MUKARENET

Beraber olma, dostluk yapma, hemdem olma, eşit kılma, karşılaştırma, bir kadınla evlenme ve cinsel temasta bulunmak; mufâale vezninde bir mastar; evlenme ve cinsel temasta bulunma anlamında bir İslâm hukuku terimi.

Bir hukuk sistemini başka bir hukuk sistemiyle karşılaştırmalı olarak incelemeye "mukarane" denir. Mukayeseli hukuk çalışmaları, beşerî hukukla İslâm hukuku arasında da yapılmaktadır. Burada amaç, karşılaştırma yoluyla iki hukukun veya farklı görüşlerin gün ışığına çıkarılması ve uygulamaya esneklikler getirilmesidir.

Mukayese konusuna örnek olarak, evlenmede velinin rolünü verebiliriz. Ebu Hanîfe'ye göre, hür, âkıl ve bâliğ bir kadın kendi malı üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma yetkisine sahip olduğu gibi, bizzat evlenme akdi de yapabilir. Bu evliliğin geçerli olması için velisinin izin ve muvafakatına da ihtiyaç yoktur. Çünkü bu durumunda veliden izin alınması nikâhın sıhhat şartlarından değildir. Delil; kadının evlenmede taraf olduğunu belirleyen âyetler (el-Ahzâb, 33/50; el-Bakara, 2/230) ve Hz. Peygamber'in bazı hadisleridir. "Dul kadın hakkında velinin yapabileceği bir iş yoktur" (Ebû Dâvud, Nikâh, 25; Ahmed b. Hanbel, I, 334); "Bekâr kadın, kendisi hakkında velisinden daha fazla hak sahibidir" (Ebû Dâvud Nikâh, 25; Tirmizî, Nikâh, 18; İbn Mâce, Nikâh 11; Dârimî, Nikâh, 13).

İmam Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise; kadın için nikâhta erkek bir velinin bulunması gereklidir. Kadının nikâhta bizzat taraf olması caiz değildir. Yaşının küçük veya büyük olması, bakire veya dul bulunması sonucu etkilemez. Delil; "Kadınların, kendilerini, kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın" (el-Bakara, 2/232) âyeti ile, velisiz nikâh akdi yapılamayacağını bildiren bazı hadislerdir (bk. Ebû Dâvud Nikâh, 19; Tirmizî, Nikâh, 14; Darimî, Nikâh, 11; İbn Mâce, Nikâh,15; Buhârî, Nikâh, 36).

Hanefiler bu son âyette, nikâh fiilinin kadına isnat edildiğini, velisiz nikâhın geçerli olmadığını bildiren hadislerin zayıf, hatta bazısının mürsel olduğunu söylemişlerdir. Diğer yandan bu son hadisler sahih kabul edilse bile bunların nedb'e de ihtimali vardır. Bu yüzden, âkil ve bâliğ, bir kadının evlenmesinde, velînin rızası vacip değil, mendûb (sünnet) olur.

Velâyetin nikâha etkisi konusunun yirminci yüzyıl da halkı müslüman ülkelerin kanunlarına yansıması şöyle olmuştur: 1917 tarihli Osmanlı Hukuku Aile Kararnamesi'nin 4. maddesinde; "Nikâh ehliyetine sahip olmak için evlenecek erkeğin 18, kızın 17 yaşını ikmal etmesi şarttır" denilir. Müteakip maddelerde,18 yaşını bitirmemiş erkeğin, evlenmek isterse hâkimden izin alması; 17 yaşını bitirmemiş kız çocuğunun da hem hâkimden, hem de velisinden izin alması hükme bağlanmıştır.

Kadri Paşa tarafından hazırlanan Mısır Ahvâl-i Şahsiyye Kanununun elli birinci maddesi; "Bâliğ, hür, mümeyyiz bâkire olan veya olmayan kadın hiç kimsenin müdahalesi olmadan serbestçe evlenebilir" hükmünü koymuştur (Halil Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara 1974, s. 69).

Türk Medenî Kanunu 88. maddeye göre, evlenme yaşı erkek için 17, kız için 15 yaşın ikmali olup, bunlar 18 yaşını bitirmiş olmadıkça ancak velilerinin izni ile evlenebilirler (madde, 90). Ancak fevkalâde hallerde hâkim, evlenecek erkeğin 15, kızın 14 yaşını ikmal etmiş olması şartıyla evlenme izni verebilir.

Mezhep görüşleri veya İslâm hukuku ile beşeri hukuk arasındaki bu gibi mukayeseler, hukuki problemlere yeni yaklaşımlar ve bakış açıları getirir.

Mukarenetin bir diğer anlamı da, kadınla cinsel temasta bulunmadır. Cenab-ı Hak, Hz. Âdem ve Hz. Havva'nın anne babasız, topraktan yaratılmalarından sonra tüm insan neslinin üreme ve çoğalmasını "doğum" olayına başlamıştır. Yeni bir neslin doğumla meydana gelmesi ise, bir erkekle kadının cinsel temasını gerekli kılar. Belki bunun tek istisnası, Hz. İsa'nın babasız olarak, Hz. Meryem'den dünyaya gelmesidir.

İslâm dini, toplumun ve onun en küçük birimini oluşturan ailenin esasını teşkil eden cinsel birleşme için bir takım düzenlemeler getirmiştir. Müslümanların çok küçük yaştan itibaren cinsel konularda eğitilmesi İslâm'ın önem verdiği bir husustur. Terbiyeciler, çocukta cinsel tecessüsün iki buçuk üç yaşlarından itibaren başladığını ve bu yaştan sonra, çocuğun kendisini karşı cinsten ayırdettiğini söylerler (Bertrand Russel, Terbiyeye dair, Çev., Hâmit Dereli, Ankara 1954, s. 193; Andree Berge, Çocuğun Cinsel Eğitimi çev., Nazife Müren, İstanbul 1969, s.126,127). Cinsî duygu ise, daha çok fizyolojik gelişmeye bağlı olarak daha sonraki yaşlarda ortaya çıkar ve erginlik çağında kemâle erer. Erkek veya kız çocuğunun daha bebeklikte farklı kundaklara sarılması, cinsiyetlerine uygun elbiseler giydirilmesi cinsiyet eğitiminin doğumla başladığını gösterir. Nitekim, Rasûlullah (s.a.s)'ın uygulaması da bu yolda olmuştur (bk. İbnu Abdilberr, el-İsâbe, Kahire 1324, tıpkı basım, IV, 337-338; Kenzü'l-Ummâl, XVI, 261, 262).

Allah'ın elçisi cinsel duygunun uyanmaya başladığı yedinci yaştan itibaren, kardeş bile olsalar, karşı cinslerin yataklarının ayrılmasını emretmiştir. Bazı rivâyetlerde yatak ayırma için onuncu yaş esas alınmıştır (Ebû Dâvud, Salât, 2; Dârakutnî, I, 230). Bu yaş, çocuğun annesinin, kız kardeşinin ve diğer kadınların yatağından ayrılacağı çağdır. Çünkü yedi yaş, iyi ile kötüyü, hayırla şerri ayırdetmeye başlama yaşıdır (Aliyyü'l-Kârî, Aynü'l-İlm ve Şerhi, I, 419). Nevevî, yaşla ilgili iki rivayeti birleştirerek, yedi yaşından itibaren yatağı ayırmak gerekli ise de, on yaşından itibaren bunun vacip olduğunu belirtir (en-Nevevî, el-Fetâvâ, Arapça Yzm. Yeni Cami, No: 656, 215/A).

Cinsiyetle ilgili konuları kavrayacak yaşa gelen çocukların bu konuda bilgilendirilmesi ve soru soranlara açık ve anlaşılır cevaplar verilmesi İslâmî terbiyenin gereğidir. Çünkü çocuğun bu konulardaki bilgileri edinmesi rastlantıya yada müstehcen film veya romanlara bırakılırsa, İslâmî ölçüleri aşan bir tecessüs ve harama karşı büyük bir ilgi uyandırılmış olabilir. Çocuğa aşırı utangaçlık aşılanarak cinsel konularda içe kapanık hale getirilmesi de bazı olumsuz psikolojik sıkıntılara yol açabilir. Hz. Peygamber, cinsel nitelikli soru soran Sahabe erkek veya kadınları cevapsız bırakmamış, onlara karşı cesâret kırıcı, ayıplayıcı bir tavrı da olmamıştır. Bu çeşit bir konuya girerken Allah'ın elçisi; "Allah gerçeği açıklamaktan çekinmez" (el-Ahzâb, 33/53) âyetini okurdu. Özellikle Medine'de Ensar kadınlarının cinsel konularda bilgi edinmek için gösterdikleri gayreti övgüyle anan Hz. Âişe şöyle demiştir:

"Ensar kadınları ne iyi kadınlardır, onların dini öğrenmelerine haya (utânma duygusu) engel olmamıştır" (Buhârî, İlm, 50).

Allah'ın elçisine sorulan bazı cinsel soru ve cevaplarına şunlar örnek verilebilir:

Enes (r.a)'in rivayetine göre, bir gün Ümmü Süleym, Hz. Peygamber'e gelerek şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Rasûlü, kadın rüyasında erkeğin rüyada gördüğünü görünce gusül abdesti gerekli olur mu?". Orada hazır bulunan Hz. Âişe; "Ey Ümmü Suleym, kadınları rezil ettin; Allah canını almasın" der. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Âişe'ye; "Hayır, kadınları rezil eden sensin, Allah senin canını almasın. Evet ey Ümmül Süleym eğer bunu görürse gusletmesi gerekir" buyurur (Müslim, Hayz, 29).

Diğer bir örnek Hz. Ömer'le ilgilidir. Hz. Ömer bir gün gelerek; "Ey Allah'ın Rasûlü, helâk oldum" der.

"Seni helâk eden şey nedir?", sorusuna karşılık; eşine değişik yönden cinsel temasta bulunduğunu açıklamıştır. Bunun üzerine; "Kadınlarınız tarlalarınızdır, tarlalarınıza, (cinsiyet organı olmak şartıyla nasıl isterseniz öyle varın" (el-Bakara, 2/223) âyeti inmiştir (Tirmizî, Tefsir, Bakara, 8/169). Ancak bazı durumlarda cinsel sorulara Hz. Peygamber'in eşleri aracılığı ile cevap verdiği de görülür. Hayız kanının nasıl temizleneceğini soran kadına, Rasulullah (s.a.s)'ın verdiği kinâyeli açıklamayı, kadın anlayamayınca Hz. Aişe bir kenara çekerek anlayacağı bir biçimde ona açıklamıştır. Burada Allah elçisinin açık cevap vermekten sıkıldığı nakledilir (İbnu Hacer, Fethu'l-Bârî, Mısır 1959, I, 432).

İslâm'da cinsel temas için bir takım edebler belirlenmiştir: Birleşmeden önce "eûzu-besmele" çekmek, örtü altında bulunmak, kadın ay halinde olmamak ve dübürden yapmamak ve "Allah'ım, bizden ve bize vereceğin çocuktan şeytanı uzak kıl" diye dua etmek" (ez-Zebîdî, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Terceme eden, Kamil Miras. XI, 303; Gazâli, İhyâ, Kahire 1967, II, 63-65).

İslâm, temasın normal yoldan olmasını, dübürden yaklaşılmamasını bildirir (el-Bakara, 2/222). Âdet gören veya doğum nedeniyle lohusa bulunan kadınlarla bu halleri devam ettiği sürece, cinsel ilişkide bulunmak yasaklanmıştır. Nitekim âyette şöyle buyurulur: "Hayızlı günlerinizde, eşinizle cinsel ilişkiden vazgeçin" (el-Bakara 2/222).

Bunun dışındaki zamanlarda bir erkek karısıyla dilediği zaman cinsel temasta bulunabilir. Yalnız oruçlu olmak veya hac için ihramlı bulunmak da evlenme ve birleşme engeli olarak ortaya çıkmaktadır (Ayrıca bk. "Cimâ" maddesi).

Hamdi DÖNDÜREN

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun