İnsanın üstün yaratılmasını açıklar mısınız?

Tarih: 28.07.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İnsanın üstün yaratıldığına dair ayetler hangileridir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İnsanın üstün yaratıldığına dair bazı ayetler şöyledir:

"Rabbin meleklere, 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' dediği vakit onlar, 'Â!.. Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahluk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet yapıp, seni tenzih etmekteyiz.' dediler. Allah, 'Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim.' buyurdu." (Bakara, 2/30)

"Gerçekten biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık." (İsra, 1/70)

"Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır." (Tin, 95/4-6)

Allah, insanı en mükemmel şekilde yaratıp ona tüm mevcudat üzerinde bir üstünlük vermiş ve onu kainatın halifesi kılmıştır. İnsan, bu üstün vasfını iman ve ibadetle muhafaza etmelidir. Aksi takdirde esfeli safiline düşerek bu halifeliğini kaybedecek ve Kur'an'ın ifadesi ile belki hayvandan daha aşağı bir duruma gelecektir. İman insanı meleklerden daha üstün bir nertebeye getirirken, küfür insanı esfeli safiline atıp cehennemin derekelerine düşecek bir hale getirir.

Nitekim Allah Teala insan için "ahsen-i takvim" demektedir. İnsan için "en güzel" denilmesi, mahlukat içinde ondan daha güzelinin olmadığı anlamına gelir.

Kur’an- ı Kerim'de geçen “insanın ahsen-i takvîmde yaratılması” ne demektir?

Taş ve toprak; birinde kıyamete dek ne gül bitecek, ne diken. Diğeri ise meyve vermeğe, insan olmağa namzet. Taş, kıymet ve şeref noktasında, ne daha aşağılara düşebilir, ne de çok yücelere tırmanabilir. Ama toprak öyle değil. Eğer onda sebzeler, meyveler yetişirse ve bunlar bir insanın bedeninde yapı taşı olurlarsa, işte o zaman, toprak “alâ-yı illiyyîn” denilen en yüce makamına ermiş demektir.

Madalyonun bir de öte yüzü var. Aynı topraktan, değişik safhalar sonunda dikenler, yılanlar, akrepler de çıkabiliyor. Böylece o üstün kabiliyet, aşağıların aşağısına yuvarlanıyor. Taş, ona göre zirvede kalıyor.

Âlemlerin Rabbi, “Muhakkak biz insanı ahsen-i takvîmde yarattık.” buyuruyor. Ve insan, bu üstün yaratılışıyla, nice güzelliklerin tohumunu saklıyor. Anlamağa, inanmağa, amel etmeğe, sevmeğe, şefkat etmeğe, feyiz almağa aday. Peygamberlik bu ulvî mahiyetten çıkıyor. Evliya asfiya bu mahiyetin meyveleri. Âlimler, ârifler, muttakiler, sâlihler, cömert simalar, âdil hükümdarlar hep bu ulvî mahiyetin değişik sahalardaki farklı meyveleri.

Nur Külliyatında, “Muhakkak, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabili satın almış bulunuyor.” mealindeki âyet-i kerimenin tefsiri yapılırken, bir temsil getirilir ve temsilin bir yerine de şu mesaj yüklenir. "Hem o fabrikadaki âletler benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek..."(bk. Sözler, Altıncı Söz)

Bir sohbette arkadaşlarıma, toprağın ve suyun fiyatlarını sormuş ve bir cevap alamamıştım. Muzun fiyatını sorduğumda ise yüksek bir rakamla karşıma çıkmışlardı. İşte toprak ve su Allah’ın bir fabrikası olan ağaca girdiklerinde, öteden muz olarak çıkıyor ve büyük bir kıymet kazanıyorlar. Aynı şekilde, otu inek denilen bir canlı fabrikaya veriyoruz, et ve süt elde ediyoruz. Şeker pancarı, fabrikadan şeker olarak çıkarken, çiçek tozları kovanda bal oluyorlar.

İnsan, etrafını saran böyle sonsuz ibret tablolarından ders alarak nefis ve malını, Rabbinin emir tezgâhına soksa, alâ-yı illiyyin denilen o üstün makama erecek ve cennet ehli olma şerefine kavuşacak.

Nefis denilince insanın zâtını anlıyoruz, mal denilince de zâtın tasarrufuna verilen emanetleri. Bir başka ifadeyle, “nefis” insana ihsan edilen dahilî nimetleri; “mal” ise haricî nimetleri temsil etmekte. Her ikisi de insanı ya alâ-ı İlliyyîne çıkaran yahut esfel-i safiline düşüren imtihan âletleri.

Âyet-i kerimede nefisten başlandığını dikkate alarak nefsimiz üzerinde biraz duralım.

İnsan aklı, fizik ve kimyadan, ticaret ve ziraattan, kumar ve soyguna kadar her şeyde istimal edilmeye müsait. Bunların bir kısmı insanı yükseltirken, diğerleri alçaltır.

İnsan kalbi bir umman. İman ve küfürden, adalet ve zulme, tevazu ve kibre, itaat ve isyana, muhabbet ve nefrete, af ve intikama ve daha nice müspet ve menfi mânâlara açık. İnsanın alâ-yı illiyyîne yükselmesinde yahut esfel-i safilîne yuvarlanmasında en büyük pay onun.

Kalbe bağlı lâtifeler, hisler bedenin organlarından çok. Bunlar da insanı ya yücelere çıkarır yahut çukurlara düşürür. "Sevgi"den başlayalım. İnsan bu his ile, ya Rabbini ve Mevlâsını sever, yahut nefsini ve menfaatini. İşte birinci hâl yükseliş, ikincisi çöküştür.

Bir diğeri, “endişe duygusu.” İnsan, ya maddî ve dünyevî problemleri kendisine dert edinir, bunların endişesiyle ruhunu perişan eder. Yahut, bu dünya yolculuğunun cehennemle son bulma endişesi onu durmadan çalışmaya, gayrete ve duaya sevk eder. Birincisi, aşağıların aşağısı, ikincisi yüceler yücesidir.

Beş duyumuz da bu ölçüye vurulmalı. İnsan bunlarla sâlih amel de işleyebilir, isyan ve günah da. Birinciler, insanı en ileri makamlara, ikinciler ise en derin azaplara hazırlar. Yine Nur Külliyatında, “Küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder...” denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir.

Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş. Bilim adamlarımızın ifadelerine göre, elmasla kömürün temel taşları aynı. Sadece kristalleşme şekilleri farklı. İşte bu farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor. Aynı harflerle farklı kelimelerin yazılabilmesi gibi, aynı insan mahiyetinden de, birbirine zıt meyveler çıkabiliyor: Mümin-kâfir, salih-fasık, âdil-zâlim, mütevazı-mağrur gibi.

Bu misale göre:
• Ahsen-i takvim, “en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
• Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”
• Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü.”

Allah Resulü (a.s.m.), “Dünya âhiretin tarlasıdır.” buyurur. O halde insan bu dünyada, çekirdek kabilinden de olsa, “alâ-yı illiyyîn” şerefine erecektir ki, bu mazhariyet âhirette o yüce makam olarak kendini göstersin. Ve yine insan, işlediği isyanlarla, “esfele-i safilîne” layık olacaktır ki, bu liyakat o dehşetli azabı meyve versin.

Sözün özü: Yüksek insanlar da alçak insanlar da bu dünyada yetişiyorlar. Ve âhirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor, yahut azaba düşüyor.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun