Al-i İmran suresi 119. ayetini açıklar mısınız?

Tarih: 21.06.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

"İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler, siz kitap(lar)ın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman "inandık" derler. Başbaşa kaldıkları zaman da kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: "kininizle geberin!". Şüphesiz ki Allah göğüslerin (gönüllerin) özünü bilir." (Al-i İmran, 2/119)

Müminler! Siz öyle kimselersiniz ki, onları, yani kendinizden başkasını da seversiniz. Müslümanın şiarı budur. Herkesin iyiliğini ister, herkese hayırhah (iyiliksever) olur, sevgi gözüyle bakar, haklarını korur, fesattan sakınır, kimseyi belaya sokmak istemez. Fakat mümin ve Müslüman olmayanlar size karşı öyle değildir. Onlar sizi sevmezler. Bunun böyle olmasının sebebi de siz Müslümanlar bütün kitaplara iman edersiniz ve tamamen iman edersiniz. Onun için herhangi bir kitaba mensub olanların ve hatta mensubluk iddiasında bulunanların kendilerine iyi nazar (bakış)ları kadar sizin de onlara iyi nazar (bakış)ınız bulunur. Çünkü imanın gereği budur. Fakat böyle olduğunuz halde onlar öyle değildirler. Sizin kitabınıza inanmazlar, küfrederler; inandıkları kitaba da -yukarıda görüldüğü üzere- hepsi tamamıyla inanmış değildir. Buna göre Müslümanların, Müslüman olmayanlara karşı bakışları ve muameleleri mümine yakışır olduğu halde; Müslüman olmayanların Müslümanlara bakış ve muameleleri -inançları gereğince- daima ve zorunlu olarak kâfirce olur. Bundan dolayıdır ki hakiki bir Müslüman, herkesin işlerinin sırdaşı olmaya layık olduğu halde; Müslüman olmayanların Müslümanlara sırdaş olması hem kendilerine, hem Müslümanlara zarardır. Netice olarak Müslümanın vicdanı temiz ve geniş, diğerleri ise dar ve bulaşıktır. Üçüncü olarak, münafıklar yüze karşı gelince "biz müminiz" derler; fakat tenha kaldılar, meydanı boş buldular mı iman ehline kinlerinden parmaklarını ısırırlar, daima diş gıcırdatır dururlar.

İslâm'dan önce Medine'de Araplarla Yahudiler arasında dostluk anlaşmaları vardı. Müminler İslâm'dan sonra da Yahudilerle bu dostluğu devam ettirmek istediler. Fakat Yahudiler ve münafıklar görünüşte dost gibi davransalar da her fırsatta müminlerin aleyhine çaba harcıyorlar, özellikle Hz. Peygamber (asm)'in askerî planları hakkında Müslüman dostlarından edindikleri bilgileri müşriklere ulaştırıyorlardı. Bu sebeple yüce Allah kâfirlerle münafıklara karşı müminleri uyararak onlardan sırlarını söyleyecek kadar samimi dostlar edinmemelerini, onlara karşı ihtiyatlı davranmalarını, gerçekte düşman oldukları halde dost görünenlere sırlarını açmamalarım emretti.

Kur'ân-ı Kerîm birçok âyette müminlerin birbirlerinin dostu ve kardeşi olduklarını, bunların dışındakilerin ister dinsiz isterse Yahudiler ve Hristiyanlar gibi Ehl-i kitap olsun, Müslümanlann hayatî önem taşıyan sırlarını öğrenecek derecede dostları olamayacaklarını ifade buyurmuştur. Çünkü genellikle onlar birbirlerinin dostu, müminlerin düşmanıdırlar. Kur'an'ın bu emrinde yadırganacak bir durum yoktur. Nitekim âyetin akışında her iki tarafın birbirlerine karşı takındıkları psikolojik ve toplumsal tutum ve davranışları anlatılarak Müslüman olmayanları sırdaş edinmeme gereğinin gerekçeleri açıklanmıştır:

a) Müslümanlardan olmayanların sürekli olarak müminler aleyhinde çalışmaları, onlara zarar vermeleri ve içlerinde fesat çıkarmaya gayret etmeleri.

b) Müminlerin sıkıntıya düşmelerinden memnun olmaları.

c) Müminlerin aleyhinde sürekli olarak propaganda yapmaları ve onlara karşı içlerinde kin beslemeleri.

d) İnançları gereği müminler, herkesin -bu arada kâfirlerin ve münafıkların dahi- iyiliğini istedikleri, onların hukukunu gözettikleri ve onlara sevgiyle yaklaştıkları halde, onların müminleri sevmemeleri ve haklarında iyi davranmamaları.

e) Müminler ilâhî kitapların tamamına inandıktan ve bu kitapların mensuplarına saygılı davrandıkları halde kâfirlerin Kur'an'a inanmamaları, münafıkların da Müslümanlara karşı ikiyüzlü davranmaları, görünüşte Müslüman olduklarını söyleyip gerçekte inanmamış olmaları ve inananlara karşı kin gütmeleri.

f) Kâfirlerin ve münafıkların, müminlerin birlik ve beraberliklerine, başarılarına, zaferlerine ve refahlarına üzülmeleri; başarısızlıklarına, yenilgi, hastalık ve benzeri sıkıntılarına sevinmeleri.

119. âyetin ilk cümlesi bazı müfessirlerce şöyle de yorumlanmıştır:

Siz onları seversiniz, yani onların Müslüman olmalarını istersiniz. Çünkü İslâm her şeyden hayırlıdır. Oysa onlar sizi sevmezler, yani sizin kâfir olmanızı isterler, kâfir olmak ise her şeyden kötüdür. "Yalnız kaldıklarında ise sîze karşı öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlar." cümlesi, münafıkların müminlere karşı besledikleri kin ve nefretin şiddetini ifade eder. Bu sebeple onların görünüşte "inandık" demelerine ve sahte dostluk göstermelerine aldanmamak gerekir.

Rivayete göre zeki ve kabiliyetli bir kâtip olan Hireli gayri müslim bir genci, devlet işlerinde istihdam etmesi Hz. Ömer (ra)'e tavsiye edilmiş; fakat Hz. Ömer (ra) "Müslümanlardan başkasını kendime sırdaş mı edineyim?" diyerek bu teklifi reddetmiştir. Meşhur müfessir İbn Kesîr bu rivayete dayanarak İslâm devletinin vatandaşı olan gayri müslimleri (zimmîler), devletin gizli işlerinde istihdam etmenin caiz olmadığını belirtir. Gerekçe olarak da bu vatandaşların, Müslümanların sırlarını onlara düşman olan gayri müslimlere verebileceklerini gösterir.

Şüphesiz ki mümin olmayanları sırdaş edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Toplum ve devletin emniyet ve selâmeti bakımından devlet sırlarını onlara verecek derecede kendileriyle samîmi olmak veya devletin sırlarını ya da menfaatlerini alâkadar eden önemli görevleri onlara teslim etmek sakıncalı olmakla birlikte, onlarla beşerî münasebetlerin iyi yürütülmesinde bir sakınca yoktur. Kur'an Müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gayri müslimlerle beşerî ilişkilerin iyi yürütülmesini, gerektiğinde onlara iyilik edilmesini, haklarında adaletli davranılmasmı tavsiye etmekte ve böyle yapanları yüce Allah'ın sevdiğini bildirmektedir. Samimi dost edinilmeleri yasaklananlar ancak İslâm'a ve Müslümanlara karşı düşmanca tavır alanlar, onlarla savaşmak ve onları yurtlarından çıkarmak için birbirlerine destek verenlerdir. Bu tür gayri müslimlerle dostluk bağları kuranları yüce Allah zalimler olarak nitelemiştir.

İslâm, dinin temel ilke ve amaçlarına ters düşmeyecek ölçüler içinde gayri müslimlerle ilim, teknik ve sanat alışverişinde bulunmayı yasaklamaz. Çünkü ilmin vatanı ve milliyeti yoktur. İlim Müslümanın yitiğidir onu nerede bulursa alır.

Bu konularda Müslümanlar din ayırımı yapmaksızın herkesten istifade edebilirler ve kendi birikimlerinden başkalarını yararlandırırlar. Nitekim tarihte de böyle yapmışlardır.

120. âyette, kâfirlerin ve münafıkların Müslümanların en küçük başarılarına, birlik, beraberlik ve refahlarına tahammül edemedikleri; müminlerin başına gelecek kötülük ve sıkıntılara sevindikleri bildirilmiş; onların bu menfi tutumlarına rağmen Müslümanlara sabırlı olmaları, onlarla samimi dost olmaktan kaçınmaları, ancak onların hukukunu çiğnemekten de sakınmaları tavsiye edilmiştir. Zira bu davranış düşmanlıkların ortadan kalkmasına, dostlukların gelişmesine sebep olur. Nitekim Fussilet sûresinin 34. âyetinde,

"Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!"

buyurulmuştur. Âyette, bu tedbirler alındığı takdirde onların tuzaklarının müminlere hiçbir zarar vermeyeceğine dikkat çekilmiştir. Allah'ın onların yaptıklarını hem bilgisiyle hem de kudretiyle kuşatmış olduğunun belirtilmesi, onların, Allah'ın bilgisi dışında ve izni olmadan hiçbir şey yapamayacaklarını ifade eder.

(bk. Elmalılı Tefsiri ve Diyanet Tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun