Hz. İbrahim'in, Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin, (Bakara, 2/260) isteğinde bulunması, bir vesveseye mi işarettir?

Tarih: 10.03.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlgili ayetin meali:

“Bir vakit de İbrâhim: 'Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?' demişti. Allah: 'Ne o, yoksa buna inanmadın mı?' dedi. İbrâhim şöyle cevap verdi: 'Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.' Allah ona: 'Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır! Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir/üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.'” (Bakara, 2/260)

Hz. İbrahim (as)’in bu isteği bir vesveseden gelen bir şey değildir, böyle bir şey peygamberlere yakışmaz.

Hz. İbrahim (as)’in böyle bir şeyi neden istediği söz konusu ayette açıklanmıştır: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.” Burada mesele kalbin tatmin olmasıdır.

Bilindiği gibi, kesin ilmi ifade eden “yakînin de “ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn, hakka’l-yakîn” dereceleri vardır. Ve bu üç derecenin her birisi kendi içerisinde binlerce dereceye ayrılır. Bunlardan hiçbiri bir şüphe veya bir vesvese ifade etmez. Bilakis, kesin bilginin unvanları olan “yakîn” mertebelerindeki nüansları ifade eder.

Bunun anlamı şudur, peygamberler yeni müşahedeleriyle -zaten kendilerinde bulunmayan- bir vesveseden kurtulmaya çalışmazlar. Aksine bir alt yakin mertebesinden bir üst yakîn mertebesine; en üst yakîn mertebesinde yer alan derecelerin daha üstün bir basamağına çıkarlar.

Bu konuda en çarpıcı bir misal Hz. Musa (as)’ın Kur’an’da tasvir edilen şu durumudur:

Hz. Musa Tur-i Sina’ya çıktığında Allah tarafından kendisine Tevrat’ın levhaları verildi. Ancak bu arada geride bıraktığı kavminin buzağıya taptığı haberi de iletildi. Bu haberi duyan Hz. Musa (as) elbette oldukça üzülmüş ve kavmine oldukça kızmıştı. Fakat yine de soğukkanlılığını koruyup elindeki Levhalarını muhafaza ederek yola koyuldu. Kavminin yanına varıp da onların taptıkları buzağıyı gözleriyle gördüğünde, öfkesine hâkim olamayıp vahiy olarak aldığı Levhaları yere attı.

“Mûsâ pek öfkeli ve üzgün olarak kavmine dönünce: 'Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini çarçabuk terk mi ettiniz!' dedi ve... levhaları yere attı.” (Araf, 7/150)

mealindeki ayette, bu gerçek seslendirilmiştir.

Konumuzla ilgili husus şudur:

Hz. Musa (as) “kavminin buzağıya taptıklarını" bizzat Allah’tan öğrenmişti. Bu olayın doğruluğunda elbette hiç şüphesi yoktu ve hiçbir vesvese taşımıyordu. Bununla beraber olayı gözleriyle müşahede ettiği anki tepkisi çok farklı bir mecraya kaymıştı. Aslında gözleriyle gördüğü andaki yakîni, Allah’tan haber aldığı zamandaki yakîninden daha fazla değildi, çünkü böyle bir şey düşünülemez. Buna rağmen olayı gözleriyle gördüğü anki tepkisinin fazla olduğu da bir gerçektir.

İşte bundan anlıyoruz ki, peygamber de olsa bir beşer olarak “insanlarda bulunan” görme olgusunun duygular üzerindeki etkisi farklıdır. Nitekim, Peygamberimiz (a.s.m) de Hz. Musa (as)’ın bu olayına dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:

“Duymak görmek gibi değildir. Nitekim, Allah Musa’ya kavminin buzağıya taptıklarını bildirdiği zaman elindeki Levhaları atmamıştı, fakat onların yaptıklarını bizzat gördüğünde Levhaları atıvermişti ve onlar kırılmıştı.” (İbn Hanbel, Müsned, 1/271).

İşte Hz. İbrahim’in “kalbin tatmini” dediği şey budur.

Şunu da unutmamak gerekir ki, Hz. İbrahim (as)’in bu tavrında ve bunun Kur’an’da yer almasında, genel olarak insanların öldükten sonra diriliş hakkında görmek istedikleri kesin bir delilin ortaya konması gibi bir hikmeti de vardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun