İslam düşüncesindeki yorum ve içtihad farklılıklarını nasıl değerlendirmemiz gerekir?

Tarih: 08.12.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hattabi “ihtilâf”ı şöyle anlatır:

“İhtilâf üç çeşittir. Birincisi ve ikincisi Allah’ın zat ve sıfatındaki ihtilâftır ki, birisi küfür, diğeri bid’attir. Bir de vecihleri bulunan fıkha ait fer’i meselelerdeki ihtilâftır. İşte buradaki ihtilâf ümmet için rahmettir.”Ömer bin Abdülaziz ise şöyle der:

“Ashab-ı Kiram ihtilâf etmemiştir’ sözü hiç hoşuma gitmiyor. Şayet onlar ihtilâf etmeseydi hiçbir meselede ruhsat çıkmazdı.”

İmam Nevevî ise Sahih-i Müslim şerhinde bu hususa şu izahı getirir:

“Bir şeyin rahmet olması, onun zıddının azap olmasını gerektirmez. Bu hadiste de böyle bir şey yersizdir. Bunu ancak cahiller veya bilmez görünenler söyler. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: ‘Rahat edesiniz diye geceyi sizin için yaratması Onun rahmetindedir.’ Geceye ‘rahmet’ denmiştir, bundan gündüzün azap olması manası çıkmaz.”

Yine bazı âlimler, “Ümmetim dalâlet üzerinde toplanmaz.” hadisini zikrederek, “Bundan ümmetin ihtilâfının rahmet olmadığı manası anlaşılmamalı.” derler.

Hadisteki ihtilaftan hangi mânânın kasdedildiği hususunda da âlimler şöyle derler:

“Buradaki ihtilâftan murat, dinin asıl meselelerindeki ihtilâf olmayıp, fer’î meselelerdeki ihtilâftır. Çünkü dinin asıllarındaki ihtilâf dalâlettir (Kadı İyaz, Sübki). Bu meseledeki ihtilâftan maksat, ümmetin sanat, makam, mevki ve mertebelerindeki ihtilâftır. Bu da ümmet için rahmettir. Çünkü farklı sanatların bulunması herkese faydalıdır. (İmam Harameyn).

Hadis âlimlerinin bu husustaki birleştikleri nokta fer’î meselelerdeki ihtilâftır. Bunun da adı içtihaddır. Müctehidlerin ise dinin asıllarında değil de fer’î meselelerdeki ihtilâflarından, yani farklı ictihadda bulunmalarından mezhepler meydana gelmiştir. Mezheplerin farklı farklı olması da Müslümanlar için bir rahmet olmuştur. Çünkü her Müslüman, kendi şartlarına göre bir mezhebi taklit ederek amel ve ibadetini yapmıştır.

Müctehidler bir meselede ihtilâfa düşseler, isâbet edenler iki sevap alırken, yanılmış olanlar bir sevap alırlar. Dinî meseledeki doğruyu ararken yanılmaları dahi onlara bir günah kazandırmamakta, sevap kazandırmaktadır.Bu meseledeki daha geniş izahı Feyzü’l-Kadir’in birinci cildinin 210-212 sayfalarına bakılabilir. “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir.” meâlindeki hadis-i şerif, “hakka hizmetteki ihtilâf, farklı görüş beyanı, değişik yorumlarda bulunma” tarzında anlaşıldığında mevzu biraz daha umumileşmektedir. Çünkü Müslümanlar aynı esas ve gerçeklere inanmakla beraber her fert müstakil bir şahsiyet ve düşünce yapısına sahiptir. Bunun için de hâdiseleri değerlendirirken farklı açılardan yaklaşılabilir, yorumlanabilir.

Müslümanlar meselelerini istişare yoluyla halledeceklerine göre, herkes samimi bir şekilde fikirlerini açıklar, bilgisi ve ihtisası dahilinde görüşlerini beyan eder. İşte bu yönüyle ihtilaf maddi ve manevi inkişafın kaynağı olur. Bediüzzaman bu hadis-i şerifi Mektubat isimli eserinde izah ederken, meseleyi üç suâl, üç cevap çerçevesinde ele almakta ve misallerle anlatmaktadır. Bu izahı özetleyerek verelim:

Suâl ve cevap şöyle:

Hadiste, “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” denilmiş. İhtilâf ise tarafgirlik gerektirir. Bu nasıl rahmet olur?

Hadiste ifade edilen “ihtilâf” müsbet olanıdır. Hakka hizmette bulunan, İslâmî hakikatleri muhtaç olanlara ulaştırmaya çalışan kimseler belli ölçülerde fikir alışverişinde bulunacaklardır. Fakat bu arada herkes mesleğinin ve hizmet tarzının tamir ve revacına çalışmalıdır. Başkasının fikir ve hizmetini tahrip ve iptal etmeye değil, tamamlanmasına ve ıslâhına gayret etmelidir. Bu müsbet tarafı. Menfî ihtilâf ise, kin, haset ve düşmanca hisler besleyerek birbirlerinin tahribine çalışırlar. Hadis, bunu reddetmektedir. Çünkü birbirleriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.

İkinci suâl: Tarafgirlik hastalığı mazlum halkı zâlim kimselerin şerrinden kurtarır. Çünkü bir kasabanın ileri gelenleri birleşseler mazlum halkı ezerler. Şayet taraftarlık olsa mazlumlar bir tarafa iltica ederek kendilerini kurtarırlar.

Bu mesele de şöyle izah ediliyor:

Şayet tarafgirlik hak nâmına olsa, bu durum haklı ve mazlumlara bir melce, sığınak olabilir. Halbuki şimdiki garaz dolu ve nefis hesabına yapılan taraftarlık haklılara değil, haksızlara sığınak olmuştur. Onların dayanacakları nokta şekline girmiştir. Çünkü bu çeşit insanların yanına şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftar olsa, ona rahmet okur. Eğer karşı tarafa melek gibi bir adam gelse, ona lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterir. Dolayısıyla bu çeşit ihtilafta rahmet olmadığı gibi, müsbet mânâda bir neticeye varılmaz.

Üçüncü mesele de şöyle:

Hakikat hesabına yapılan fikrî tartışmalarda maksat ve esasta birleşilmekle beraber, vesilelerde ihtilaf edilir, farklı düşünülür. Bu tartışma, gerçeklerin her köşesini açığa çıkardığı gibi, hakka ve hakikate de hizmet eder. Fakat tarafgir bir şekilde ve garaz dolu firavunlaşmış nefis hesabına ve kendini beğenerek yapılan fikrî bir tartışmadan hakikat parıltıları değil, belki fitne ateşleri çıkar. Çünkü bu tarz fikrî bir tartışmaya giren kimselerin fikirlerinin aynı noktada birleşmesi mümkün değildir. Çünkü hak namına yapılmadığı için tartışmalar aşırı bir hal alır, sonsuza kadar devam edip gider. Tedavisi mümkün olmayan çatlaklara, yaralara sebep olur. Çünkü maksatta ittifak edilmemiştir.

Özetleyerek verdiğimiz bu izahlardan sonra Bediüzzaman bu hususta bütün mü’minlere şu ikazı yapar:

“Ey ehl-i îman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı, [Mü’minler ancak kardeştir.] meâlindeki âyet-i kerimenin kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassün ediniz (sığınınız). Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malumdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken iki çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda (terazide) iki dağ biribirine karşı müvazenede bulunsa (tartılsa) bir küçük taş müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir, birini yukarı, birini aşağı indirir."

“İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne (düşmanca) tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alakanız varsa, (Mü’minin mü’mine münasebeti, taşları birbirine destek olan sarsılmaz bir bina gibidir.) mealindeki hadiste belirtilen düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız. Şefâlet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden (dünyada sefaletten ve âhirette azaptan) kurtulunuz.” (Bediüzzaman, Mektubat, Yirmi İkinci Mektup, s. 247)

Bu kadar izahtan ve açıklamalardan sonra artık bu hadise “mevzudur, uydurmadır” deyip geçmek bilgisizlikten başka bir şey olmasa gerekir. Zaten hiçbir hadis âlimi de bu hadise “mevzu” dememiştir. Hakkında şüphe edilen hadislere nasıl bakmamız gerektiği hususunda Bediüzzaman’ın Sözler isimli eserinin “Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal"ında işlenen “On İki Aslı” gözden geçirmekte büyük fayda vardır.

İlave bilgi almak için tıklayınız:

İhtilaf ve tefrika çıkarmamaya dair geniş bilgi verir misiniz?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun