Peygamberimizin (asm) şahsi hayatında san'at ve estetiğin yeri nedir?..

Tarih: 15.06.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Peygamberimiz (asm) şahsi hayatında ciddiyetini zedelemeyen bir estetiğe önem vermiştir. Örneğin, gece-gündüz dişlerini misvakla fırçalardı. Saçını hep güzelce tarar, elbisesinin temizliğine itina gösterir, o günkü gelenekler içerisinde ara-sıra gözlerine sürme çeker, saç ve sakalını boyatır, aynayı yanından ayırmazdı. Aynaya her baktığında “Allah’ım! Yaratılışımı güzel yapmışsın, ne olur, ahlakımı da güzelleştir.” diye dua ederdi.  Saçı-sakalı karışık duran bir adam için “Söyleyin şu adama; saçını tarasın, bakımını yapsın.” şeklinde tavsiyede bulunmuştur. Yüzük takması da bir estetik sayılır.

Kur’an baştan sona kadar kâinatın estetiğinden, onun harika bir sanat olmasından söz eder. Hz. Peygamber (asm) yaşayan, canlı, konuşan bir Kur’an olduğuna göre, Kur’an’ın nazara verdiği varlığın sanat ve estetik yönlerine herkesten daha fazla dikkat emiştir.

Fetih günü, Fetih suresini sesli ve nağmeli bir tarzda okurken, Mekke’nin fethi ile birlikte, kendisini dinleyen sahabilerin gönlünü de fethetmişti.

Sesi güzel ve gür olduğu için Hz. Bilal-i Habeşi'yi müezzin tayin etmişti. Güzel sesle Kur’an okuyan sahabileri dinlemekten zevk alırdı. Bir gece Hz. Musa el-Eşariyi dinlemiş ve sabahleyin onu gördüğünde kendisine iltifatta bulunmuştu. Mescidinde şairleri için kürsü koydurmuş, onların İslam’ın hakikatlerine dair okudukları şiirlerinden sevinç duyardı.

“Temizliği imandan sayan, insanlara eziyet veren bir taşı yoldan kaldırmayı imanın bir parçası olarak değerlendiren Hz. Muhammed (asv)’den daha nâzik, daha kibar, daha zarif, daha insancıl kim olabilir ki... Rabbimiz, bizi onun şefaatinden mahrum etmesin!

Hiç şüphesiz, nefsânî arzuların peşine takılanların süflî zevkleri, ruhânî arzuların aşığı olanların ülvî zevklerinden hoşlanması düşünülemez.

“Kâmil insanların zevk-i meâlisini hoşnut eden bir halet, çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez, onları eğlendirmez.”(Sözler, s.736).

Namık Kemal’in kâmilâne söylediği şu şiir de güzel şeyler anlatıyor:

“Ulaşmaz dest-i edeb-i garb-i hevesbar-i hevakar-i dehadâr / De’b-i edeb-i ebed müddet Kur’an-ı ziyâbâr-i şifakâr-i hudad’ar.”

Yani: “Heva ve hevesin esiri olan batının dehasından doğan bir edebiyat / Eli ebediyetlere uzanan Kur’an’ın ışık saçan ve şifa dağıtan hidayetinden kaynaklanan bir edebiyatın seviyesine ulaşması mümkün değildir.”

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun