Çocukların başına gelen musibetlerin hikmeti nedir?

Çocukların başına gelen musibetlerin hikmeti nedir?
Tarih: 30.07.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İçkici bir ailede dünyaya gelmiş çocuğun suçu nedir ki keyfi dayaklara maruz kalıyor?
- Yaramazlık yaptığı için dayak yiyen çocukların durumu nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle sorunuzu iki kısma ayırarak cevaplamak gerekiyor. Çünkü Üstad'ın ‘fıtrattaki şefkate aykırı hareket edenlere kaderin atacağı tokat’tan bahsettiği bu manevi prensip; ilk sorunuz ve ona benzer durumlar için geçerlidir. Ancak içkici bir ailede dünyaya gelip dayak yiyen çocuğun durumu; "yeryüzündeki ilahi adaletin tecellilerini anlamak" bahsine girer ki; bu da bazı durumlarda kâinattaki fıtri kanunlara karşı çıkanlara şefkat tokadı olarak dönse de daha çok; başka ilahi adalet prensiplerinin işlediği bir alandır.

Şimdi ilk olarak sorunuzun birinci kısmını, yani Mesnevi-i Nuriye’de işaret edilen “fıtri şefkate aykırılıktan gelen tokat” bahsini açıklayalım.

- Çocuğun fazla yaramazlığı, olması gereken fıtrî  yaramazlık sınırlarını aşması, anne-babanın fıtrî şefkat sınırını aşan bir davranış olarak algılanabilir. Bu durumda haddi aşmadan verilen bir tepki, çocuğun iç dünyasının gelişmesine yardımcı bile olabilir. Yeter ki,  tepki veren anne-baba aşırılığa kaçan bir tutum sergilememiş olsun. Burada “Bir çocuğun en sevinçli hali, annesinin tepkisinden korkarak, kendini onun şefkat dolu sinesine attığı andır.” gerçeğini de hatırlamakta fayda vardır.

- Diğer yandan kâinatta da bu ilahi ilkenin; farklı örneklerde de; kâinatın fıtri yasasına karşı gelinen durumlarda benzer şekilde işlediğini görmekteyiz. Örneğin; kendi çocuğuna merhamet duyan bir hayvan, beslenmek için bir başka hayvanın yavrusuna saldırır. Ancak bu şefkat ilkesinin ihlali; başka hayvanların da onun yavrusuna saldırması olarak bir tokat gibi ona geri döner. Elbette her ne kadar içgüdüsel kodlarına göre davranıyor olsalar da hayvanlar için geçerli olan bu ilke; ekolojik dengenin korunması için nasıl -hem bazı kuralları ihlal eden hem de uygulayan- hayvanların var olması gerekiyorsa ve bu onların içgüdüsel yönlenmeleriyle ortaya çıkıyorsa; aynen bunun gibi; kâinattaki fıtri şefkat ilkesini içgüdüsel olarak ihlal etmeleri de hem ilahi düzeni kuran sistemin gereği; hem de şefkat ilkesinin ihlalinin bir sonucudur.

- Öte yandan; kendisine akıl ve cüzî irade bahşedilmiş olan insan için durum tam olarak böyle değildir. İnsan için de söz konusu ilke (yani şefkat kuralının ihlalinde bedelini ödeme) geçerli olmakla beraber; bu durum, yeryüzünde sadece içgüdüleriyle davranan ve bu kendileri için bir nevi mazeret olan hayvanlarda olduğu gibi işlemez. İnsanda durum biraz daha farklıdır.

Örneğin; annesini çileden çıkaran çocuk belki uyarıcı ufak bir şefkat tokadıyla karşılaşabilir. Yahut; kalbinde bir çocuk safiyetini yakalamış bir insan Allah tarafından; bir başka canlıya zulme girecek bir tavırda bulunduğu zaman onu uyaracak tokat mahiyetinde bir durumla karşılaşabilir. Ama bunlar insan için bu ilkenin uygulanışının değişmez yasaları değildir. Çünkü yeryüzünde insanları akıl ve cüzî iradeleriyle, dolayısıyla her türlü iyiliğe ve kötülüğe yönelme ve bunları işleme özgürlüğüyle bırakan ve bu şekilde ilahi imtihanı gerçekleştiren yaratıcı; imtihan sırrı gereği; her zaman iyi ve güzel kuralların ihlalini (kâinattın fıtri şefkat yasası gibi) açıkça uyarmaz yahut kötülüğü işleyene cezasını hemen yeryüzünde vermez. Bunun bir neticesi olarak da yeryüzünde bazen cani ve zalim insanlar kimi zaman masum insanlara hatta günahsız çocuklara hunharca işkenceler edebilmekte, sebepsiz yere öldürmeye kadar varan kötülüklerde bulunabilmektedirler.

Bu durumda, bu kötülüğü yapan caniler sadece yaratıcının şefkat ilkesini ihlal etmekle kalmayıp; çok büyük bir zulüm de işlemiş olurlar. Ama bazen dünya hayatında ceza almaktan kurtulup, dünyadaki adaletten de kaçabilmektedirler.

Peki, o halde Allah bu kötülerin cezasını neden vermemektedir ve zulme uğrayıp öldürülen masumun ne günahı vardır?

İşte bu sorunun cevabı; bizim ilahi adalet anlayışını anlamaya çalışırken; zaman kavramını, faniliği ve ebediyeti gerçekten ne kadar idrak ettiğimizi ve bilincimize yerleştirerek bunlarla düşünmeyi başardığımızı da ortaya çıkaracaktır. Çünkü inanan bir insan bilir ki; yeryüzünde tabiri caizse Allah’ın adaletinden yüzde biri hüküm sürmekte, doksan dokuz adaletiyse ahirette işlemek üzere beklemektedir. Zalimler; mahlukata yaptıkları zulmün cezasını; ahirette üstelik burada çekip ödeyeceklerinden çok daha çetin ve dehşetli bir şekilde ödeyecektir. Hatta, İslam kültüründe aktarılan bir çok rivayet; dünya hayatında çok kötü bazı insanların yaptıkları kötülüklerin cezasını görmemelerinin nedeni olarak; Allah’ın bu kulları sevmediği için onlara bu dünyada hiç cezalarından bir şey çektirmediği, çünkü bunun ahiretteki cezalarını hafifleteceği; bu nedenle tüm dehşetiyle bedeli orada ödemeleri için onları oraya sakladığı şeklindedir.

- Eğer, Peygamberimizin (asm), dünya hayatını; bir ağacın altında birkaç saat gölgelenip yoluna devam edecek olan bir yolcunun geçirdiği vakte (bk. Tirmîzî, Zühd, 44.) benzettiğini hatırlayacak olursak; işte sadece o birkaç saat için zulmedenin zulmünün cezasını görmemesi, yahut masum bir yolcunun sadece o kısacık süre içinde geçici bir acıya maruz kalmasının; bunun karşılığında onların ebedi sürecek hayatlarında kazanacakları mükafat yahut cezayla kıyaslandığında, adaletin yerine gelmesi anlamında insanın razı olacağı bir durum olduğu anlaşılacaktır.

Şu kısa, fani dünya hayatında çekilen sıkıntıların ve acıların, örneğin masum bir çocuğun yok yere gördüğü zulmün karşılığında; bu zulmün ebediyette sürecek cezasını da bu mağduriyetin kefaretini de bizzat Allah ödeyecektir.Ve belki de o masum yavrunun çektiği geçici sıkıntılar yüzünden Allah’ın ona hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan ebediyette bağışlayacağı ilahi lütuflara boğulmuş hayat; bizim gibi o çocuğun yaşadığı sıkıntıyı çekmemiş çok daha rahat ve konforlu yaşamış olanların bir ömür boyu itaat ve ibadetle kazanmaya çalıştığı ebedi karşılıktan/mertebe ve dereceden daha yüksek olacaktır.

Gerçek şudur ki, Allah yarattığı hiçbir mahlukun hakkını zayi etmez. Ve bir Müslümanın eline diken battığında buna mukabil sırf canı yandığı için Allah’ın bunun ya günahına kefaret yahut sevap olarak hanesine işlediğini müjdeleyen hadisi de hatırlarsak; elbette Allah, bu dünya hayatında sıkıntı çekmesine müsaade ettiği kullarının kefaretini de kendisi ödeyecektir. Ve o ebedi hayatımızın sonsuza kadar nasıl süreceğinin belirleneceği o gün geldiğinde; hiç şüphe yok ki kimsenin hakkı kimseye geçmeyecek; zerre kadar iyilik ya da kötülük de zayi edilmeyecektir.

- Özetleyecek olursak; içkici bir babadan keyfi dayak yiyen çocuk örneğinde tespit edebildiğimiz durumlar şunlar olmaktadır:

1. Dünya hayatı imtihan alanı olduğu için; Allah insanların kötülük ve zulümde bulunmalarına izin vermektedir. Savaşlar, tecavüzler, katillikler gibi yukarıdaki örnek de; Allah’ın insanların cüzi iradesine müdahale etmediği için gerçekleşmesine izin verdiği, ancak kötülükte bulunanlara çok ağır bir şekilde bedelini ödeteceği ve mağdur olanlara da razı olacakları ebedi karşılığı vereceği bir durumdur. Bu durum Zekeriya (as) yahut Yahya (as) gibi; Allah’ın kendi yolladığı masum peygamberlerinin dahi başına gelmiş, insanlar tarafından öldürülmüşler, Allah onların zalim kavminin kötülükte bulunan cüzî iradelerine izin vermiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) de Taif’te taşlanmış; Uhud’da savaşta dişi kırılmış; insanların nice kötülüklerine maruz kalmış; Allah en çok sevdiği kulunun dahi başına bunların gelmesine izin vermiştir.

2. Bu zulmü yapan baba; ya dünya hayatında; eğer dünyada cezasını ödeyip ahirette bu cezadan kurtulacak kadar yaratıcı nezdinde kıymeti yoksa; işte o haldeyse; cezasının tamamını ahirette, şiddetli bir şekilde; yavrusu onun halini gördüğünde içi rahatlayacak ve razı olacağı şekilde ödeyecektir.

3. Şiddet gören masum yavrunun, yaşadığı bu zulüm, hayatının ileriki safhalarındaki bir çok günahlarına kefaret olabilecektir. Ve manen, yaşadığı bu mağduriyetten dolayı Allah onun dünya hayatındaki iyilikleriyle kötülükleri; ondan çok da rahat koşullarda yaşayanların aynı iyilik ve kötülükleri gibi değerlendirmeyecek, onun psikolojisi ve yaşadıkları göz önüne alınarak; belki ahirette hesap günü geldiğinde “Ben ne yaptım da bu kadar büyük mükafata ve yüksek derecelere layık görüldüm.” diye şaşıracağı lütuflara dönüştürülerek karşılığı verilecektir. Elbette şu kısa hayatta daha çileli bir hayat sürüp; ebediyette sonsuza kadar sürecek bir hayatta büyük lütuflara nail olmak; yaşanan mağduriyetin kefareti olacaktır. Unutulmamalıdır ki, tüm bu söylediklerimiz; yaşadığı mağduriyetin perdesi arkasına saklanıp başkalarının duygularını suistimal etmeyen, geçmişte yaşadığı sıkıntılarını gelecekte başkalarına zulme dönüştürmeyen ve iyi bir insan olarak yaşamını sürdürmeye çalışanlar için geçerli olacaktır.

4. Yukarıda zikrettiklerimiz Allah’ın yeryüzündeki sünnetullahına karşı gelenlerin hali, bu hale neden izin verildiği, bu kural ihlalcilerinin ve mağdur ettiklerinin “genel” durumlarına ilişkin açıklamalardır. Şu husus da unutulmamalıdır ki; dünyada nasıl sebep-sonuç yasası gibi doğa yasaları ve bazı manevi ilke ve prensipler “sünnetullah” tabiri içerisinde değerlendiriliyorsa; aynı zamanda bu “sünnetullah”ın farklı işlediği durumlar, ilahi prensiplerde esneklikler de vardır. Yani “sünnetullah” herkese her durumda aynı kalıpla işleyen yasalar demek değildir. Bu ilahi ilkelerin; her duruma, kişiye, kişilerin kader örgüsüne, koşullara ve mertebelere, ilahi amaçlara, sonuçlara ve imtihan sırrına göre farklı işleyişi ve tecellisi vardır. Bu nedenle, örneğin söz konusu misalimizde; kimi durumda masum çocuğu döven baba dünyada yakalanıp cezasını çekerken, kimi durumda ölene kadar yaptıklarının hesabı sorulmaz. Kimi durumda masum çocuk, komşuların ya da devletin müdahalesiyle kurtarılırken, kimi durumda babası yaşadığı müddetçe şiddet görmeye devam eder. Kimi durumda; gördüğü şiddet onun haksızlıklara baş kaldıran bir kişiliğe dönüşmesine ve hayatı boyunca başka masumları savunmasına neden olurken, kimi durumda içine kapanık, silik ve depresif bir kişiliğe dönüşmesi sonucunu doğurabilmektedir. Kısacası; her kişi ve durum için kaderin özel bir planı ve bu plan içerisinde kulun yaşadığı mağduriyetin de yaptığı zulmün de yine kişiye özel ödenecek yahut ödetilecek bir kefareti vardır.

Netice şudur ki; Yüce Yaratıcı zerre kadar iyiliği de kötülüğü de zayi etmez. Ve kulun kula ettiğinin hesabı; kul kendi hakkını helal etse bile; Allah’ın kuluna zulüm yapılmış olması açısından Allah’ın hakkı olarak sorulur.

İlave bilgiler için tıklayınız:

Çocukların başına gelen sıkıntı ve hastalık gibi musibetler...

Çocukların başına gelen musibetlere neden engel olunmuyor?

Hayvanlar arasındaki şiddet hakkında...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+

Yorumlar

beyazdüş346

Allah razı olsun bu siteden çok faydalanıyorum Allah kolaylık versin.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun