Hz. Ali'nin, Hz. Ebu Bekir'e biat etmediği doğru mudur?

Tarih: 18.08.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslam Tarihi kitabında geçen Hz. Ali (ra)’in Hz. Ebubekir (ra)’a biat etmek istememesi fikri doğru değildir. Çünkü Hz. Ali’nin biatte gecikmesinin sebebi Hz. Peygamber (asm)'ın defin işlemleriyle uğraşmasından kaynaklanmaktadır. 

Hz. Peygamber'in Vefatı (H. 12. Yıl / M. 632)

Peygamberimiz (asm)'ı vefat ettiğini duyan Hz. Ali (ra)'nin dizlerinin bağının çözülmesinden, Hz. Osman (ra)'ın üzüntüsünden dilinin tutulmasından, Hz. Ömer (ra)'ın onun vefatıyla dehşete kapılıp vefatını kabullenememesinden anlaşılıyor ki, onlar Resûlullah'ı (s.a.v.) gerçekten çok seviyordu. Onun halili idiler. En yakınlarını kaybeden insanların çoğunda bile bu hâller görülmez. Onun vefatında ashabta görülen bu hâlleri, onu çok sevdiklerine işaret ve delâlet etmektedir.

Hz. Ebû Bekir (ra)'ın durumu ise, daha soğukkanlı ve daha bir sorumluluk duyguları içinde olduğunu gösterir. Kızı Hz. Âişe'nin hücresinden çıkan Yâr-ı Gâr-ı Sıddîk (r.a.) mescide geldi; "Ey insanlar! Kim Muhammed'e (s.a.v.) tapıyorsa bilsin ki Muhammed öldü. Kim de Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah, Bâkî'dir, ölmez." dedi.

Hz. Ebû Bekir'in bu sözleri önemliydi. İnsanların en üstünleri ve en büyükleri olan, hattâ Ezel ve Ebed Sultanı olan Allah tarafından risalet gibi en büyük bir göreve tâyin edilen ve seçilen peygamberler de ölümlüydü. Hem onlar da ancak Allah'ın kulu ve resulü idiler. Peygamberlerin en büyükleri de böyleydi. İnsanlar putlaştırılmamalı ve onların büyükleri şirke, veseniliğe, putperestliğe dönüştürülmemeli idi. Câhiliye'de putların çoğalmalarında ve Lât putunun ortaya çıkmasında, Yunan ve Roma tanrılarında, hem daha başka medeniyetlerde bu yaşanmıştı. İbadet edilecek tek mâbud, Mâbud-u Bilhak, Allah'tı. O her zaman Hayy ve Bakî idi. Her zaman Hayy ve Bakî olan ancak mâbudiyete lâyık olabilirdi. Sonra o, şu âyetleri okudu:

"Muhammed ancak bir resuldür. Ondan önce nice resuller gelip geçmiştir. O ölür yahut katlolunursa sizler geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse O'na (Allah'a) bir zarar vermez. Allah ise, İslâm hizmetine şükrü yerine getirenlere mükâfat verecektir."(1)

Ashab öyle şaşkın, öyle gamlıydı ki, sanki onun sözlerini duymadılar. Fakat bu âyet onları intibaha getirmişti. Gerçekten Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Seyyid-i Benî Adem olsa da, daha önceki benzerleri gibi bir resuldü. Onların gelip geçtiği gibi, o da bu misafirhaneye gelip buradan göçmüştü. Onun bir gün Refik-i A'lâ'ya döneceğini Allah haber veriyordu. O ebediyete intikal ettiği zaman Müslümanlar, onun açtığı çığırda (Sünnet) devam edeceklerdi. Bu açılan yoldan geri dönseler zarar eden onlar olacaklardı. Çünkü Allah Samed olduğundan yarattıklarına, onların hiçbir şeyine ve ibadetlerine muhtaç değildi. Yalnız şu bir gerçek ki rububiyet ubudiyeti gerektiriyordu. Hem, hasta doktorun tavsiyelerine ve ilâçlarına muhtaç olması gibi, kullar kulluğa muhtaçtılar. Âyet okununca bu sefer Hz. Ömer'in (r.a.) dizlerinin bağı çözüldü ve yere düştü.

Hz. Abbas (ra), Hz. Ali (ra) ve diğer Ehl-i Beyt, ağlayarak, Hz. Peygamber (asm)'ın teçhiz ve tekfin işiyle meşgul olmaya başladılar. Ağlamak ve üzülmek bir yana, ümmetin işlerini görmek, dinin ahkâmını Resûl-i Ekrem (s.a.v.) gibi tatbik için, her şeyden önce, Resûlullah'a halef (halife) olacak birinin seçilmesi gerekiyordu. Bu iş için en lâyık ve ehak da, Resûlullah'ın mağara arkadaşı, Sahabe-i Kiram'ın en üstün tabakasından olan, Ashab-ı Kiram'ın en seçkini bulunan Hz. Ebû Bekir (r.a.) idi. Resûlullah da (s.a.v,) onu herkesten üstün tutardı. Mescide açılan kapılardan yalnız onunkini açık bırakmış, hastalandığında da onu imamlığa geçirmişti.

Hz. Ebû Bekir'e Bîat Edilmesi

 Hz. Peygamber'in Vefatıyla Hilâfet Konusunda Ortaya Çıkan Görüşler

Resûlullah'ın ölümü üzerine hilâfet hususunda birkaç görüş, "rey" ortaya çıktı.(2)

 Birinci Görüş: Ensâr'ın görüşüdür. Bilindiği gibi, Hicret'ten önce Akabe'de, Ensâr için on iki nakîb ve reis tâyin edilmişti. Bu on iki nakîbden ikisi Sa'd b. Übade ile Üseyyid b. Hudaydır idi. Birinin halife seçilmesi diğerinin rekabetine sebeb olabilir, Evslilik ve Hazrecîlik gayreti meydana çıkabilirdi. Çünkü biat hususunda, Hazrecliler Hz. Sa'd'a, Evsliler Useyyid'e (r.a.) hırslandılar ve ayrı ayrı başlarında toplandılar. Fakat Sa'd b. Ubâde'nin Ensâr'a hitaben Benî Saide Sakifesinde söylediği bir nutukla neredeyse ona bîat edilecekti.

İkinci Görüş: Cumhur-u sahabenin reyiydi. Onlar, ümmetin işlerini görmek için gereken güç ve kifayete nazar ettiler. Kureyş, Arap kabilelerinin en şereflisi, en güçlüsü ve en nüfuzlusu idi. Resûlullah'ın da (s.a.v.) Kureyş'ten olması cihetiyle, bu durum Kureyş için hususî bir meziyetti. Bu sebepten, onlar içinden en efdal olanı intihab (seçmek) gerekiyordu. Her ne kadar İslâm, gayret-i kavmiyeyi (asabiyeti) kaldırıp,(3) yerine ittihad-ı İslâm'ı (İslâm Birliği) ve uhuvvei-i îmaniyeyi koymuşsa da, Hicazlı diğer Arapların Kureyş dışından bir halifeye itaat etmeyecekleri ve Ümmet-i İslâm arasına tefrika düşeceği ihtimalini nazara alıyorlardı. Bu görüş sahipleri Evs ve Hazrec'in Kureyş dışından bir halifeye itaat etmeyeceklerini kestirebiliyorlardı. Eğer Kureyş'ten halife seçilirse, hem Evs ve Hazrec, hem de diğer Arap kabileleri onlara itaat ederlerdi. Hilâfet hususunda tefrika ve bölünme olmazdı.

 Üçüncü Görüş: Haşîmîlerin reyidir. Onlar kuvvet-i karabete (Allah Resûlü'ne akrabalığa) nazar ediyorlardı. Benî Haşîm, Kureyş'in en şereflisiydi; hem Hz. Peygamber de (s.a.v.) onlardandı. Haşîmoğulları Hz. Peygamber'in en yakınları olduğuna göre, halife onlardan olmalıydı. Onlar da Hz, Ali'ye (r.a.) bîat etmek istediler. Gerçi Hz. Abbas, Resûlullah'ın en yakınıydı. Fakat, geç Müslüman olmuştu. Muhacirin'in sonuncusuydu. "Sâbıkîn-i Evvelin" ve "Aşere-i Mübeşşere" var iken ona bîat olunamazdı. Öyleyse Hz. Ali'ye (r.a.) biat edilmeliydi. Aşere-i Mübeşşere'den olan Resûl-i Ekrem'in havarisi; kızı Esmâ'dan dolayı Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) damadı Zübeyr b. Avvam ve ashabın büyüklerinden Mikdad b. Esved, Selmân-ı Fârisî, Ebû Zer, Ammar b. Yâsir ve Ubey b. Kâ'b da (r.a.) bu görüşte idiler.

Emevîlerden birine bîat edilecek olsa, Hz. Muaviye'nin babası Ebû Süfyan'a bîat olurdu. Çünkü o hem kavim ve kabilece, hem asabiyetçe büyüklük sahibiydi. Fakat İslâm'da gecikmişti ve hizmette üstünlüğü yeterli değildi. Çünkü, Hicret'in III. Yılında Uhud Vak'asında onun yüzünden çekilenler(4) henüz zihinlerde tazeliğini koruyor, diğer yandan Ebû Süfyan'ın Mekke'nin fethinde Müellefetü'l-Kulûb'dan olarak Müslüman olması, şimdi kavi Müslüman da olsa, ehemmiyetini azaltıyordu. Bu sebepten olsa olsa onlardan halife olacak biri varsa, o da Osman-ı Zinnûreyn'di.

Hz. Ebû Bekir, Ali (r.a.) ve diğer bazı ashab, teçhiz ve tekfin-i nebeviyle meşgul iken, Muhacirîn'den Mugîre b. Şû'be, Hz. Ömer'e (r.a.) gelip, "Ensâr Sakife'de toplandı. Kendi kendilerine bir şeye karar verirlerse, aramızda savaş çıkar" deyince, Hz. Ömer, Ebû Bekir (r.a.) ve ümmetin emini Ebû Ubeyde'yi alıp Sakife'ye vardılar. Ensâr neredeyse Sa'd b. Übade'ye(5) bîat edecekti. Hz. Ebû Bekir, Sâbıkîn-i Evvelin'den olan Muhacirîn'in üstünlüklerini anlatan ve Kureyş'ten başkasına Arabın boyun eğmeyeceğini izah eden güzel bir konuşma yapınca, Ensâr, "Bir bizden, bir sizden olsun" dediler. Fakat Hz. Ömer bir kına iki kılıcın sığmayacağını ifade etti. Ebû Ubeyde de onu destekleyen bir konuşma yapınca, orada olan Ensâr ve Muhacirin, Hz. Ebû Bekir'e bîat ettiler.

Hz. Ali (ra) o sırada, hanımı Hz. Fâtıma'nın evindeydi. Zübeyr b. Avvam, Mikdad, Selman, Ebû Zer, Ammar ve Ubey b. Kâ'b da oradaydılar. Bunlar kendilerinin müşavere hâricinde bırakılmalarından gücenmişlerse de, onlara danışmaya vakit olmamıştı. O sırada Hz. Abbas (r.a.), Hz. Ali'ye, "Gel, sana bîat edelim; insanlar da biat eder" dediyse de, o, fitne korkusundan bunu kabul etmedi. Ebû Süfyan da, Hz. Ebû Bekir'e (r.a.) biat etmeyip Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) kabilesinin azlığını nazara alarak Haşîmîlere karıştı. Hz. Ali'ye bîat etmek isteyince, Hz. Ali, "Ey Ebû Süfyan! Sen İslâm milleti arasında ayrılık mı koymak istiyorsun?" deyip onu reddetti. Diğer taraftan Hz. Ömer, ümmetin emini Ebû Ubeyde ve Hz. Ebû Bekir, "Neden Hz. Ali, Sakife'ye gelip işe karışmadı?" diye, bir köşeye çekilmesine itiraz ediyorlardı. O sırada, "Hz. Ali, hilâfet dâvâsındaymış, Hz. Ebû Bekir'in hilâfetini kabul etmiyormuş." gibi sözler işitilince, Hz. Ali (r.a.) kızdı.(6) Hâlbuki o vefat hadisesinin şokunu üzerinden atamadığı için uzleti ihtiyar etmişti.

Böylece, Hz. Peygamber (asm)''ın vefat ettiği Hicrî 11. yıl R. Evvel'İn 12. günü (pazartesi) kısaca anlattığımız bu hadiselerden sonra, Hz. Ebû Bekir (r.a), Resûlullah'ın Halifesi (Halifet-u Resûlillah) oldu. Ertesi gün, yani salı günü Hz. Ebû Bekir mescide gitti, orada Umumî Biat gerçekleşti.(7)

Hz. Ali'nin Bîatte Gecikmesi

Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir (r.a.), İslâm milleti içinde nifak ve şikak çıkarmaktan sakınmalarına rağmen, hâlâ Hz. Ali (r.a.) Hz. Ebû Bekir'e (r.a.) bîat etmiş değildi. Cumhur-u Sahabe, Hz. Ebû Bekir'e (r.a.) bîat etmişlerdi; geri de dönmezlerdi. Fakat Hz. Ali'nin (r.a.) başındaki topluluk hâlâ onu hilâfete intisabda ısrar ediyordu. Hattâ, Hz. Ebû Bekir'in damadı Zübeyr b. Avvam "Ali'ye bey'at olunmadıkça kılıcımı kınına sokmam" diye ısrar ederken, Hz. Ömer (r.a.) "Onun kılıcını alıp taşa çarpın!" diyordu.(8)

Hz. Ebû Bekir (ra) bir müddet sabır ve tahammül etmişse de, bu hâl uzayınca, iki tarafın arasının açılacağına, bazı aldanmış cahillerin, safdillerin, zayıf kalbli ve uysal yapılıların işe karışıp durumun fenaya gideceğinden korktuğu için, önce Hz. Ömer'le bu işi müşavere etmeyi kararlaştırdı. Onunla müşavere ederken üzerlerine Ebû Ubeyde gelince, onu meselenin hâlli için Hz. Ali (ra)'a gönderdi.

Hz. Ubeyde b. Cerrah, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir'in söylediklerini Hz. Ali'ye (r.a.) iletti. Hz. Ali vefat hadisesinin şokundan dolayı evinde inzivayı tercih ettiğini, Kitabullah'la meşgul olduğunu(9) açıkladıktan sonra, "Eğer kavi ve ahd (söz ve yemin) sabık olmasa, ağzımı serçe parmağım ve adsız parmağımla ortaya dökerdim ve ayaklarımın altı ve başımın tepesi ile sözün engin yerine dalardım. Lâkin Rabb'ime mülâki oluncaya kadar ağzımı açmam. Dâvamı Huzûr-u Bâri'de görürüm. Yarın sabah cemaatinize giderim, sahibinize bey'at ederim. Beni mahzun, sizi memnun eden hâle dahi sabrederim; tâ ki kaderin hükmü yerini bulsun. Allah her şeye sahiptir." demişi.

Ebû Ubeyde onun dediklerini Hz. Ebû Bekir'e bildirmiş, ertesi gün Hz. Ali, Mescid-i Nebevî'ye gelip cemaati yararak, Hz. Ebû Bekir'e (r.a.) biat etmiş, Hz. Ebû Bekir de yanına oturan, istişareye katılmadığından dolayı üzülen Hz. Ali'ye (r.a.) özür beyan etmiştir. Sonra Hz. Ali izin isteyip kalkmıştır. Hz. Ömer onu yolcu ederken, Hz. Alî (r.a.) ona şöyle demiştir:(10)

"Şimdiye kadar gelmeyişim, sahibinizi (Hz. Ebû Bekir) kabul etmediğimden dolayı değildir. Şimdi de korkumdan dolayı gelmedim. Ben sözümü ciddî derim. Gözümün gördüğü, ayağımın bastığı, yayımın çekildiği, okumun düştüğü yeri de bilirim. Lâkin belâ üzerine gelen belâda atımın gemini çektim."

Burada, "belâ üzerine gelen belâ"yla Resûlullah'ın vefatı ve kendisi için hilâfet talebi iddia ve ithamını kastediyordu. Hz. Ali'nin (r.a.) Hz. Ebû Bekir'e biatıyla,(11) Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinde "icmâ-ı ümmet" vâkî olmuş oluyordu.

 Hz, Ali'nin (r.a.) Gecikmesiyle İlgili Dikkat Çeken Hususlar

 Bu hadise münasebetiyle bazı hususlara parmak basmak gerekir:

1) İhtilâfın halliyle, Cumhur-u Sahabe ile Haşîmîler arasında tehlikeli bir tefrikanın çıkması önlendi.

2) Hz. Sıddîk, icmâ-ı ümmetle halife oldu. Resûli Ekrem'in bildirmesiyle, ümmet hata üzerinde ittifak etmez.

3) Hz. Ebû Bekir tehevvür göstererek Hz. Ali üzerine varmadı. Hz. Ali de bir gün sonra biat edeceğini belirtip taraftarlarını ikna etmek için zaman istedi.

4) Belki Hz. Ali'nin (r.a.) Sakife'ye gitmemesiyle, ihtilâfın bir de Haşîmîliğin eklenmesinin önü alındı ve bu hareketi rahmet oldu.

5) Şimdi, Hz. Ali'yi sevme dâvasında oldukları hâlde onu tenkis edenler, noksanlayanlar, mezhepleri onun kötü ahlâkta olduğunu gerektirenler diyorlar ki:

"Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk ile Hz. Ömer (r.a.) haksız oldukları hâlde Hz. Ali (r.a.) onlara mümâşât etmiş."

 Şia ıstılahına göre "takiyye" etmiş; yani onlardan korkmuş, İkiyüzlülük ve riyakârlık etmiş (hâşâ). "Esedullah" unvanını hakkıyla kazanan, Sıddîkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı; riyakârlıkla, korkaklıkla, sevmediği zâtlara gösterişle, riya göstermekle, 20 küsur yıl korkuyla, onlara mümâşatla ve haksızlara uymayı kabul etmekle sıfatlandırmak, nasıl mümkün olur? Bu ona muhabbet ve onu sevmek değildir. Böyle bir sevgiyi Önce Hz. Ali (r.a.) kabul etmez. Hâlbuki Ehl-i Hakk'ın yolu olan Ehl-i Sünnet, onu su-i ahlâkla ve tenkisle (noksanlamakla) sıfatlamaz, hem ona ittihamda bulunmaz, o şecaat hârikasına korkaklık isnad etmez. Ehl-i Sünnet, "Eğer Hz. Ali (r.a.) Hulefa-i Râşidîn'i hak görmeseydi, bir dakika tanımaz, itaat etmez ve onlara tebaiyet etmezdi" der. Hz. Ali onları "haklı ve râcih" bulmuş, gayret ve şecaatini hakperestliğe teslim etmiştir.

Bütün bunlar da gösteriyor ki, aslında Ehl-i Sünnet olanlar, Hz. Ali'yi (r.a.) severler, Alevîlerden daha çok severler; öyleyse onlar diğerlerinden daha çok Alevidirler; hem onun taraftarıdırlar, şu dört husus da buna delâlet eder:

1) Önce bütün dua ve salavatlarında, hutbelerinde Hz. Ali'yi (r.a.) lâyık olduğu sena ile zikrederler.

2) Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat Mezhebinden olan evliyanın ve asfiyanın büyük ekseriyeti, Hz. Ali'yi (r.a.) "Mürşid" ve "Şah-ı Velayet" bilirler.

3) Kaldı ki, sahabîlerden sonra gelenlerin, onların hâllerini  muhakeme etmeleri  haddi  aşmak  olur. Çünkü, İslâm asırlarının en hayırlısı sahabe asrıdır.(12) Onlar birer hidayet yıldızıdırlar. Kur'ân'ı onlar bize iletti; tefsiri onlardan öğrendik. Hadisler onlardan işitildi. Din ahkâmı onlardan alındı. Onlardan öğrendiklerimizle  onları  muhakeme  etmek  haddimiz midir? Gerçi insan hata edebilir. Müctehidler de kanaatlarinde hata eder; lâkin, hata etse de sevabı vardır. Bu sebepten ne Hz. Ali'yi, ne Hz. Ebû Bekir'i ve diğerlerini, kötülükle, sebb ve tanla anamayız ve anmıyoruz.

4) Ashab-ı Kiram, İslâm'ın rükünleridir. Aralarındaki niza ve ihtilâflar, içtihadı münazaalar kabilindendir. İctihadda ihtilâf etseler de hakkı görünce kabul ederler; Hak hesabına muhataplarına sert çıkışsalar da birbirinin kadrini bilirler. Onlarda tarafgirlik ve nefisperestlik değil, "hakperestlik" hâkimdi. Eğer şahsiyet ve tarafgirlikle hareket edilseydi Zübeyr b. Avvam (r.a.), kayınpederi Hz. Ebû Bekir dururken Haşîmîlerin reyinde olur muydu? Hilâfet meselesinde biri diğerinin reyinde olmadığı hâlde, Hz. Ömer, Hz. Ali'yi en çok takdir edenlerdendi. Bir gün, sorduğu bir meseleye Hz. Ali (r.a.) cevap verince, "Hz. Ali'nin (r.a.) bulunmadığı cemaat içinde bir müşkîl meselenin zuhurundan Allah'a sığınırım." buyurmuştu.(13) Hz. Alî de (r.a.) zaman zaman, "Resûl-i Ekrem'den sonra, bu ümmetin en hayırlısı Ebû Bekir ve Ömer'dir" dedi.(14)

Hülâsa, onların ihtilâfları içtihadı idi; dünyevî maksatlardan, hubb-u riyaset ve siyaset işinden beri idi. Hâlbuki, şimdi insanlarda düşünceler ve atmosfer tamamen farklıdır. Niyetler ve idealler daha çok dünyevîdir. Bu atmosferdeki insanlar, onları da kendileri gibi zannediyor ve değerlendiriyor.

Dipnotlar:

1. Resuli Ekremin Allah elçisi olması ile ilgili bk. Bakara, 2/119,252; En'am, 6/14, 19, 48; Ali İmran, 3/62, 79, 114, 159; Nisa, 4/105, 106; Maide, 5/67, 99; Sad, 38/65, 70.
2. İbn-i Kesir, İzzeddin Ebü'l Hasan, el-Kamil fit-Tarih, I-XII, Beyrut 1996, II, 335 vd.
3. Sarıcık, Murat. İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, Isparta 1988; Zann-ı Cahiliye, Hükm-i Cahiliye ve Asabiyet için bk. s. 18-45; Muhammed Hudari Bek, Nurul Yakin, Beyrut, ty. s. 125-127; Yazır, Hamdi. Hak Dini Kuran Dili, I-IX, İstanbul 1979, III, 1618; et-Tac, V, 22, 46: "Hz. Peygamber'in asabiyeti" yorumu.
4. Ebu Süfyan Uhud'da müşriklerin baş komutanıydı. Mekkenin fethinden az önce Müslüman olmuştu. Asıl adı Sahr b. Harb'dır. Resulullahın hanımlarından Ümmü Habibe'nin babasıdır. Resul-i Ekremin kayınpederidir. Huneyn ve Taif seferlerine katıldı. Taif Kuşatmasında  ve Yermük savaşında bir gözünü kaybetti. Allah Resulü kendisine bir kaç defa duada bulunmuştu; bir gün de, Hz. Ali'yi çağırıp, Allah ve Resulünün Ebu Süfyan'dan (ra) razı olduğunu bildirmiştir. bk. Mutlu, İsmail ve arkadaşı. Sahabiler Ansiklopedisi, I-II, İstanbul 1993, I, 380-386; el-Buhari, Mugire b. Berdizbeh, Sahihul Buhari, IV-III, İstanbul, ty, VI, 126; et-Tec, III, 376; Ebu Süfyanın fazileti için bk. Si'retun-Nebevi, IV, 198; Tefsirul Kuranil Azim, IV, 254; Lat Putunun parçalanması için gönderilmesi.
5. et-Tac, III, 391-392; Sa'd b. Ubade ve Useyyide b. Hudayr için bk. el-Kamil, II, 332.
6. Şiilerin Hz. Ali'nin hilafetine getirdikleri deliller ve bunlara verilen cevaplar için bk. Ehli Beyt, s. 65-99; Sahihi Buhari, IV, 207 vd; et-Tac, III, 330 vd; Suyuti, Abdurrahman b. Ebi Bekir. Tarihul - Hulafa, Mısır 1952, s. 166; Tarihul Hamis, II, 44-45; İbn-i Mace, Sünenü İbn Mace, I-II, İstanbul, ty. I, 44 vd.
7. El-Kamil, II, 332.
8. Kısas-ı Enbiya, I, 291.
9. Hz. Ali (r.a), Resulullah’ın vefatıyla birlikte bütün sureleri ve ayetleri değişik bir tertiple bir araya getirerek hususi manada bir Mushaf hazırlamıştı.
10. Kısas-ı Enbiya, I, 294; el-Mesudi, Ali b. Hüseyn, Mürucu’z-zeheb, I-IV, Beyrut 1986, II, 330. Hz. Ali’nin ne zaman biat ettiğiyle ilgili görüşler…
11. İbn-i Kesir, Hz. Ali, Haşimoğulları ve Zübeyr b. Avvam’ın, Hz. Fatıma’nın ölümüne kadar biatte bulunmadıklarını açıklar. bk. El-Kamil, II, 331.
12. Sahabe modeli, s. 192, 231 vd. 239; Sünenü’n Nesei, VIII, 94; Sünen-i İbn-i Mace, II, 137; Sah. Buhari, VIII, 94; Sah. Müslim, No: 210, 215.
13. Ayrıca bk. Ehl-i Beyt, s. 150, 155 vd.
14. Kısas-ı Enbiya, I, 301.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun