Nefsini ilah edineni gördün mü, diye bir ayet var mıdır?

Tarih: 19.06.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kur'an'da, nefsini, hevasını tanrı (ilah) edineni gördün mü, diye bir ayet var mıdır, varsa açıklar mısınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Gördün mü hevâsını ilah edineni? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?" (Furkan, 25/43)

Mevdudi "Tefhimu'l-Kur'ân" adlı eserinde, bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir: "Hevâsını ilah edinen, arzu ve tutkularının kölesi olandır. İlahına ibadet eden biri gibi o da tutkularına ibadet etmektedir."

Hz. Ebu Hûreyre'den rivayet olunan bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuşlardır:

"Allah'tan başka kendilerine ibadet olunan sahte ilahların, Allah yanında en kötüsü, kişinin hevâsıdır."

Kur'an diğer bir yerde de şöyle buyurmaktadır:

"Gördün mü hevasını ilah edinip Allah'ın bir ilim üzerinde saptırdığı ve kulağı ve kalbi üzerine mühür koyup görme gücünün üzerine de perde çektiği kimseyi? Artık, Allah'tan sonra onu kim hürriyete erdirir? Düşünüp hatırlamaz mısınız?" (Casiye, 45/23).

Bu ayetten de anlaşılacağı gibi kişi arzularını, nefsinin tutku ve eğilimlerini, yani hevasını tanrılaştırdığı zaman "zan"dan kaynaklanan bir bilgi üzerinde sapıtmakta, kulağı ve kalbi mühürlenip gerçek görme gücünü yitirmektedir. Böyle bir kişinin artık doğru yola gelmesi mümkün değildir. Kur'an çoğul olarak bu kişilerden söz ederken, heva kelimesinin de çoğul şekli olan "ehva" kelimesini kullanır. Bu, hevasına uyan her kimsenin hevasının diğerinden ayrı ve farklı olduğunu gösterir.

Hevalarına uyan kişilerin egemen olduğu bir toprak parçasında fesadın yaygınlaşmaması mümkün değildir. Kişilerin hevâları çatışır ve bunun sonucu olarak "fitne" kabarır, "fesat" artar, yeryüzü zulmün, haksızlığın, öldürmelerin, işkencelerin merkezi haline gelir. Kur'an, Allah Rasûl'ü (asm) hakkında "O hevadan konuşmaz, onun söylediği ancak vahyedilmiş bir vahydir." (Necm, 53/3-4) buyurmaktadır. (bk. Harun ÜNAL, Şamil İslam Ans.)

İnsan şu ölümlü hayata birtakım duygularla gözlerini açar. O kadar ki birtakım arzu ve heveslerine sınır koymayacak kadar ihtirasa bürünür. Şüphesiz onda doğuştan mevcut olan bu duygular dünya hayatına canlılık, hareket, renk ve mana kazandırır. Ancak kontrol dışı bırakılır da din, ahlâk ve ilimle yönlendirilmez, yani meşru bir sınırda tutulmazsa, çok zararlı sonuçlar doğurur. En azından maddeyi hedef seçmesine, onu bir bakıma ilâhlaştırmasına sebep olabilir. Öylece kişinin bütün istek ve enerjisini, düşünce ve yeteneğini bu istikamete çevirip kanalize eder.

Akıl, din ile birleşip duygu ve düşüncelerimizi iyiye, doğruya, güzele, tek kelimeyle meşru çizgide tutmaya döndürür de yaratılanla yaratan arasında kulluk ve ilâhlık ilgi ve irtibatını sağlarsa, insan duygularının esiri veya uydusu olmaktan kurtulur. Böylece gerçek hayat için dünya nimetlerinin birer araç olduğunu; asıl amacın ilâhî rıza doğrultusunda bu araçları bilerek yerinde kullanmak suretiyle Allah'a tertemiz kavuşmak bulunduğunu anlar.

İlgili âyetle bu inceliğe dikkatler çekilirken, Mekke'nin ileri gelen şımarıklarının kendi arzu ve heveslerini nasıl ilâhlaştırdıkları misal veriliyor. Çoğunun bu yüzden nefislerinin sınır tanımaz isteklerine mağlup olarak Kur'ân'a ve Hz. Peygamber'e (asm) amansız birer düşman kesildiğine işaret yoluyla atıf yapılıyor. (Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, 8/4316.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun