Cünübken yapılan dolgu ve diş teli gusle mani midir?

Tarih: 15.09.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Diş dolgusundan önce gusül abdesti almak şart değildir. Diş dolgusu yaptırmış bir insan zamanla cünüp olsa dişin altını yıkamak zorunda olmadığı gibi, diş dolgusu yaptıracak kişinin boy abdesti alması da şart değildir.

Burada iki durum söz konusudur:

1. Kişi cünüpken, yani gusül abdesti gerekli olduğu halde gusül almadan diş dolgusu yaptırabilir mi?

Bir kişinin adet ve lohusa dışında, namaz vakti geçirecek kadar cünüp kalması doğru değildir. Bu nedenle her ne kadar cünüp durmak haram değilse de bir namaz vakti geçinceye kadar yıkanmaması haram olur. Çünkü namaz kılması farzdır. Bununla beraber cünüpken veya adet halinde iken diş dolgusu yaptırmak caizdir ve helaldir. Temizken dolgu yaptırılmasını tavsiye ederiz. Ancak cünüp iken dolgu yaptırmak dolguya zarar vermez. Sonradan yapılacak gusül abdestlerine de bir engeli yoktur. Çünkü, yapılan diş dolgusu vücudun parçası olacağından o dolgunun dışını yıkamak gusül abdesti için yeterlidir.

Bu nedenle adet ve lohusa gibi durumlarda diş dolgusu yaptırmanın bir sakıncası olmadığı gibi, hayatı boyunca yapacağı gusüllere de bir engeli olmaz.

2. Kişi cünüp değilken diş dolgusu yaptıracaksa zaten guslü vardır, yeniden bir gusle gerek yoktur.

Tedavi amaçlı olarak dişe yapılan dolgu ve teller gusle mani değildir. Ancak tedavi amaçlı olmaksızın takılan teller gusle engeldir. Eğer takılıp çıkarılabilen tellerden ise gusülden önce çıkarılması gerekir. Ancak çıkarma imkanı yoksa alınan gusül geçerlidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Diş dolgusu, kaplama ve protez dişler gusle engel olur mu? Protez dişleri çıkarmak gerekir mi?..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Editör (ahmet)

Cevap 1:

Fatih Sultan Mehmet Han'ın küpe taktığıyla ilgili bilgi yoktur. Ancak genellikle Yavuz Sultan Selim'in küpe taktığı ve küpeli resminin olduğu iddia edilir.

Konuyu bir kaç açıdan ele almakta yarar vardır:

1) İslâm Hukukuna göre (1) kulakların küpe takılmak üzere delinmesi ve küpe takılması, kadınlar için caiz görülmüş; ama erkekler için caiz görülmemiştir. Bazı hukukçular, erkek çocukların da kulaklarının delinebileceğini ve bu tür bir olayın Hz. Peygamber zamanında yapıldığı halde yasaklanmadığını ileri sürmektedirler. Her hal ü kârda ergen erkeklerin kulaklarını deldirmeleri ve küpe takmaları, çoğu hukukçulara göre haram ve bazılarına göre ise mekrûhtur; yani kısaca caiz değildir.

İste bu seri hükmü bilen Yavuz Sultân Selim'in kulağını deldirip küpe taktığına ihtimal dahi vermiyoruz. Zira Yavuz, Mısır Seferi dönüşünde oğlu Süleyman'ın süslü elbiselerini görünce, 'Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?' dediğini biliyor ve onun şahsî hayatında sade ve süsten uzak olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Yavuz, süs ve ihtişamdan hoşlanmayan bir Padişahtır. Doğru olan resimlerinde, pala bıyıklar vardır; ancak küpe yoktur.

2) Şu anda Topkapı Sarayı'nın Portreler Bölümünde 17/66 numara ile 70 x 65 cm ebadında bulunan küpeli Yavuz Portresi ile Macar bir ressama ait olduğu söylenen küpeli resme gelince; Evvela, Yavuz'un minyatürlerde ve elimizde bulunan resimlerinde, bunun gibi küpeli olan üçüncü bir resmi bulunmamaktadır. Kaldı ki, bu resimler arasında resmî nakkaşlar tarafından yapılanları vardır. İkincisi, Yavuz'a isnad olunan, ama tamamen hayalî ve uydurma olan Avrupalı ve İranlı ressamlara ait resimler çokça bulunmaktadır. Tarih kaynakları bu noktanın altını çizmektedirler. Bu küpeli resmin de, uydurma resimlerden biri olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Sultânın kulağında küpe, boynunda incili madalyon, sarığında taç bulunmaktadır. Osmanlı Padişahlarının kıyafetleri ile bağdaşmayan bu süsler, tablonun yakın tarihlerde yapıldığını göstermektedir. Zaten 1926 yılında Dolma Bahçe Sarayından getirilmiştir. Dolma Bahçe Sarayına ne zaman konulduğu da bilinmemektedir. Üçüncüsü, bazı araştırmacılara göre, bu küpeli resim Şah İsmail'e aittir. Zira başında Şii Mezhebinin alâmeti olan kızıl börk ve bunun üzerinde İran Şahlarına mahsus taç vardır. Ayrıca küpe de Şi'a mezhebinde caiz görülmektedir.

3) Küpeli resmin Yavuz'a ait olmadığı ortadadır. Ait olsa bile, son zamanların bazı ahlaksız insanlarının bunu, gay'liğe yorumlamaları, en az bu resmin Yavuz'a isnad edilmesi kadar yanlıştır. Doğru olsa bile böyle yorumlanmasının mantıksızlığını, iç oğlanı meselesinde uzun uzadıya açıklamış bulunuyoruz. Kaldı ki, bazı kölelerin, kölelik alâmeti olarak kulaklarına küpe taktıkları bilinmektedir. Tek kulağında olduğu hiç mevzubahis dahi edilmemiştir. Bazı yazarlar, Yavuz'un bu küpesini Allah'a kul olma özelliği olarak taktığını ve bununla Cihan hâkimi olmasına rağmen âciz bir kul olduğunu göstermek istediğini anlatmaya çalışmışlardır. Bize göre bu yorumlar kısmen zayıf yorumlardır. Zira küpeli resim hadisesi doğru görünmemektedir. Fakat kölelerin küpe taktıkları doğrudur.

(1)İbn-i Âbidin, Redd'ûl-Muhtar, c. VI, sh. 420, Heyet, Resimli-Haritalı Mufassal Osmanlı Tarihi, İstanbul 1958, c. II, sh. 717, 719, 725, 731, 739, 788; Gönenç, Halil, Günümüz Meselelerine Fetvalar, İstanbul 1983, c. II, sh. 164; Dirler, Ayten, "Yavuz Selim Küpeli miydi?", Zafer Dergisi, Haziran 1995, sayı 222, sh. 28-29; Kuşoğlu, M. Zeki, Tılsımdan Takıya, İstanbul 1998, sn. 52 vd
BİLİNMEYEN OSMANLI PROF.DR AHMET AKGÜNDÜZ Sayfa, 147-148 – 80. madde

Cevap 2:

Mimar Sinan'ın Allah'ın sevgili kullarından biri olduğu kanaatindeyiz. Allah yaptığı hayırlarını kıyamete kadar amel defterine yazsın.

Kısaca Hayatı:

Mimar Sinan, Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğduğu tahmin edilmektedir. 1511'de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak istanbul'a geldiği bir söylentiden ibarettir bu konuda hiçbir bilgi yoktur Mimar olarak Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferine katıldı. 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad Seferine Yeniçeri olarak katıldı. 1522’de Rodos Seferine Atlı Sekban olarak katılıp, 1526 Mohaç Meydan Muharebesi'nden sonra, gösterdiği yararlıklar sebebiyle takdir edilerek Acemi Oğlanlar Yayabaşılığına (Bölük Komutanı) terfi ettirildi.

1533 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın İran Seferi sırasında Van Gölü'nde karşı sahile gitmek için Mimar Sinan iki haftada üç adet kadırga yapıp donatarak büyük itibar kazandı. İran Seferinden dönüşte, Yeniçeri Ocağında itibarı yüksek olan Hasekilik rütbesi verildi. Bu rütbeyle, 1537 Korfu, Pulya ve 1538 Moldavya seferlerine katıldı. 1538 yılında Hassa başmimarı oldu.

Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Halep’te Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesidir. Halep’teki Hüsreviye Külliyesinde, tek kubbeli cami tarzı ile, bu kubbenin köşelerine birer kubbe ilave edilerek yan mekanlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır. Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.

Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbul'daki Şehzade Camii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir kubbe tarzında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.

Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde, 1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.

Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, seksen yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camiidir (1575).

Mimar Sinan, Mimarbaşı olduğu sürece birbirinden çok değişik konularla uğraştı. Zaman zaman eskileri restore etti. Bu konudaki en büyük çabalarını Ayasofya için harcadı. 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onararak çevresine, takviyeli duvarlar yaptı ve eserin bu günlere sağlam olarak gelmesini sağladı. Eski eserlerle abidelerin yakınına yapılan ve onların görünümlerini bozan yapıların yıkılması da onun görevleri arasındaydı. Bu sebeplerle Zeyrek Camii ve Rumeli Hisarı civarına yapılan bazı ev ve dükkanların yıkımını sağladı.

İstanbul caddelerinin genişliği, evlerin yapımı ve lağımların bağlanmasıyla uğraştı. Sokakların darlığı sebebiyle ortaya çıkan yangın tehlikesine dikkat çekip bu hususta ferman yayınlattı. Günümüzde bile bir problem olan İstanbul’un kaldırımlarıyla bizzat ilgilenmesi çok ilgi çekicidir.

Mimar Sinan 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 365 eser vermiştir. Büyükçekmece Köprüsü üzerinde kazılı olan mührü şöyledir: Elfakiru Hakir Ser Mimaranı Hassa.

Eserlerinin bir kısmı İstanbul’dadır. 1588’de İstanbul’da vefat eden Mimar Sinan, Süleymaniye Camii'nin yanında kendi yaptığı sade türbeye gömüldü.

Mimar Sinan Türbesi, İstanbul Müftülüğü'nün sütunlu kapısından çıkınca hemen solda, iki caddenin kesiştiği noktada Fetva Yokuşu sonunda solda, Süleymaniye Camii'nin Haliç duvarının önünde, beyaz taşlı sade bir türbedir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
forumfrom

Allah razı olsun,

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun