indirdi. Sizin görmediğiniz ordularla onu kuvvetlendirdi...” (Tevbe, 9/40).

Tefsîrlerde, Hz. Peygamberin te’yid edildiği orduların melekler ordusu olduğu belirtilmiştir.

Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.” ayetinin ifade ettiği gibi gökte ve yerdeki bütün varlıklar Allah’ın ordusunda birer asker durumundadır. (Fetih, 48/4) Cenab-ı Hak, Rasulünün muhafazası için bu askerlerden örümceğe mağaranın girişini kapattırmış, bir çift güvercine, mağaranın üstünde nöbet tutturmuştur.

Örümceğin ağıyla, Hz. Peygamberin müşriklerden kurtulması olayıyla alâkalı olarak yapılan şu yorum, son derece ince, latîf bir manayı ifade etmektedir. Şöyle ki:

“Allah’dan başka dostlar edinenlerin hali, kendine yuva yapan örümceğe benzer. Hâlbuki evlerin en zayıfı örümceğin evidir. Keşke bilselerdi.” (Ankebut, 29/41).

Ankebut suresi Mekkî olduğu cihetle, ayette Mekke’nin imana gelmeyen reislerinin, ileride bir örümceğe mağlup olacaklarına bir işaret vardır. Örümceğin evi olan ağ, en zayıf bir perde iken, o kuvvetli reisleri mağlup edeceğini göstermekle ayet:

“En zayıf bir hayvana mağlup olacaklarını faraza bilseydiler, bu cinayete ve suikasde teşebbüs etmeyeceklerdi.” diyor. (Nursî, Emirdağ Lahikası, s.379- 380)

O halde, göklerin ve yerin orduları elinde olan Allah, eğer isterse bütün ordularını peygamberini korumada kullanabilir. Fakat buna hiç lüzum olmadan en zayıf bir evle, en büyük bir peygamberini, en şiddetli düşmanlarından korumuştur.

Hz. Peygamberin (sav) bedenen korunmasının yanında, psikolojik yönden de korunduğunu görmekteyiz. Şöyle ki:

Müşrikler, Hz. Peygamberi (sav) psikolojik olarak çökertmek, insanların onu dinlemesine engel olmak amacıyla yoğun bir propaganda içindeydiler.

Kendileri söz ehli kimseler olmakla beraber Kur’an karşısında bir söz söyleyemeyince, Hz. Peygambere (sav) “şair, kâhin, sahir, mecnun” gibi iftiralarda bulunuyorlardı. Onların türlü iftiralarına karşılık, Cenab-ı Hak indirdiği ayetlerle, Rasulünü teselli ve takviye ediyor, O’na yol gösteriyordu. Mesela,

“De ki: O Rahman’dır, biz ona imân ettik ve ona dayandık. Kimin apaçık bir dalalette olduğunu yakında bileceksiniz.” (Mülk, 67/29).

“Sen öğüt vermeye devam et! Rabbinin sana olan nimeti ile ne kâhinsin, ne de mecnun. Yoksa 'O bir şairdir. Biz onun felaketini bekliyoruz.' mu diyorlar? Sen, de ki: Bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekliyorum.” (Tur, 52/29-31).

Tur suresinde, 29. ayetten 44. ayete kadar kâfirlerin batıl iddiaları birer birer çürütüldükten sonra Hz. Peygamber (sav)'e şu talimat verilir:

“O halde çarpılacakları güne kadar onları kendi hallerine bırak.” (Tur, 52/45).

Ayetin bu ifadesinden, bir gün gelip onların cezalarını çekecekleri, belâlarını bulacakları anlaşılmaktadır. Nitekim Bedir günü, küfrün elebaşları layık oldukları cezayı bulmuşlardır. Bir başka ayette ise şöyle denilmekte:

“Yakında hem sen, hem de onlar kimin meftun (mecnun) olduğunu göreceksiniz.” (Kalem, 68/5-6).

Kimin mecnun olduğu görülmüştür. Ona mecnun diyenlerin pek çoğu Mekke’nin fethinden sonra onun saflarında yer aldılar. Küfründe inad eden Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi kimseler, daha dünyadayken cezalarını buldular. Hem hayatları, hem saltanatları bitti. Böylece, üstte zikredilen ayetlerin hakîkatı tecelli etti. Gaybdan peygambere bildirilen ilâhî teminat gerçekleşti.

Demek ki, "Allah’ın Peygamberi koruması”ndan maksat, onun hiç kimse tarafından öldürülemeyeceği hususudur(bk. Zemahşerî, Razî, Nesefî; Alusî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).

Yoksa, hiç kimsenin kendisine asla bir eziyette bulunamayacağı manasına gelmez. Böyle bir anlayış, Allah’ın diğer insanlar için olduğu kadar peygamberler için de geçerli olan imtihan prensiplerine aykırıdır. Çünkü Hz. Peygamberin (sav) insanüstü bir konum içerisinde bulundurulması, onun her cihette insanlara örnek olmasını engelleyen bir durumdur. Örneğin, acıkmaz, susamaz, hasta olmaz, kurşun işlemez, ok-mızrak etki etmez bir önderin arkasındaki insanlar -hayatlarının her safhasında geçerli olan- bu gibi durumlarda ne yapacaklarını, eziyetlere karşı nasıl sabredeceklerini kimden öğrenebilecekler. Kaldı ki, herkesten önce peygamberler imtihana tabi tutulmaktadır ve herkesten daha çok onların musibetlere maruz kaldıklarını sahih hadislerden öğreniyoruz.

“23 sene nöbetdarsız, tekellüfsüz, muhafazasız ve pek çok defa su-i kasde maruz kaldığı halde, kemal-i saadetle, rahat döşeğinde vefat edip, Mele-i âlaya çıkmasına kadar, hıfz ve ısmeti 'Allah seni insanlardan koruyacak.' mealindeki ayetin ne kadar kuvvetli bir hakikat olduğunu ifade ettiğini…(göstermektedir) (Nursi, On Dokuzuncu Mektup, On Beşinci İşaret, Üçüncü Şube)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun