İSMAİLİYYE

Şianın müfrit ve bâtinî bir kolu. İmamiyyenin Hz. Ali neslinden altına imamı Cafer a-Sadık (148/765)'ın ölümünden sonra büyük oğlu İsmail'in adına ortaya çıkan bir fırka. İsmailliye şiası yedinci imam olarak Cafer es-Sâdık'ın büyük oğlu İsmail'in olduğu görüşündedirler. İmâmîyye'ye göre kesin olarak açıklığa kavuşturulamamış bazı sebepler nedeniyle İsmail'de bulunan görev küçük kardeşi Musa'ya intikal etmiştir. Bu haksızlığın İsmail taraftarlarınca ve özellikle İsmail'in arkadaşı Ebu'l-Hattab (138/755) tarafından "İsmailiyye" adı altında bir fırka teşekkül ettirilmiştir. Zamanla kuvvet kazanan İsmailiyye fırkası prensip ve görüşleriyle, ihtilâlci teşkilat temellerini yine Ebu'l-Hattab'ın oluşturduğu görülür. Bu fırka taraftarları İsmail'in ölümüyle oğlu Muhammed ve Ebu'l-Hattab'dan sonra Meymun el-Kaddâh ve yerine oğlu Abdullah (261/784)'ın geçmesiyle kısa sürede yayılma imkânı buldu. Bunlar aynı zamanda İslâm öncesi eski Ortadoğu, İran ve Hind dinleri ile yeni Eflâtuncu felsefeden derledikleri inanışları ile Bâtınî inanışı denilen bir akîdenin mimarları olmuşlardır.

Irak'ta ortaya çıkışından sonra iki buçuk asır gibi uzun bir süre gizli olarak yürütülen fırka faaliyetleri, bu zaman zarfında dâî (tebliğci) ler aracılığıyla Kûfe, Basra, İran, Yemen, Bahreyn, Kuzey Afrika gibi yerlerde kuruları teşkilat merkezleri aracılığıyla yayılma imkanı buldu. Hatta belli bir müddet Bahreyn'de iktidarı ele geçiren dâiler, Karmatiler* adıyla fazla yasamayan bir devlet kurmayı başarmışlardır. Bir ara Suriye ve Mezopotamya civarlarında çıkardıkları isyanlardan istedikleri sonucu alamadılar (289-294/901-906). Dâîler tarafından bu tür faaliyetler arasında nüfuz kazanmak amacıyla ortaya attıkları "dünyanın kurtuluşu ve sulhu için Mehdinin geleceği" görüşü özellikle iktisaden zayıf ve baskı altında bulunan, Abbâsî yönetiminden hoşnut olmayanlarca benimsenmiştir. Bu zaman zarfında İsmâilîlik mevcut iktidara karşı sosyal ve dini bir güç olarak ortaya çıktı. Özellikle Yemen'den Kuzey Afrika'ya gönderilen tebliğciler (dâi) kendi görüş ve düşüncelerini orada öylesine basarıyla anlattılar ki, "gizli imam" saklandığı yerden çıkarak halkın beklentisini geciktirmedi. Kendine "Mehdi" ünvanı vererek halife ilan eden "Mehdi" sayesinde İsmailîler 297/909 yılında Kuzey Afrika'da Fatumî devletini kurdular. Mehdinin halîfeliği hilâfetinin de başlangıcı olmuştur. Devletin Kuzey Afrika'daki kuruluş döneminden sonra doğuya doğru genişleme siyaseti güderek 363/973 yılında Kahire'ye sahip olan dördüncü Fâtımî halifesi el-Muiz yeryüzünün tek halifesi olduğunu iddia etme yoluna gitmiştir.

Fâtımî hilâfeti en parlak döneminde Mısır, Suriye, Hicaz, Yemen, Kuzey Afrika ve Sicilya gibi toprakları elinde tutuyordu. İsmailiyye fırkası fikrî merkez olarak meşhur el-Ezher Medresesi ve Camiini kullanıyor ve burada yetişen dâîler İslâm dünyasının dört bir yanına tebliğci olarak gönderiliyordu. Söz konusu medresede öğrenim görmüş Fatımî müelliflerinden bazıları şunlardır: Kadı Numan (363/974); Hamidü'd-Din el-Kirmânî 408/1017-1018); el-Şirazî (470/1077) vs..

Mısır Fâtımîlerinin hızla yayılması Selâhaddin Eyyübî'nin 567/1171 tarihinde yaptığı Mısır seferinde onları yenmesiyle yavaşlamıştır. Özellikle İsmailiyye fırkasının el-Mustansır'ın (424-487/1036-1094) uzun halîfeliği döneminden sonra Nizarî ve Musta'lî diye iki kola ayrılmasıyla daha da güç kaybettiği görülür.

İsmaililer arasındaki bu çekişmeler ordu kumandanlarını Mısır Fâtımî devletinde İsmailiyye aleyhtarlığına götürmüş ve kısa zamanda halîfelik askerî sınıfın elinde bir oyuncak halini almıştır. el-Mu'iz zamanında ise tamamen askerî bir hüviyete bürünmüş ve dini hüviyetini kaybetmiş yerel bir Mısır hanedanlığı biçimine dönüşmüştür. Bu tür bir değişiklik fırka taraftarları arasında hoşnutsuzluğa yol açmış ve bunun sonucunda yönetime karşı isyanlar görülmeye başlamıştır. Bu isyanların en büyüğü Ömer Hayyam'ın Nişabur'dan öğrencilik arkadaşı olan aslen İranlı Hasan Sabbah tarafından gerçekleştirilmiştir.

el-Mustansır'ın ölümüyle Nizâr'a bey'at eden Hasan Sabbah ihtilalci fikirleriyle islâm dünyasında Bâtıniye akîdesinin yayıcısı olmuştur. Diğer taraftan Nizar'a bey'at etmeyenler ise Yemen'de azınlık olarak kalmışlar ve Nizarîlerin aksine Müsta'liliği sessiz bir şekilde yaşamaya çalışmışlardır. Bugün dahi Hindistan'da Bohora (Bohra) adıyla tanınmaktadırlar. Musta'lilerde kendi aralarında Dâvûdî ve Süleymânî olarak bölünmüşlerdir. Davûdîlerin merkezi Hindistan, Süleymanîlerin ise Yemen'dir.

Bohra (Musta'li) lar Bombay, Baroda ve Haydarabat'da teşkilatlanmış 1931'de nüfus olarak ikiyüz onüçbin civarında olduğu tesbit edilmiştir. Hindistan'da yaşayan Barodalar kendi içlerinde yaşamayı tercih ederek Hindlilerle ilişkileri çok sınırlıdır. Bu durumda onların güçlerini yitirmelerini engellemekte ve daima bölünmemiş bir güç olma özelliğini korumalarını sağlamaktadır.

Diğer yandan Yemen'de bulunan Süleymanî Musta'lilerin ise 1930 yılında 25-30 bin civarında bir nüfusa sahip oldukları görülmektedir.

Hasan Sabbah Nizarî İsmâîlîlerin başına geçerek 483/1090 yılında Selçuklu hükümdarı Melikşah'a karşı ayaklanmış, Kazvin'de Alamut kalesini ele geçirerek Bâtinî İsmailiye devletini kurmuştur. Kaynaklara göre Hasan Sabbah Selçuklular arasında Şiilik propagandası yapmaya başlamış ve halkı kendi etrafında toplamaya çalışmıştır. Kendine bağlı bulunan adamlarını uyuşturucu vererek fedâiler yetiştirme yoluna gitmiş ve bunlara Haşhaşîler de denmiştir. Melikşah'ın ciddi bir tehlike olarak gördüğü bu durum karşısında Alamut kalesini kuşatan Kızılsarı! adlı komutan Hasan Sabbah'ı ele geçiremeden Melikşah'ın ölümünden sonra geri dönmüştü. Bu durum İsmailiyye devletinin 654/1256 yılında Moğollar tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar bir devlet olarak varlığını sürdürmesini sağlamıştır.

İsmâîliyye devletini kurarak merkezî bir güce sahip olan bu fırka taraftarları XII. yüzyılda faaliyetlerini Suriye üzerinde yoğunlaştırarak 1070-1079 yıllarında ele geçirdikleri bu topraklar üzerinde açtıkları medreselerle İsmaililiğin yayıcısı olmaya devam etmişlerdir. Hasan Sabbah'ın etrafa saldığı korku Komutanı Hülâgü'nun Alamut kalesini zaptıyla (1256) ve son Alamut hakimi Rukneddin Hürşah'ın teslimiyle nispeten hafiflemiş ancak fırka olarak İran, Suriye ve Orta Asya'da varlıklarını koruyabilmişlerdir. XIV. asırda Nizari imamlar arasında görülen bölünme Suriye ve İran İsmailileri ile aralarındaki ilişkiyi koparmıştır. 1233/1840'da l. Ağahan Hasan Ali Şah'la Hindistan'da yeni bir devreye giren Nizari İsmaililiği lll. Ağahan olan Sultan Muhammed Şah Ali zamanında (1202-1374/1885-1957) büyük gelişme gösterdi.

Bugün IV. Ağahan olan Kerim Şah Ali'nin idaresinde (1374/1957 imamete gelişi) Nizarî İsmâîlîleri yalnız Hindistan'da değil, Avrupa, Asya, Afrika'da 22 ülkede 20 milyon civarındadırlar. Bunlar Suriye, İran ve Afganistan'da çiftçilik; Hindistan, Pakistan ve Doğu Afrika'da ticaret ve sanayii ile uğraşmaktadırlar (bk. Bernard Lewis, İsmaililer, İA, Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadî İslâm Mezhepleri, Ankara 1986, s. 130 vd.; Fazlu'r Rahman, İslâm, çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın, Ankara 1981, s. 220 vd.; İrfan Abdülhamid, İslâm'da itikadî Mezhepler ve Akaid Esasları, çev. M. Saim Yeprem, İstanbul 1981, s. 46 vd.; Suphi es-Sâlih, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri, çev. İbrahim Sarmış, İstanbul 1981, s. 80 vd.).

Fıkhın ibadet ve muamelelere ait hükümlerinde İsnâ aşeriyye'den pek farklılık göstermeyen İsmaililer, Hacca giderken, Kerbelâyı ziyaret ederler. İsmaililer, bâtini inançlara sahiptirler. Fakat, Batıniliği İsmailiyyenin bir kolu olarak kabul etmek yanlıştır. İsmaililerden Karmat yani, Hamdan b. Karmat b. Eş'as'a tâbi olanlara Karâmıta (Karmatîler) adı verilir. Bunlar hakikatı yalnız imamın bildiğini ve ancak onun bildirmesi (ta'lim) ile gerçeğe ulaşılabileceğini söyledikleri için Ta'limiye adıyla da anılmışlardır. Aynı şekilde, te'vili kabul ettikleri için Müevvile de denmiştir.

İsmailiyye mezhebinin beş esas kaidesi vardır:

a- İmamlık: Sadece İsmail ve onun çocuklarına geçer, başka birisi bu makama sahip olamaz.

b- İmam, yeryüzünde Allah'ın halîfesidir. Bu halife Allah'ın nurunu özünde toplamıştır. Bu sebeble Allah'ın imamda zuhûr ettiğine inanmak din ve imana ait bir değer taşır.

c- İmamlık makamında bulunan kişinin her sözü ilâhî bir emir niteliğine sahiptir.

d- İmamların yaptığı her şey haktır. Onlar yanılmazlar, suç işlemezler, bu bakımdan, masumdurlar.

e- Din ve iman bu mezhebe inanmakla mümkün olur. Dine bağlanmak imam'a tâbi olmayı kesinlikle gerekli kılar.

İsmailiyye mezhebine göre imamlık gizlidir. Onun için gerçek imamın kim olduğunu bilmek kolay değildir. Gizli kalan imamlık, Hz. Muhammed'in peygamber oluşundan sonra ortaya çıktı. İnsanlık tarihi boyunca gizli kalan, insanlara görünmeyen Hz. Muhammed'in peygamberliğiyle ortaya çıkan gerçek imam Hz. Ali'dir. İmamlık Hz. Ali'den sonra onun nesline geçti. Cafer-i Sadık'ın büyük oğlu saklandı, gözlere görünmez oldu. İmamlar ondan sonra yeniden ortaya çıktı ve göründü (İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlmi Kelam, İstanbul 1339, I, 161).

İsmailîlerde "yedi imam" inancı değişmez bir akidedir. Bu da onlara göre yedi sayısının mübarek oluşundan kaynaklanır. Yedi gezegen, yedi kat sema, birer mübarek oluş belirtisidir. Bütün sırları yedinci imam bilir ve bu sırlara bâtini mana adı verilir.

İsmailiyye mezhebinin sonraki dönemlerde en çok dikkat çeken temsilcisi, efsanevî bir şahsiyete sahip olan Hasan Sabbah'tır.

Naci YENGİN

Necip TAYLAN

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun