Kirvelik nedir? Dinimize göre kirve olan kimse ile evlenmenin hükmü nedir? Bazı yörelerde kirve ile evlenilmez diye bir adet var?

Tarih: 23.06.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslam'da kirvelik diye bir şey yoktur. Kirve, erkek çocuğu sünnet ettirirken kucağına alır ve sünnet bu şekilde yapılır. Çocuğu tutan kimse kirve olur. Kızlar sünnet olmadığına göre kirve ile evlenmek diye bir durum olamaz zaten.

Kirvenin İslam'da yeri olmadığı için hükümlerde bir değişiklik olmaz. Kirve olan kimse çocuğun evine geldiğinde, çocuğun kız kardeşlerine ve çocuğun annesine karşı namahremdir. Yabancı bir erkek gibidir. Şayet nesebi bir akrabalık varsa başka.

Her hangi bir nesebi akrabalığı olmayan yabancı bir erkek kirve olmakla mahremiyet ölçüleri değişmez. Kirvenin çocuğu ile evlenmek de caizdir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

mor_terlik

açıkçası yazdıklarınızın hepsini dikkatli okumama rağmen -sanırım bilgisizliğimden olacak- fazla bir şey anlayamadım.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editör (ahmet)

Yukarıdaki açıklamalarla şunu vurgulamaya çalıştık: İnsanları kulluk yapmak üzere yaratan, onları imtihana tabi tutan Allah, bu imtihanı gerçekleştirmek için, imtihan salonu olan dünyada biri nefsin hoşuna giden, biri de zoruna giden iki hayat çizgisini yaratmıştır. Bu acı ve tatlı hayat çizgisini anlayabilmesi için imtihana tabi tuttuğu insanlarda da iki zıt mekanizma yerleştirmiştir. Sıkıntılar, kötülükler karşısında sıkıldığını; genişlikler, güzellikler karşısında ferahladığını hissetmesi için bunlar gereklidir.

Nimetlerin kıymetini anlamak için, bunların zıddı olan sıkıntıları görmesi lazımdır. Midesi ağrımayan kimsenin, midenin nasıl büyük bir nimet olduğunu, diş ağrısını görmeyenin, dişin kıymetini yeterince bilmesi mümkün değildir. Fakirlik çekmeyen, servetin kıymetini, hasta olmayanın sağlığın değerini yeterince anlamsı söz konusu değildir.
Sıkıntı sorusuyla karşılaşan kimsenin sabırla cevap vermesi, ferahlık sorusuyla karşılaşan kimsenin ise, buna şükürle cevap vermesi/şükürle karşılaması başarıya götüren tek yoldur.

Demek oluyor ki, insanoğlunun şifaya-sağlığa, yemeye-doymaya muhtaç bir şekilde yaratılmış olması, imtihanın olmazsa olmaz şartıdır.

Muhtaç bir varlık oluşumuz, şükretmemize nasıl engel kabul edilebilir?

Muhtaç olmak, yaratılmışlığın ayrılmaz özelliğidir. Muhtaç olmayan yalnız Allah'tır.
Biz ilah olmadığımıza göre, elbette diğer varlıklar gibi biz de her şeyimizle Rabbimize muhtacız. Peki bizim muhtaç bir varlık olmamız mı, yoksa muhtaç olmayan bir hiç olmamız mı daha iyidir? Var olmanın mutlak güzellik olduğu hususunda dinler, felsefeler, bütün akıl sahipleri hemfikirdir. Demek muhtaç da olsa var olmak bir nimettir.

Şimdi bu husus birkaç madde halinde özetleyelim:

a. İnsanların muhtaç olarak yaratılması, nimetleri kabul etmesine imkân tanımaya yöneliktir. Nimetleri kabul edebilecek donanıma sahip olmak, lezzetleri tatmayı mümkün kılar. Bir şeyden lezzet almak ise, bir memnuniyeti ifade eder. Memnun olmak bir fiili şükürdür. Bu fiilî ve fıtrî şükrü sözlü olarak ifade etmek ve özgür iradeyle onu davranışlarına yansıtmak, vicdanın lezzet aldığı en derin bir hazdır. Demek ki, insan nimetten aldığı maddi lezzetten çok daha üstün bir lezzeti, Rabbine karşı şükrünü arz ederken almaktadır.

b. Bütün varlıklar ister istemez Allah'a muhtaç durumdadır. Var olmak, varlıkta durmak, varlığını sürdürmek için Ona muhtaçtır. Aynı kafilenin yolcusu olan insan, şu ontolojik kardeşlerinden daha da fazla Allah'a muhtaçtır. İnsan yalnız biyoloji yönüyle değil, ruh, akıl, kalp, duygu ve latifleriyle de ona muhtaçtır. Bir yandan mikroskopik bir virüse karşı mağlup olacak kadar âciz, diğer yandan arzu ve emelleri ebede kadar uzanan bir muhtaç olan insanoğlu, Rabbine karşı şükretmez mi?

c. Bize ters gibi gelen bir nokta da; bizim her şeyimizle fakir ve muhtaç bir varlık oluşumuzdur. Sanki kasıtlı bir şekilde bu hale sokulmuşuz. Bu gerçekten şeytanın bir oyunu, tuzağı ve aldatması, nefsin bir cerbezesi ve kandırmasıdır. Çünkü evvela biz mahiyetimiz itibariyle var olmağa muhtaç idik. Allah ise bu ihtiyacımızı giderip bizi var etti. Bu bir nimettir ve şükür ister. Yoksa biz önceden vardık da, Allah varlığımızı elimizden alıp kendine muhtaç bırakmış değil. Ya da biz yokken gözümüz, kulağımız, aklımız, canımız mı vardı ki, Allah onları bizden alıp bizi onlardan mahrum bıraktı? Yahut, bizim önceden ciğerlerimize kadar çektiğimiz bir oksijen tüpümüz mü vardı da Allah onu bizden alıp bizi nefes alamaz hale getirdi? Sonra da havayı yaratıp bize verdi da karşılığında şükür istedi? Böyle bir şey var mı? Elbette bin defa hayır! Bilakis, biz her şeyimizle yokluk ve yoksulluk içerisindeydik, Allah bize ikramlarda bulundu, lütfedip ihtiyaçlarımızı giderdi.

İkincisi, Muhtaç bir varlık olmamak için ezeli olmak lazımdır. Ezeli olmak için de ilah olmak lazımdır.

Üçüncüsü; Mahiyetimizde var olan ihtiyaç duygularımızı Rabbimize fatura etmek yerine, Onun sonsuz rahmetinden faydalanmak, ebediyen o Rahmet çeşmesinden doya doya içmek için iyi bir fırsat olarak germeliyiz..

d. Mahiyeti itibariyle her şeyiyle Ezelî ve Ebedî olan Allah'a muhtaç olmak, ona şükretmeye engel midir?

e. İhtiyacı olmayana mı, yoksa muhtaç olana mı iyilik etmek daha güzeldir?

f. Allah, muhtaç olduğumuzdan dolayı değil, ihtiyacımızı giderdiği için bizden şükür bekliyor.

g. Varlığın her mertebesi bir nimettir, bir şükür ister. Elementler aleminden bitkiler alemine; bitkiler aleminden canlılar alemine, canlılar aleminden insanlık alemine terfi ettire, ettire bizi yeryüzüne halife yapan Allah'a karşı teşekkür etmeyi bilmezsek nasıl insan olabiliriz?

h. Sonra anne karnında tavırdan tavra sokarak, değişik safhalarda farklı özellikler katarak, katından bir ruh üfleyip hayat sahibi, akıllı, anlayışlı, mantıklı bir varlık olarak bizi yaratan Allah'a karşı teşekkür borcumuzu eda ederek insan olduğumuzu göstermemiz gerekmez mi? Şimdi bunu bir misalle anlatalım:

i. Bir zaman hayırsever bir adam, fakir bir kişiye sırf iyilik etmek için, ona görmediği güzel yerleri göstermek, hiç giymediği güzel elbiseler giydirmek, hiç yemediği güzel yemekler yedirmek istemiş. Bu sebeple kendisini alıp yüksek bir kulenin başına çıkarmış ve her basamakta ayrı bir hediye vermiştir. Nihayet en son basamakta bütün ihtiyaçlarını yerine getirmiş ve hiç görmediği güzel manzaralar göstermiştir.

Bütün bu iyiliklere karşı teşekkür etmesini beklerken, adam kalkıp gitmeye başlamış, bu manzarayı gören aklı başında bazıları: "Sana yapılan bu kadar iyiliklere karşı teşekkür etmen gerekmez mi?" demişlerse de, adam bunu kabul etmemiş ve kendi kendine şöyle mırıldanmıştır:

"Yani ben mi dedim; bana iyilik yap! Ben mi dedim; o yüksek kulenin tepesine çıkarıp o güzel manzaraları göster! Neden beni daha yüksek bir kulenin tepesine çıkarmadı! Ben muhtaç biriyim, zaten bunları bana vermesi gerekir! Teşekkür de neyin nesi!" gibi hezeyanlar etmiş ve tabii ki, o büyük zatın gözünden düşmüştü.

Şimdi birisi kalkıp ta; "Allah'a ben mi dedim; beni yarat! Yaratmasaydı! Ben mi dedim; beni ışığa, havaya, suya, gıdaya muhtaç yarat! Böyle yaratmışsa, bunları tabii ki bana verecek!" derse, ne kadar nankörlük etmiş olacağını her vicdan sahibi anlar.

Kaldı ki, nimetlere muhtaç olan bir varlık olmasaydın, cansız bir taş olsaydın daha mı iyi olurdu. Çünkü yarı cansız bitkiler bile bu şeylere muhtaçtır.

Netice itibariyle diyebiliriz ki; Bizi yoklukta bırakmayıp var eden, cansız bir taş olarak yaratmayıp canlı bir varlık kılan, ruhsuz bir bitki olarak yaratmayıp bize ruh bahşeden, akılsız ve şuursuz bir hayvanî hayatta koymayıp, başına akıl ve şuur takılmış, çeşitli duygularla bezenmiş bir ruh ile şereflendiren, Ayrıca İslam dini ile bizi en üstün mertebelere çıkaran ve "verilen nimetlere karşı teşekkür ettiğiniz takdirde sizi ebedî mutluluk diyarı olan cennete terfi ettireceğim" diye söz veren Rahman ve Rahim olan Allah'a şükretmekten daha lezzetli, daha kârlı bir şey var mı?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun