Kar tanelerindeki şekiller Allah'ı nasıl ispat ediyor?

Kar tanelerindeki şekiller Allah'ı nasıl ispat ediyor?
Tarih: 25.12.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Evvela, atmosferin varlığı Allah’ın varlığının çok açık bir delilidir. Çünkü atmosfer olmasaydı, hayat olmazdı. Sonra bulutların teşekkülü ve her zaman arş emrini almaya hazır bir ordu gibi hazır kıtada beklemesi, zamanı geldiğinde ihtiyaç olan yerlere doğru hareket etmesi, Allah’ın ilim ve kudretinin göstergesidir.

Güneşin suyu buharlaştırmak için denizlerin imdadına; denizlerin havanın imdadına; havanın / rüzgârların –sulu tozcukları  kendilerine alıp götürmek suretiyle bulutların imdadına; bulutların ise, bir yandan dolu, bir yandan kar, bir yandan yağmur deposu olma kabiliyetiyle, değişik manevralarla yerin, bitkinin, canlıların imdadına; bitkilerin ise canlıların ve insanların imdadına  koşması, rahmeti sonsuz Allah’ın hikmet dolu fiillerine işaret etmektedir.

“Rüzgarları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları döndürüp yönlendirmesinde, aklını kullanan bir topluluk için deliller / alınacak dersler vardır." (Bakara, 2/164)

mealindeki ayette, atmosferin başlı başına Allah’ın varlığını, birliğini gösteren delillerin olduğuna işaret edilmiştir.

Yüzde 85-95’i havadan, kalan kısmı milyarlarca buz molekülünden ibaret, her köşesi inceden inceye işlenmiş, cennet köşkleri gibi dışından içerisi gözüken bir saydam saraydır. Ve bu saray, tıpkı havada uçuşan toz zerreleri gibi, bulutun içinde uçuşup durmakta, dört bir yana dönüp dururken, aynı zamanda yukarı ve aşağı inip çıkmaktadır.

Nihayet “İn” emri gelir. O narin yapıların milyonlarcası birden usulca inmeye başlar. Nazlı nazlı yağarlar.

Bu acip yapının arkasında sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi bir Nakkaş’ı, bir Ressamı, bir Sanatkârı görmemek için aklı ve kalp gözlerini kapatmak gerekir.

İlave bilgi için aşağıdaki yazıları okumanızı tavsiye ederiz:

Bir kar tanesi nasıl yapılır?

Bir kar tanesi, donmuş bir yağmur damlası demek değildir. Gerçi yağmur damlası da basit bir şey değildir; fakat bir kar tanesinin yapımı, bunun çok daha ötesine uzanır.

Tek bir kar tanesi için gereken hammadde; bir tane toz, pek çok buz ve bol miktarda hava gereklidir. Toz karalardan, buz denizlerden, hava atmosferden gelir; işlem ise bulutlarda yürür.

Kar tanesinin yapımı, mikroskobik bir toz zerresinin etrafında başlar. Bu arada bulutun içinde sıcaklık donma noktasının altındadır; hava ise fazlasıyla suya doymuş durumdadır.

Allah’tan “Ol” emri eriştiğinde, toz zerresi, etrafındaki havadan buz zerrelerini toplamaya başlar. Gelen yapışır toz zerresine, giden yapışır. Böylece, adım adım, kristaller inşa edilir bulutların derinliklerinde.

Bu kristallerin kimi sütun şeklinde prizmalara, kimi incecik iğnelere, kimi özenle yapılmış şiltlere benzer. O yapılardan her biri, farklı sıcaklıklarda ve farklı nem oranlarında ortaya çıkar.

Bu kadarı sadece bir başlangıçtır.

İncecik kristaller, etraftan buz toplamaya devam eder. Derken kollar uzanmaya başlar kristalin altı ayrı yönüne doğru...

Ağaçlar ağarır göklerin derinliklerinde. Saydam ağaçlardan, saydam dallar uzanır. Sanki herbir dal diğerinden haberdarmış gibi, hepsi birden ayrı yönlere doğru, fakat aynı hızda, aynı biçimde uzanır. Onlar birbirinden haberdar olmasa da, onları inşa eden, her şeyden haberdardır.

Fakat bu, yeryüzündeki ağaçların “içten dışa büyümesi” gibi bir büyüme değildir. Gökyüzünün ağaçları, üzerlerine konan buzlarla büyür. Bu, üzeri toz tuta tuta büyüyen ve sanatkârâne bir şekil alan bir bibloya benzer. Bizim etrafımızda böyle biblolar hiçbir zaman görülmez; ama donma sıcaklığının altındaki bir bulutun her metreküpünde bu işlemin binlercesi bir arada yürümektedir.

Kristallerin gövdelerinden uzanan dalların kendileri de etrafa daha küçük dalcıklar uzatır. Böylece kristaller kristallere eklenir. Her biri el yapımı kristallerin bazan onlarcası, bazan yüzlercesinden bir kar tanesi inşa edilir. Bu inşaat sırasında tuğla olarak milyarlarca, hattâ kar tanesinin büyüklüğüne bağlı olarak, trilyonlarca buz molekülü kullanılmıştır. İrice bir kar tanesinin tuğlaları, eğer yeryüzü halkı arasında dağıtılacak olsaydı, her birimizin payına binlercesi düşerdi!

Sonunda ortaya çıkan olağanüstü yapıyı bir “kar tanesi” adı altında geçiştirmek haksızlık olur. Bu, yüzde 85-95’i havadan, kalan kısmı milyarlarca buz molekülünden ibaret, her köşesi inceden inceye işlenmiş, Cennet köşkleri gibi dışından içerisi gözüken bir saydam saraydır. Ve bu saray, tıpkı havada uçuşan toz zerreleri gibi, bulutun içinde uçuşup durmakta, dört bir yana dönüp dururken, aynı zamanda yukarı ve aşağı inip çıkmaktadır.

Nihayet “İn” emri gelir.

O narin yapıların milyonlarcası birden usulca inmeye başlar. Nazlı nazlı yağarlar. Okşarcasına konarlar. Her zerresi nakış nakış işlenmiş bir yorganla örterler yerin yüzünü. Ardı, arkası kesilmez yağışların.

Her an göklerde sayısız ağaçlar ağarır, saraylar kurulur. Herbiri inceden inceye işlenir ağaçların, sarayların.  Herbiri, yer ve gökleri Yaratanın kudret elinden çıkar. Herbirine ayrı bir sima ile doğar, herbirine ayrı bir mühür vurulur.

Yeryüzünde, herhangi bir gün, bir saniyenin onda biri bile geçmez ki, o kristal saraylardan milyon kere milyarlarcası bulutlardan peş peşe süzülmesin. Dünya seması, her an milyon kere milyarlarca mucizeye tanıklık eder.

Fakat böyle mucizelere hazırlıklı olmayan insanların ülkelerinde, onlardan pek az bir kısmı da pek fazla gelir; orada yollar tıkanır, okullar kapanır.

(Ümit ŞİMŞEK)

BENİM ADIM Kartanesi.

Bir bulutun karnından doğdum. Ama hikâyem, Afrika’nın uçsuz bucaksız çöllerinde başladı. “Bir kar tanesinin hikâyesi nasıl olur da çöllerde başlar?” diye meraklandıysanız, anlatacaklarımı dinlemelisiniz. Daha önce böyle bir hikâye dinlemiş olsanız bile, dinleyin beni. Çünkü bir kar tanesinin hikâyesi, bir başka kar tanesinin hikâyesiyle -emin olun- asla aynı değildir.

Bir gün çölde bir rüzgâr çıktı. Kum tepeleri, develer gibi ordan oraya yürüyor, bir yerde kaybolurken, bir başka yerde tekrar oluşuyordu. Ben o zamanlar bir kum tanesinden çok daha küçük bir toz zerreciği idim. Kendimi bir anda rüzgârın kanatları altında buldum. Hızla gökyüzüne yükseliyor, çölün benden uzaklaşmasını heyecanla seyrediyordum.

Daha önce, hiç bu kadar yükseklere çıkmamıştım.

Yükseldim... yükseldim... yükseldim...

Yükseldim ve kendimi kocaman bembeyaz bir bulutun içinde buldum. Bulut, hem çok nemli, hem de çok soğuktu. Özellikle de, benim gibi çölden gelen bir toz zerresi için...

Bir dağ kadar büyük olan bulut, gökyüzünde hızla yol alıyordu. Denizler geçiyordum, dağlar geçiyordum, ormanlar geçiyordum, şehirler geçiyordum...

BİR GÜN beklenmedik bir şey oldu. Etrafımda minicik buz zerrecikleri oluşmaya ve oluşan buz zerrecikleri bana yaklaşmaya başladı. İyice yanıma yaklaşan buz zerrecikleri ise bana tutundu.

Bana tutunan o buz zerreciklerine başka buz zerrecikleri tutunuyordu. Onlara da başka buz zerrecikleri… Her tarafımdan minicik kollar uzamaya başladı. Sonra, o kolların üzerlerinden başka kollar çıktı ve onlar da uzadı. Uzayan o kolların üzerinde ise, yine başka başka kollar çıkmaktaydı.

Kısa bir süre sonra, etrafımda eşsiz güzellikte buzdan bir çiçek oluştu. Sağıma soluma baktığımda, benimle birlikte gelen sayısız toz zerreciğinin her bir tanesinin, böyle bir çiçeğe dönüştürüldüğünü gördüm. En çok şaşırdığım şey ise, hiçbirimizin bir başkasına benzememesiydi. Size, “Bir kar tanesinin hikâyesi, asla bir başka kar tanesinin hikâyesinin aynısı değildir.” demiştim değil mi?

Aşağıya inme zamanının giderek yaklaştığını hisediyordum. Ancak, korkuyordum. Biz burada milyarlarca kar tanesiydik. Hep birlikte aşağıya nasıl inecektik? O kadar narin birer çiçeğe dönmüştük ki, yeryüzüne inerken kolumuz kanadımız kırılmayacak mıydı? Birbirimize çarpa çarpa şekilsiz kocaman kütleler oluşturup, aşağıda yaşayanların üzerine, bu dağ gibi buluttan, çığ gibi düşmememiz için, görünürde hiçbir sebep yoktu.

Bir ses bana, “Korkma!” dedi. “Sen minicik bir toz zerreciği idin. Seni bir kum denizi içinden, alıp bir bulutun karnında eşsiz bir çiçeğe dönüştüren Allah’a itimat et. Korkma!”

Korkmadım. Kendimi bıraktım ve her zerremde, bir melek kanadının yumuşaklığını hissettim. İçim, sonsuz bir huzurla doldu.

Nihayet sıra geldi. Buluttan aşağıya doğru süzülmeye başladım. Uçtum uçtum uçtum…

Uçtum ve içinde pek çok çocuğun, neşe içinde kuşlar gibi cıvıldaşıp oynaştığı kocaman bir bahçeye konuverdim.

Çocuklar dizlerine kadar gelen karın üzerinde koşuyor, kayıp düşüyor ve birbirlerine kar topları atıyorlardı. Sonra içlerinden birkaçı, çok büyük kartopları yapmaya başladı. Üç büyük kartopunu üst üste koyarak bir kardanadam yaptılar. Kömürden gözleri ve havuçtan burnu olan bir kardanadamdı bu. Başında bir beresi, boynunda da, bir kaşkolu vardı.

İŞTE dostlar benim hikâyem bu kadar. Şimdi o kardanadamın kömür gözlerinin tam ortasında duruyorum.

Evet biliyorum bu sadece kardan bir adam. Üstelik çok yakında eriyip gidecek bir kardan adam. Ama yine de beni, miniminnacık bir toz zerresiyken, bir bulutun karnında eşi benzeri olmayan bir kar tanesine dönüştüren; sonra bir meleğin kanatları arasında, sağ salim yeryüzüne indiren ve kardan da olsa ve pek yakında eriyip gidecek de olsa, ADAM olmayı nasip eden Rabbime hamd ediyorum.

(Özkan ÖZE)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun