MELEKLERE İMAN

Tarih: 25.02.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Melek; erkeklik ve dişilik özelliği olmayan, yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, doğmayan, doğurmayan, normal gözle görülmeyen, Allah'ın emirlerine itaat eden yaratıklardır.

"Melek" kelimesi, yetkili dilcilere göre Arapça bir kelime olup, "elûk" veya "elûke" kökünden gelir. Elûk; götüren, elûke de: haber götüren manasınadır.

"ELK" aslında "elçilik" demektir. Müfredi (tekili), "mefal" vezninde "melek" ise de bilâhare hemze (´) "lâm"dan sonraya alınarak "mel´ek" olmuş, daha sonra hemze de düşerek kelime "melek" hâline gelmiştir. Bu gibi değişikliklere Arapça'da çok rastlanır.

Müfessir İbn Hayyâm ve dilcilerden Rağib el-İsfahânî, melek kelimesinin, "kuvvet ve iktidar sahibi" anlamına gelen "melk" veya "mülk" kökünden türetildiği görüşündedirler. Dolayısıyla melek kelimesi lügat bakımından; haberci, elçi, kuvvet ve iktidar sahibi, tedbir ve tasarruf manalarına gelmektedir.

İslâm dininde ise; melek denince, akla önce, peygamberlere gönderilen ilâhî elçiler; sonra, insanlar ve kâinat üzerinde Allah (c.c.) namına tasarrufta bulunan ve O'nun emirlerini ve verdiği vazifeleri aynen yerine getiren kudret sahibi manevî varlıklar gelmektedir.

İngiliz müsteşriklerinden D. B. Macdonald, melek kelimesinin İbranîce'den Arapça'ya geçmiş olabileceği düşüncesine kapılmış ise de daha sonraki araştırmalarında İbranice'nin çok eski kitabelerinde böyle "bir fiilin hiçbir izine rastlanmadığını" itiraf etmiştir. (Macdonald Melek mad. İA., Fazla bilgi için bk. "İbni-Manzur Lisânül-Arap, XII, 386-387; Râğib el-Müfredât s. 49; M. Hamdi Yazır Hak Dini Kur'an Dili, I, 301-303).

Meleklerin hakikatı, cinsleri, sıfat ve özellikleri hakkında bazı farklı görüşler varsa da; Ehl-i sünnet âlimlerinin Kitap ve Sünnete dayanan ortak görüşleri icmalî olarak şöyledir: Melekler; Allah Teâlâ'ya ibadet ve taatle meşgul olan ruhanî, nuranî, lâtif varlıklardır. Allah'ın kendilerine verdiği her emri derhal ve aynen yerine getirirler ve asla itaatsizlik etmezler (Tahrîm, 66/6) Melekler, "emanet" sıfatıyla muttasıfdırlar.

Kur'ân-ı Kerim'in birçok ayetlerinde meleklerin, kâinattaki bütün varlıklar gibi bağımsız olarak yaratılan, fakat insanlara ve diğer canlı ve maddî yaratıklara mahsus olan yeme, içme, uyuma ve evlenme gibi sıfatlardan; erkeklik ve dişilik gibi cinsiyetten ve her çeşit günah işlemekten uzak, daima Allah'ı tenzih ve tesbih eden nuranî lâtif varlıklar olduğu bildirilmiştir. Bu özellikleri sebebiyle, Cenab-ı Hak tarafından kendilerine verilen her türlü işleri yapmaya, en kısa zamanda en uzak yerlere süratle gitmeye, diledikleri şekil ve surette görülmeye muktedir olan, Hak Teâla'nın mükerrem kulları, şerefli ve kutsal yaratıklarıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

"Belki onlar, Allah'ın şerefli kullarıdır. Onlar Allah'ın sözünden önce söz söylemezler ve O'nun emrettiklerini (hemen) yaparlar." (Enbiya, 21/26-27);

"Onlar, Allah'ın emirlerine (isyan edip) karşı gelmezler ve emrolundukları şeyleri (aynen) yaparlar." (Tahrim, 66/6);

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O'nun katındakiler O'na ibadet etmekte (asla) kibir göstermezler ve (asla) yorulmazlar. Gece ve gündüz durmadan (yorulmadan) O'nu tesbih (ve takdis) ederler." (Enbiyâ, 21/19-20).

Şu ayet-i kerîmelerde ise Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Gökleri ve yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediğine (dilediğini) artırır. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir." (Fâtır 35/1);

"Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Biz de Ruhumuzu (Cebrail'i) ona gönderdik. (O) ona düzgün bir insan şeklinde göründü." (Meryem, 19/17)

Ayrıca Peygamber (s.a.s), Cibril (a.s)'i insanlardan biri (Ashab'dan Dihyetü'l-Kelbî) suretinde gördüğünü meşhur Cibril hadisinde beyan etmiştir. (Buhârî, İman, 1; Müslim, İman, 1).

Bu ayetlerden ve onları açıklayıp manaca destekleyen pek çok sahih hadislerden, her Müslümanın melekler hakkında, aşağıda sıralanan özelliklerine inanması gerekmektedir:

1. Melekler, Allah Teâlâ'nın yarattığı kullarıdır. Öyle ise onlar, Hak Teâlâ'nın -haşa- kızları, çocukları olmadıkları gibi, asla düşmanları da değildir (Putperest Arap müşriklerin ve eski din mensuplarının melekler hakkındaki sapık inançları hayalî olup batıldır).

2. Melekler, Allah'ın emirlerine harfiyen bağlıdırlar. O'na asla karşı gelmez ve isyan etmezler, herhangi bir yasağını çiğnemezler, günah işlemezler. Çünkü "ismet" ve "emanet" sıfatlarıyla muttasıfdırlar. Bütün meleklerin ortak özelliği; daima Allah'a hamd ve senada bulunmak, O'nu itaat ve ibadetle, tesbih etmektir (Enbiyâ, 21/26-27; Mümin, 40/7).

3. Meleklerin, nuranî mahiyetlerine uygun (yaptıkları iş ve vazifelerine göre) ikişer, üçer, dörder kanatları vardır. Bu husus, Allah kelâmı Kur'an ayetleriyle sabittir. Ancak; gâib (görülmeyen) âlemden olan, maddî kesafetten soyutlanmış, mahiyeti bilinmeyen melekleri kuşlar gibi kanatlı, maddî varlılar olarak tasavvur etmek, yanlış bir anlayıştır. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın irade ve takdiri ile bizim gözlerimizle görülecek şekilde yaratılmamış, Kur'an-ı Kerim'de bir konuda açık bilgi verilmemiştir. Sözü edilen kanat, meleğin yaratılış gayesi ve nuranî mahiyeti ile bağdaşan, vazifelerini en süratli bir şekilde yerine getirmelerine delâlet eden manevî bir kanat, bir kuvvet ve iktidar sembolüdür. Bu söz, temsilî ve mecazî bir ifade tarzıdır. Nitekim, din ve dünya ilimlerine sahip olan bir kimseye, mecazen "zül-cenaheyn" iki kanat sahibi dendiği gibi; anaların çocukları için "şefkat ve merhamet kanatları"ndan bahsedilir. Hristiyanlar ise melekleri, bir kuş gibi kanatlı olarak düşünür ve tasvir ederler. Onların İslâm itikadından ayrıldıkları bir husus da budur.

4. Kur'ân'a ve Sünnete göre melekler, gözle görülmeyen, nurdan (ışıktan) yaratılmış olmalarına rağmen, Cenab-ı Hak onlara, gerektiğinde diledikleri kesif cisimler ve insan şekline girerek görünme gücünü bağışlamıştır. (M. Said Ramazan el-Butî, Kübrâl-Yakîniyyât el-Kevniyye, s. 271-278; A. A. Aydın İslâm İnançları, I, 402-403).

Melekler Neden Görünmezler?

Melekler, nurdan yaratılan, ruhanî ve lâtif varlıklar oldukları için, kendilerine mahsus olan bu mahiyet ve hakikatları onların insan gözüne görünmesine engel teşkil eder. Çünkü, maddî olan insan gözü, melekler gibi nuranî, lâtif ve soyut varlıkları görebilecek şekil ve vasıfda yaratılmamıştır. Ancak Cenab-ı Hak, hidayet rehberi olarak gönderdiği üstün vasıflı insanlar olan peygamberlerine bu kuvveti verdiğinden, yalnız onlar melekleri hakikî hüviyetleri veya Allah'ın dilediği surette görebilirler.

Kur'an-ı Kerim'de insanların topraktan; cinlerin ve şeytanın yalın ateşten yaratıldıkları,

"Cin'i de yalın ateşten yarattık." (Rahman, 55/15)

âyetiyle beyan olunmakta ise de;

"(iblis) Ben ondan (Âdem'den) daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın' dedi." (Sâd, 38/76)

ayetinde görüleceği gibi; meleklerin hangi maddeden yaratıldığı bildirilmemiştir. Ancak Sahih-i Müslim'de Hz. Aişe (r.anha)'dan nakledilen sahih bir hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.s),

"Melekler nurdan, cinler yalın bir ateşten yaratıldı." {Sahih-i Müslim 7/226 (1333 H.)}

buyurmuştur. Bu hadis, meleklerin maddî olmayan nuranî, lâtif varlıklar olduğuna, meleklerle cinlerin iki aynı asıldan gelen iki ayrı varlıklar olduğuna delâlet etmektedir.

Meleklere İman, Her Müslümana Farzdır:

Meleklerin mana ve hakikatı, cinsleri, sıfat ve özellikleri hakkında Ehl-i sünnet alimlerinin Kur'ân-ı Kerim ve Peygamberimiz (s.a.s)'in sahih hadislerine dayanan (ve yukarıda açıklanan) ortak görüşleri, her Müslümanın inanması gereken melek anlayışını ortaya koymaktadır. Vasıfları ve görevleri Kur'ân-ı Kerim'in pek çok âyetlerinde tafsilî olarak anlatılan meleklere iman etmek, İslâm'da iman esaslarından biridir. Bu inanç, İslâm dininin inanç sistemi arasında çok önemli bir yer işgal eder. Çünkü melekler; Rab Teâla'nın insanlara bir lütfu ve keremi sayılan "peygamberlik müessesesi"nin temeli olan Allah'ın "ilâhî vahyini", görülmeyen gayb âleminden, insanlara, onlar arasından seçilen peygamberlere indiren "Allah'ın ilâhî elçileri"dir.

Melekler, yaratılan bu âlemin, göklerde ve yeryüzünde nizam ve intizamını sağlayan Allah'ın ruhanî yaratıkları, insanları koruyan, onlara hayrı ve iyiliği ilham eden, yaptıkları işleri yazan şerefli kâtipler, nuranî yüce varlıklardır.

Bu esasa göre, vahye ve peygamberliğe, hatta ahirete ve gaybiyyât denilen "ahiret ahvali"ne, cennet ve cehenneme inanmak, ancak meleklere iman etmekle mümkün olur. O hâlde peygamberlere ve onlara indirilen semavî kitaplara inanmadan önce, onlara peygamberliği getiren, vahyi ve kitapları indiren "meleklerin varlığına" kesin olarak inanmak lâzımdır. Bu bakımdan, "meleklere iman", "peygamberlere iman" demektir. Melekleri inkâr ise, peygamberliği de inkâr sayılır. İşte bu sebepledir ki, meleklere iman; "iman esasları" arasında "Allah (c.c)'a iman"dan sonra yer almıştır.

Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; Allah'a imandan sonra meleklerine, daha sonra kitaplarına ve peygamberlerine iman etmek emredilmiştir: Bakara sûresi 285. ayetinde şöyle buyurulur:

 "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene (Kur'an'a) inandı, mü'minler de inandılar. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı..."

Esasen diğer iman esaslarına (ahirete, kaza ve kadere) iman etmek de her şeyden önce Allah Teâlâ'ya, sonra O'nun meleklerine inanmakla mümkün olur. Bu bakımdan meleklere iman, Kur'an'da, Allah'a imandan hemen sonra zikrolunmuştur. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den Hz, Ömer (r.a)'ın rivayet ettiği meşhur hadiste, Peygamberimiz (s.a.s), vahiy meleği Cibril (a.s) ile konuşmuş, kendisine "İman nedir?" diye sorduğunda Resulullah (s.a.s), şöyle cevap vermiştir:

"İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayriyle şerriyle kadere inanmaktır." (Müslim, İman 1; ayrıca Buharî, Ebu Davud, Tirmizî ve Nesaî de benzerlerini rivayet etmişlerdir).

Bu ve benzeri kesin nasslarla sabit olan meleklerin varlığını inkâr eden; Kur'an, Sünnet ve İcma-ı Ümmet ile kâfir olur. Çünkü Hak Teâlâ,

"Kim Allahı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse; o uzak bir sapıklığa düşmüştür." (Nisa, 4/136)

buyurmuştur. Dolayısıyla, melekleri inkâr etmek, hem Kur'an'ı, hem de peygamberliği inkâr sayılır.

O halde gerçek şudur ki; meleklerin varlığı naklen sabit, aklen caizdir. Çünkü, bütün peygamberler meleklerin var olduklarını bildirmişler. Hz. Peygamber (s.a.s)'de onları bizzat görmüş ve var olduklarını haber vermiştir.

Kur'ân-ı Kerim'de meleklerden, onların vasıflarından yaptıkları çeşitli vazifelerden, Allah katındaki yüksek derecelerinden söz eden pekçok âyet vardır. Allah kelâmı olan Kur'an'ın her verdiği haber haktır ve gerçeğin kesin ifadesidir. Peygamberler ise, masumdurlar. İsmet, sıdk, tebliğ ve emanet sıfatları ile muttasıf olduklarından, asla yalan söylemezler.

O hâlde Müslümanlar, Kur'ân ayetleri ve sahih hadislerle kesin olarak sâbit olan, bütün geçmiş peygamberlerin ve semavî dinlerin varlıklarında ittifak ettikleri meleklere iman etmekle mükelleftirler. Bu sebeple, şer'an (Kitap ve Sünnet ile) sabit olan melekleri inkâr etmek, küfrü gerektirir. İnkâr edeni iman ve İslâm dairesinden çıkarır. Bu konuda varid olan muhkem ayetleri ve şer'î delilleri te'vile kalkışmak asla caiz değildir.

Melekler, "gaybiyyât" denilen görülmeyen âlemde mevcut nuranî lâtif varlıklar olduklarından; biz onları göremezsek de var oldukları, dinî naklî delillerle sabit olduğundan, insan aklı da onların varlığını inkâr edemez. Gerçi akıl, melâikenin ne varlığını, ne de yokluğunu kesin delillerle isbat edemez. Fakat, aklı selîm, gözle görülmeyen bu gibi lâtif varlıkların varlığının imkânsız olmadığına, aksine onların da, "vücudu caiz" olan şeylerden olduğuna delâlet eder. Çünkü; meleklerin varlığını inkâr edebilmek için, aklî, felsefî veya ilmî verilere dayanan hiç bir delil ortaya konulamaz. Aksi halde; gözümüzle göremediğimiz ve bu gün ilmin ve felsefenin mahiyet ve hakikatini tesbit edemediği "hayat cevheri"nin, "insan ruhu"nun ve aklımızın da varlığını inkâr etmemiz gerekir. Fakat göremiyoruz veya mahiyetini bilemiyoruz diye; ne ruhu, ne aklı, ne hayat gerçeğini ve ne de görünmeyen, fakat varlığı ilmen bilinen kuvvet ve enerji gibi gerçekleri inkâr edemeyiz.

O hâlde, ruh ve akıl gibi maddî olmayan ve "mücerredât" denilen maddeden soyutlanmış manevî, gaybî varlıklara da inanmaya mecburuz. Bu gibi soyut varlıklar, müşahede (gözlem) ve tecrübeye dayanan müsbet ilmin sınırları dışında kalan fizik ötesi, gaybî, manevî yaratıklardır. Nitekim, özellikle Sokrat ve Eflatun gibi İlâhîyat Felsefesiyle uğraşan ve bir çok eski filozoflar, fizik ötesi ruhanî varlıkların var olduğuna inanmak zorunda kalmışlar ve onlara "misaller âlemi", "ervâhı ulviyye" ve "nüfûz-ı mücerrede" gibi felsefî isimler vermişlerdir. Bugünkü müsbet ilimlerle uğraşan meşhur bilginlerin büyük çoğunluğu, fizik ötesi bir takım kuvvet ve varlıkların bu maddî-kevnî âlemde görülen bazı olayların meydana gelmesine sebeb olduğunu kabul ve itiraf etmektedirler. Bütün bu gerçekler ve ilmî veriler, meleklerin varlığının aklen caiz ve mümkün görüldüğüne kesin olarak delâlet etmektedir.

Özet olarak diyebiliriz ki, melekler de aklımız ve ruhumuz gibi vardır.

Gerçi biz onları göremiyoruz ama, peygamberler görmüşler ve büyük bir melek olan Cebrail (a.s) elçiliği ile Allah Teâlâ'nın vahyine mazhar olmuşlardır. Onlar, vahiy meleği aracılığı ile Allah'ın emir ve yasaklarını alıp, öğrenmişler ve insanlığı hidayete ve saadete yöneltmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de, Peygamberimiz (s.a.s)'e aynı şekilde indirilmiş ve bize meleklerin varlığını haber vermiştir. Onun içindir ki bütün Müslümanlar, Kur'ân-ı Kerim'in ve Peygamber (s.a.s) Efendimizin haber verdiği ve aklın da varlığını inkâr etmediği meleklere inanırlar. Çünkü melekleri inkâr, mukaddes kitapları ve peygamberleri de inkâr etmeyi gerektirir.

Kur'ân-ı Kerim'de geçen pek çok ayetlerde meleklerin çeşitli görevleri belirtilmiş, yaptıkları işlerin önemine ve özelliğine göre aldıkları özel isimler beyan olunmuştur. Yerlerde ve göklerde, Kürsî'de ve Arş etrafında, Beytu'l Ma'mur ve Sidre-i Münteha'da, cennet ve cehennemde sayısız melekler vardır. Bütün meleklerin çok çeşitli olan görevlerine ve yaptıkları işlerin mahiyetine göre tanzim edip bunları yöneten dört büyük melek, meleklerin başları ve amirleridir. Bu görevlerin en başta geleni ve en önemlisi; peygamberlere Allah (c.c.)'ın ilâhî vahyini ulaştırmak, yani Allah'ın emirlerini tebliğ etmektir. Bu bakımdan, melek denilince akla her şeyden önce, "Cebrail" adıyla tanınan vahiy meleği gelir. Sonra diğer görev gruplarının başları olan Azrâil, Mikâil ve İsrâfil gelir. Bu dört melek meleklerin "Resulleri"dir.

Kur'ân-ı Kerim'in beyanına göre melekleri, şu üç büyük grupda toplamak mümkündür:

A) "İlliyyûn, Mukarrebûn" diye anılan melekler. Bunlar, daima Allah Teâlâ'yı tenzih ve tehlil ile O'na ibadet ve taatla meşguldürler. Muhabbetullah (Allah sevgisi) ile istiğrak halindedirler.

B) "Müdebbirât" diye bilinen melekler olup, bu kâinatın nizam ve intizamını temin etmekle görevlidirler. Allah Teâlâ'nın yerlerde ve göklerde irade ve kudretinin tecellisine aracılık ederler.

C) Her şeyden önce, peygamberlere vahyi ilâhîyi ulaştırmakla görevli olan ilahî elçilerdir. Bunlar genellikle bütün insanların ruhî halleri ve tekâmülleri ile meşguldürler. İnsanlarla ilgili çeşitli görevleri vardır.

Gerçek şudur ki; bütün meleklerin ne gibi görevleri olduğunu tafsilâtıyla bilmemize imkân yoktur. Ancak Kur'ân-ı Kerim, meleklerin bazı görevlerini ve her göreve göre onlara verilen melek ismini haber vermiştir. Onlara, bildirildiği isim ve vasıflarıyla inanmak gereklidir. Çünkü bu görev ve ve isimler kesinlik ifade eden dinî nasslarla sabit olmuştur.

Genellikle insanların ruhî tekâmülleri, dünya ve ahiret hayatları ile ilgili olan meleklerin, Kur'an ayetleri ve Peygamberimiz (s.a.s)'in sahih hadisleri ile beyan olunan görevleri ve her birinin isimleri ana hatlarıyla şöylece özetlenebilir:

1. Melekler, Allah'tan vahiy getiren ilâhî, elçilerdir. Meleklerin insanlarla ilgili en büyük ve en önemli görevleri; onları hidayete sevkeden, iki cihanda saadet ve selâmete ulaştıran ilâhî vahyi peygamberlere tebliğ etmek, Allah'ın kelâmını, emir ve hükümlerini, mümtaz kulları olan peygamberlerine ulaştırmaktır. Meleklerin başta gelen bu görevleri, bir çok Kur'an ayetleri ile sabittir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı 'elçiler' yapan Allah'a hamdolsun. Allah dilediğine dilediğini (peygamberlikle) arttırır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir." (Fatır, 35/1).

Bu ayette Allah (c.c), yüce zatı ile peygamberleri arasında risaletini ve ilâhî vahyi onlara tebliğ eden "melekler" yarattığını bildiriyor. "Kanat" tabiri; ruhlar âleminde, meleklerin kudretini ve Allah'ın ilâhî emirlerini süratle yerine getirdiklerini beyan eden mecazî bir ifadedir. Başka bir ayette de şöyle buyurur.

"Allah, kullarından dilediğine kendi emrinden bir ruh (vahiy) ile 'melekleri' indirerek şöyle der: (insanları) uyarın ki; benden başka (tapılacak) ilâh yoktur. Benden korkun." (Nahl, 16/2).

Ayetten anlaşıldığına göre Allah Teâlâ, ilâhî vahyini vahiy melekleri vasıtasıyla, dilediği seçkin kulları olan peygamberlerine indirir. Onlar insanlara, Allah'ın birliğini, ibadete ve korkulmaya lâyık tek mabud olduğunu bildirirler. Ayette vahiy, ruha benzetilmiştir. Çünkü ruh, nasıl cesedin dirilmesine sebeb olursa; vahiy de insanları ve milletleri dirilten bir ruh gibidir. Bu iki ayette vahiy meleklerinden bahsedilmekte ise de, Kur'ân-ı Kerime göre Hz. Muhammed (s.a.s)'e vahyi getiren meleğin ismi Cebrail'dir. Bu kelime bazı âlimlerin görüşlerine göre, "Allah'a hizmet eden" manasına olup, Arapçası "Cibril"dir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Deki: Kim Cibrile düşmansa, bilsin ki, o, Kur'an'ı Allah'ın izniyle -kendinden öncekileri tasdik edici ve müminlere yol gösterici ve müjdeci olarak- senin kalbine indirmiştir." (Bakara, 2/97).

Cibril Kur'an'da "Ruhu'l-Emin" ve "Ruhul-Kudüs" olarak da geçer:

"Şüphesiz ki Kur'an, âlemlerin Rabbinin indirdiği (bir kitap) tır. Onu 'Ruhu'l-Emin' (Cebrail) senin kalbine, uyaranlardan olman için indirmiştir." (Şuarâ, 26/192-193),

"De ki onu 'Ruhu'l-Kudüs' (mukaddes, temiz ruh) Rabbinden hak olarak indirdi." (Nahl 16/102).

Hz. Muhammed (s.a.s)'den önceki peygamberlere de vahyin aynı yolla indirildiği bildirilmiştir (Nisâ, 4/163). Cebrail (a.s)'a "Vahiy meleği" ve "Namusu Ekber" de denir. Dört büyük melekten biri olarak, "Rasul" diye de anılır. O, Vahiy meleklerinin başı ve resuludur. En büyük ve en şerefli melektir (ayrıca bk. Cebrail, maddesi),

2. Meleklerin önemli vazifelerinden biri de; Allah'ın sevgili kulları olan peygamberlerini destekleyerek onlara kuvvet vermek, karşılaştıkları güçlükleri kolaylaştırmak ve üzüntülü anlarında onları teselli etmektir.

Bu yardım ve manevî destek, hemen her peygamber için daima görülmüştür. Bunun örnekleri çok olup, pekçok Kur'an ayetleriyle sabittir. Bu konuda, diğer peygamberler arasında Hz. İsâ (a.s)'ın ismi çok geçer. Çünkü İsâ peygamber ve annesi Hz. Meryem, Yahudilerin ciddi hücumlarına ve çirkin iftiralarına maruz kalmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de üç yerde (Bakara, 2/87, 253 ve Nisâ 4/110), Hz. İsa (as)'a; Ruhu'l-Kudüs, yani Cebrail (a.s) tarafından kuvvet verildiği bildirilmiştir. Bir ayette şöyle buyurulur:

"...Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik, onu Ruhu'l-Kudüs ile destekledik." (Bakara, 2/87 ve 253).

Melekler, Peygamber (s.a.s) Efendimiz için, daima salâvat getirirler (Ahzab, 33/56).

3. Melekler, peygamberlerle beraber olan, onların yolunda yürüyen imanları kuvvetli gerçek müminlere ve salih kullara da kuvvet vererek destek olurlar.

Müminlere darlık zamanlarında (özellikle, Allah yolunda savaşırken saf tutarak) yardım ederler ve müjdeler verirler. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

"Rabbimiz Allah'tır deyip dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerlerine (müjdeci) melekler iner. Onlara: Korkmayın, mahzun da olmayın, size vadedilen cennetle sevinin. Sizin dünya hayatında da ahirette de dostlarınız biziz." (Fussilet, 24/30-31) 

Meleklerin, müminlere inişi, onların dünyada hayrı ve doğru olanı kalplerine ilham etmeleri şeklinde olabileceği gibi; onları huzurlu kılmak, Allah'ın kendilerine vadettiği cennetle müjdelemek şeklinde de olabilir. Bu gruptaki yardımcı melekler, müminlere dünya ve ahirette dost ve arkadaş olduklarını söyleyerek, sıkıntılı hallerinde onları teselli ederler. Nitekim Hak Teâlâ, Peygamber (s.a.s)'e ve beraberindeki Ashâb-ı Kirama, kâfirlerle Allah yolunda savaşırken onlara yardım eden ve müminleri düşmanlarına muzaffer kılan melekler gönderdiğini bildirir. Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Hani siz Rabbinizden imdat (yardım) istemiştiniz. O da; 'Ben size birbiri ardından gelen bin melekle imdat ediyorum.' diye duanızı kabul etmişti." (Enfâl, 8/9-10). 

"Rabbinizin, indirdiği üçbin melekle yardım etmesi yetmez mi?" (Âl-i İmran, 3/123);

Başka bir ayette beş bin melek indirildiği (Âl-i İmran, 3/124); bir diğerinde,

"Kuvvetli rüzgâr ve göremediğiniz askerler gönderdik." (Ahzâb, 33/9)

buyurulur. Nitekim Müslümanların, kâfirlerle yaptıkları üç savaşı da Allah'ın izni ve meleklerin yardımı ile kazandıkları tarihen sabittir.

4. Meleklerin bir vazifesi de; insanların ruhen yükselmelerine yardım etmek ve onları iyi, güzel ve hayırlı işlere yöneltmektir.

İnsanlar, ancak meleklerin indirdiği ilâhî vahiy ve telkin ettikleri ilâhî ilham ile ruhî hayatın ne olduğunu arılayabilir ve ruhî melekelerini geliştirerek ruhen yükselebilirler. Melekler, müminlere manevî kuvvet vererek ruhen yükselme düşüncesinin dünyada yerleşmesini sağlarlar. Meleklerin müminler, hatta kâfirler için dua etmeleri, bütün insanları ruhen yükselme yoluna sokmak içindir. Müminleri Allah'ın izniyle hidayete sevkederek onları aydınlığa çıkarmaları, hep bu ruhî yükselmeyi sağlamak içindir. Meleklerin insanlarla ilgili olan bu görevleri; onların ruhen yükselmelerine yardım etmek, böylece onları ruhî olgunluğa eriştirmek gayesi taşır. Genel olarak her türlü iyi, güzel ve hayırlı işler, bu ilham meleklerinin iyi telkinleri ve bizi o işlere yönlendirmelerinin sonucudur.

5. Bu gruptaki meleklerin diğer bir görevi de; bütün insanların hidayetleri ve doğru yolu bulmaları için duada ve şefaatta bulunmalarıdır.

Şefaat, hüküm gününde günahkârlar hesabına Allah'a yalvarmaktır. Bu dua ve şefat; "Rahmeti her şeyi kuşatan Allah Teâlâ'nın iradesiyle bütün insanlar için ise de; meleklerin yalnız müminlere mahsus olan duaları daha kuvvetlidir. Nitekim Hak Teâlâ;

"Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek O'nu tesbih ederler, O'na inanmışlar. Müminler için: 'Rabbimiz, rahmetin ve ilmin her şeyi (kavramış ve) kuşatmıştır. Tövbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru.' diye (dua eder ve) bağışlanma dilerler... " (Mümin, 40/7-9)

buyurmuştur. Peygamberler ve Peygamberimiz (s.a.s) için meleklerin duası ise, onları övmek ve salâtü selâm getirmekti (Ahzâb, 33/56).

Meleklerin şefaatından şöyle söz edilir:

"Göklerde nice melekler vardır ki, şefaatları hiç bir fayda vermez. Ancak, Allah'ın dilediği ve razı (hoşnut) olduğu kimseler hakkında O'nun izniyle (meleklerin şefaati) fayda verir." (Necm, 53/26).

6. Melekler, aynı zamanda, ilâhî cezaları icra ve tenfiz eden vasıtalardır. Yani onların bir görevi de kötü ruhlu insanlara ve inkarcılara verilen ilâhî cezayı aynen yerine getirmektir. Bunun, müminlere kuvvet ve destek verme göreviyle çok yakın ilgisi vardır. Çünkü inanan salih kullar ile inkarcı kötü kullar arasındaki mücadelede ikincileri cezalandırmak, mümin kullara destek ve onlara mükâfat sayılır. Nitekim hakka ve ilâhî gerçeklere savaş açarak onları yok etmek isteyen kâfirler hakkında;

"Bize dönmeyi, (bizimle) karşılaşmayı (ve hesap vermeyi) ümit etmeyenler dediler ki: 'Bizim üzerimize ya melekler indirilmeliydi, yahut Rabbimizi (doğrudan) görmeliydik.' Andolsun ki (onlar), kendi nefislerinde büyüklenmişler ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. (Azap) meleklerini gördükleri gün, işte o gün (mücrim) suçlulara hiçbir sevinç haberi yoktur. (Melekler onlara) 'Müjde (iyi haber) size yasaktır yasak.' derler. Yaptıkları her işi de alır toz duman ederiz." (Furkan, 25/21-23).

Diğer bir ayette ise;

"Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve işin olup bitmesini mi bekliyorlar?.." (Bakara, 2/210)

buyrulur. Bu ve benzeri ayetler, azab meleklerinin, kâfirlerin tepelerine ineceğini ve cezalarını vereceğini gösterir.

7. Meleklerin görevlerinden biri de; cehennemi ve cehenneme girenlerin oradaki işlerini idare etmek, cezalarını infaz etmektir. Kur'ân-ı Kerim'de, cehennemde görevli melekler için "zebaniye" terimi kullanılmıştır. Onlar, Cehennemin rabıtaları, bekçileridir. Büyükleri on dokuzdur. "Hazene-i Cehennem ", cehennemin idarecileridir. Cehennem ve bekçileri olan melekler hakkında şöyle buyrulur:

"Sekar'ın (yakıcı cehennem ateşinin) ne olduğunu (sen) biliyor musun? Hem geride bir şey bırakmaz; (her şeyi yakıp yok eder) hem de azapdan vazgeçmez, durmadan derileri kavurur. Üzerinde on dokuz (bekçi melek) vardır. Biz Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden yaptık, (onların) sayılarını (bildirerek) onu inkâr edenler için bir imtihan yaptık..." (Müddessir, 74/27-31).

8.  Meleklerin diğer bir görevi de; Cenneti ve Cennet ehli müminleri idare etmek, onlara cennet nimetlerini ikram etmektir. Kur'ân-ı Kerim'de cennet meleklerine genellikle "Rıdvan ", idarecilerine de mutlak manada "Hazene-i Cennet" adı verilmiştir. Bu konuda Kur'an'da şöyle buyurulur:

"Rablarına (emirlerine) karşı gelmekten sakınan (ve azabından korunan)lar bölük bölük Cennete götürüldüler. Oraya varıp ta (Cennetin) kapıları açıldığında, bekçileri onlara: "Selâm (ve selâmet) size, tertemiz (ne hoş) oldunuz! Artık ebedî kalmak üzere buraya girin" dediler." (Zümer, 39/73).

Diğer bir âyette ise:

"(Onlar) Adn cennetine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi (salih) olanlar da onlarla beraber girerler. Melekler de her kapıdan yanlarına girip; 'Sabretmenize karşılık, size selâm olsun. Burada (ahiretteki yurdunuz) ne güzel oldu.' derler." (Ra'd, 13/23-24).

9. Meleklerin bir kısmının görevi de, Arşı yüklenmektir. Bunlara "Hamele-i Arş" denir. Kur'ân-ı Kerim, kıyamet gününde onu yüklenip taşıyacak meleklerin sayısının. sekiz (adet veya sekiz sat) olduğunu bildirir. Şöyle der:

"Melekler de onun çevresindedirler. O gün Rabbinin arşını onların üstünde sekiz (cins veya saf) melek yüklenir." (Hakka, 69/17).

Başka bir ayette ise;

"Arşı taşıyan ve etrafında bulunanlar, Rablerini överek (şânını tenzih ve) O'nu tesbih ederler..." (Mü'min, 40/7).

10. Meleklerden bir kısmının insanlarla ilgili bazı özel görevleri vardır. Bunlardan bir kısmının görevi; değişik şartlarda ve çeşitli işler sırasında insanları muhafaza etmek, onları koruyup gözetmek, yaptıkları iyi ve kötü her türlü iş ve davranışları kaydetmektir. Bunlar, Kur'an'da; Hafaza, Muakkibe", "Kirâmen Kâtibin (Şerefli ulu yazıcılar)" adları ile anılırlar. Bunlara "Hafaza melekleri" denir. Her insan için görevli olanlar ayrıdır. Bir ayeti kerimede;

"(Onların) her birini önünden ve arkasından izleyen (gözeten) muakkib (melek)ler vardır. Allah'ın emriyle onu korurlar." (Ra'd, 13/11).

Diğer bir ayette;

"O kullarının üstünde yegâne hakimdir. Size koruyucu (hafaza) (melek)lar gönderir." (En'âm, 6/61)

buyrulmaktadır. "Kirâmen Kâtibin" adıyla da anılan bu melekler, her mükellefin yaptıklarını yazarak bir kitapta muhafaza ederler. Bu meleklerden biri insanın sağında, diğeri solunda durur, yaptığı iyilik ve kötülükleri kaydederler. Kur'ânda şöyle buyrulur:

"Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek, onun yaptıklarını) kaydetmektedir. (İnsan) hiçbir söz söylemez ki; yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın." (Kaf, 50/17,18). 

Diğer bir ayette, "Kirâmen Kâtibîn" terimi kullanılır:

"Muhakkak ki üzerinizde (muhafız) bekçiler, yaptıklarınızı bilen (ve kaydeden) şerefli (ulu) yazıcılar vardır." (İnfitar, 82/10, 11) buyrulur.

Ayeti kerimede geçen "Hafaza " (koruyucu) tabiri, görevli meleklerin, insanın davranışlarına göz kulak olmak, gözetlemek anlamınadır. Melekler nurânî ve manevî lâtif varlıklar oldukları için, onların kayıt şekilleri, insanlarınkine benzemez. Nitekim HakTeâlâ,

"Her insanın boynuna işlediklerini dolarız ve kıyamet günü açılmış bulacağı Kitabı (Amel defterini) önüne çıkarırız." (isrâ, 17/13) buyurur.

11. Bir de "Münker ve Nekir" adları verilen kabir melekleri vardır. Bunlar, ölen ve kabre konan her kula, Rabbi, peygamberi, ve kitabı hakkında soru sormakla görevlidirler.

12. Meleklerin en önemli ve en büyük görevlerinden biri de; insanların eceli gelince, yaratan Rabbu'l Âleminin izniyle onların ruhlarını kabzetmektedir. Bunlara, "ölüm meleği" denir. Bunların başı, dört büyük ve mukarrab melekten biri olan Azrail (a.s)'dir. Canları yaratan Allah Teâlâ'nın ilâhî hikmeti, ruhların kabzedilmesini, "Mukarreb" olan meleklerden birine havale etmeyi gerektirmiştir. Kur'an'da şöyle buyrulur:

"De ki, size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz." (Secde, 32/11).

Görüldüğü gibi ayette o, "Melekül mevt" diye adlandırılan, büyük bir melektir.

Ruhların, tek bir melek, yani Azrail (Abdülcebbâr) tarafından mı, yoksa bir çok melek aracılığıyla mı alındığı konusu tartışmalıdır. Çünkü bu sorunun cevabı, Kur'an'da açık ve kesin değildir. Meselâ şu ayette, onların birden çok olduğu ifade edilmiştir:

"...Artık birinize ölüm gelince, elçilerimiz onun canını alırlar..." (En'âm 6/61).

Meali verilen Secde suresinde (32/11) ise, ruhların yalnız bir melek tarafından alındığı açıklanmıştır.

Cumhurun kabul ettiği bir görüşe göre; ölüm meleği bir tanedir. Ancak o, pek çok yardımcı melekle güçlendirilmiştir. Aralarında; askerlerle komutanları arasındaki ilişki gibi manevi bir bağ kurulmuştur. Bu husus, bir de; güneşin ışınlarının tek bir merkezden bir anda dünyamızın her cüz'ine ulaşmasına benzetilebilir. Allah (c.c) melekül-mevti (ölüm meleğini) yarattı. Ona ruhları kabzetme, onu bedenlerden ayırma yetkisi verdi. Onunla beraber olacak, emirlerine uyarak işleri yapacak bir orduyu da yanına verdi (En'am, 6/61). Bu durumda; ruhları kabzeden "Melekül Mevttir. Uygulayanlar emrindeki yardımcılarıdır. Ruhu bil fiil alan ve cesedi bil fiil öldüren ise, Allahu Teâlâ'dır." (Kurtubî, el-Camili Ahkâmi'l-Kur'an, XIV, 94).

Bazı sahih hadislerde; salih amel sahibi müminlere ölüm meleğinin daha yumuşak davrandığı ve ölümün onlar için daha kolay olacağı, buna karşılık ölüm meleğinin kötülük ve isyan içinde olanlara görevini daha sert ve acımasız uygulayacağı ve böyle kişilerin ölümlerinin daha zor olacağı beyan edilmiştir. Ancak bu husus, kesin ve sürekli geçerli bir kanun hükmünde değildir (bk. M.S. Ramazan el Bûtî, Kubrâ'ı-Yakiniyyât el-Kevniyye, terc. Mehmet Yolcu, s. 278-280 ve 312-313).

Müslümana düşen; kesin nasslarla sabit gaybî bir hakikat olan ölümle ilgili gerçeklere ve ölüm meleğine kesin olarak inanmasıdır.

Meleklerin çeşitli görevleri Kur'an ve hadislerle belirtilmiş ise de Cibril ve Mikâil (Bakara 2/98) dışındaki meleklerin isimleri kesin nasslarla bildirilmemiştir. Onların isimlerini ve her birinin özelliklerini Allah (c.c) bilir. Ölüm meleği, bazı kitaplarda "Azrail" olarak adlandırılmış ise de, bu husus, inanılması zorunlu kesin bir bilgi sayılmaz (bk. Azrail, mad. ;slâm Ansiklopedisi (Leyden) baskısı tercümesinde yer alan "Azrail" maddesinde, İslâm âlimlerince muteber sayılmayan ve güvenilmeyecek derecede İsrâiliyyâta geniş yer verilmiştir.)

Mikâil (a.s)'in ismi Kur'ân-ı Kerim'de yalnız bir defa geçer:

"Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebraile, ve Mikâile düşman olursa, (bilsin ki) şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır." (Bakara, 2/98). Bu ayetin tefsirinde geçen iki rivayet için (bk. et-Taberî, I, 324, 327; el-Beydavî, II, 91; ez-Zemahşerî, I, 92).

Dört mukarreb büyük melekden biri olan Mikâil (a.s)'ın görevi, bazı hadislere göre; kâinatta meydana gelen rüzgârların esmesi ve yağmurların yağması gibi çok çeşitli tabiat hadiselerini yönetmek, insanların rızkını temin eden her çeşit ihtiyaçlarını sevk ve idare etmektir. Çok kuvvetli ve iri yapılı olduğuna ve bu görevi emrindeki meleklerle yerine getirdiğine dair bazı hadislerde işaretler mevcuttur.

Mikâil (a.s) hakkında, muteber kitaplarda güvenilir fazla bilgi yoktur. Bu konuda İsrailiyyat da çoksa da, bazı kaynaklarda; Allah Teâlâ'nın Hz. Âdem'e secde emrini meleklere ve İblise bildirmek üzere, Mikâil (a.s)'i görevlendirdiği, Kur'an'ı Kerim'i yedi kıraata göre okutması için Cebrail (a.s)'i teşvik ettiği, Bedir savaşında Müslümanlara yardım için indirilen melekler arasında olduğu rivayetleri vardır. Bunlardan biri de; Peygamber (s.a.s) Efendimizin çocukken veya Isrâ gecesinden önce göğsünü yaran ve temizleyen melekler arasında Cebrail (a.s) ile birlikte Mikâil (a.s)'in de bulunduğu rivayetidir [İbn Sa'd, Tabakât, II, 9,10; Mikâil mad. Ayrıca bk. İslâm Ansiklopedisi (M.E.B) Mikâil mad. VIII. 309].

İsrafil (a.s), ismi ise İbranice "serâfim" kelimesinden geldiği, sonra "serâfin" ve "serâfil" şeklinde değiştirilerek, "İsrafil" hâline getirildiği, "şan ve şeref" anlamında olduğu söylenmiştir. Dört mukarreb ve büyük melekden biri olup, başlıca görevleri; kıyametin kopmasını, sonra ölülerin dirilmesini bildiren Sûr'u iki defa üflemektir. Bu sebeple Sûr meleği diye bilinir. Bu çok önemli hadisenin kesin delili şu ayeti kerimedir:

"Sûr üfürülünce, Allah'ın dilediğinden başka göklerde ve yerde ne varsa hepsi (düşüp) ölür(ler). Sonra Sûr'a bir daha üflenince, (ölüler dirilerek) ayağa kalkıp bakışır dururlar." (Zümer, 39/68).

İsrafil (a.s)'ın, kıyamet günü (görevini yapmak üzere) herkesten önce uyandırılacağı, Kudüs de Sahratullah'a dayanarak Allah'ın emri ile ölülerin dirilmesi işareti veren Sûr'u ikinci defa üfleyeceği kabul edilir.

İsrafil (a.s)'in, bu mühim görevi yerine getireceği kıyametin kopması anına kadar geçen uzun zaman içinde, Levh-i Mahfuzda yazılı olan Allah (c.c)'ın ilâhî iradelerini okumak ve her defasında mukarreb meleğe bildirmekle görevli olduğu, ayrıca üç yıl süreyle Peygamber (s.a.s) Efendimize refakat ettiği, ona peygamberliğini onun bildirdiği, Cebrail (a.s)'ın daha sonra Kur'ân-ı Kerim'i tebliğ etmeye başladığı rivayet edilmiştir (Ayrıca bk. İslâm Ansiklopedisi İsrafil mad)

Allahu Teâlâ'nın her şeye gücünün yettiği, herhangi bir şeyi yaratır ve yok ederken meleklerin aracılığına veya sebeb durumunda olmasına veya meleklerin belirli bir görev almasına muhtaç olmadığı açıkça bilinmektedir. Çünkü melekleri yaratan ve onlara o gücü veren de Allah (c.c)'dır. O hâlde meleklere, yukarıda belirtilen görevlerin verilmesinin hikmeti nedir? Bunun hikmeti; Allah Teâlâ'nın kullarına ilâhî kudretini ve mutlak hâkimiyetini göstermesi ve ona hayatlarında alışık oldukları, düşünce ve idraklerinin ülfet ettiği somut bir tarzda ortaya koymaktan ibarettir. Bu, Hak Teâlâ'nın kâinatta kurduğu nizamın ve illiyet (sebeb-müsebbeb) kanununun zorunlu bir sonucudur.

Melekler, insanlardan daha mı üstündür?

Ehl-i Sünnet âlimlerine göre, bütün peygamberler, meleklerin resulleri sayılan dört büyük melekten efdal, yani Allah katındaki dereceleri daha yüksek ve faziletlidir. Meleklerin resulleri ise, bütün insanlardan daha faziletlidir. Bu hususta icma vardır.

İnsanlardan takva ve salah sahibi olan müminler de meleklerin (resulleri hâriç) tamamından daha faziletli,, dereceleri daha yüksek sayılmıştır. Çünkü melekler yaradılış bakımından günah işleyemezler. Allah'a itaat ve ibadet onlar için fıtrî ve zorunludur. Onları böyle olmaktan alıkoyacak hiçbir iç ve dış tesir yoktur. Halbuki insan, akıl ve nefis sahibi olup, her türlü iç ve dış etkiler altındadır. Buna rağmen insan, bütün menfi engelleri aşar, Allah'a itaatli, takva sahibi bir kul olursa, elbette meleklerden daha faziletli olur.(Bu konudaki deliller ve yapılan tartışmalar için bk. el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III, 216-220, İstanbul 1311 H; et-Taftazânî, Şerhu'l-Makâsıd, II, 146-149, İstanbul 1277).

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun