Boşanan kadın kocasının evinden ayrılamaz mı?

Tarih: 11.10.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bir ayette, "Boşadığınız o kadınları evlerinden çıkarmayınız. Onlar da evlerinden ayrılmasınlar." denilmektedir. Buna göre boşanan, kadın kocasının evinden ayırlamaz mı?
- İddet bekleyen kadınla, onu boşayan kocası arasındaki ilişkiler nasıl olmalıdır?
-  Mahremiyet nasıl olacak?
- Bunlar biribirne mahrem midir?
- Öyleyse aynı evde kalmaları sakıncalı olmaz mı?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Talak Suresi 1. ayette şu ifade vardır:

"... Apaçık bir hayasızlık yapmış olmadıkça, onları evlerinden çıkarmayınız, kendileri de çıkmasınlar..."

Ayette geçen "Boşadığınız o kadınları evlerinden çıkarmayınız. Onlar da evlerinden ayrılmasınlar." cümlesinin anlamı şudur:

Koca gazaplanarak o kadını evinden atmaya, kadın da kocasına kızarak evi terk etmeye kalkışmasın. Çünkü henüz iddet bitmemiştir. Rabbimizin belirlediği iddet bitene kadar o ev, kadının evidir. Kadın hâlâ o evin hanımıdır. Bir, iki talâkla, yani ric’i talâkla, geriye dönüş imkânı bulunan talâkla boşanmış bir kadına her an kocasının dönme ihtimali vardır. Her an o hanımın kocasını bu boşama işinden vazgeçirme ihtimali vardır. Ama böyle değil de bir kızgınlıkla kadın evini terk eder, ailesinin, akrabalarının yanına giderse, erkek apar topar onu dışarıya atmaya kalkarsa ya da kadının ailesi hemen kızlarını alıp evlerine götürmeye kalkışırlarsa, o zaman barışma imkânları hepten bitirilmiş olacaktır. Her iki taraf da Allah’tan korkup böyle şeylere tevessül etmemelidirler.

Konuyla ilgili Talak Suresinde geçen ayetlerin mealleri şöyledir:

1. Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini gözeterek boşayınız ve bekleme sürelerini iyice hesap ediniz. Rabbiniz Allah'a saygısızlıktan sakınınız. Apaçık bir hayasızlık yapmış olmadıkça onları evlerinden çıkarmayınız, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'ın koyduğu şuurları aşarsa aslında kendisine yazık etmiş olur. Bilemezsin ki; belki Allah bundan sonra yeni bir durum ortaya çıkarıverir.

2. Sürelerinin sonuna ulaştıklarında onları ya uygun biçimde tutunuz yahut onlardan uygun biçimde ayrılınız; içinizden adaletli iki kişiyi şahit tutunuz ve şahitliği Allah için özenle yerine ge­tiriniz. İşte Allah'a ve âhiret gününe inananlara öğütlenen budur. Kim Al­lah'a saygısızlıktan sakınırsa O kendisine bir çıkış yolu gösterir.

3. Ve onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah'a dayanıp güvenirse O kendisi­ne yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.

4. Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar île âdet görmeyenler hakkında tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süreleri ise doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir.

5. İşte bu, Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Evet, kim Allah'a saygısızlıktan sakınırsa Allah onun kötülüklerini örter ve ecrini büyütür.

6. O kadınları imkânınıza göre kendi oturduğunuz yerde oturtunuz ve onları baskı altına almak için kendi­lerine zarar vermeye kalkışmayınız. Eğer gebe iseler, doğum yapıncaya ka­dar nafakalarını karşılayınız. Sizin hesabınıza (çocuğunuzu) emzirirlerse, on­lara karşılığını ödeyiniz ve aranızda güzelce konuşup anlaşınız. Anlaşmakta zorlanırsanız bu durumda o erkeğin hesabına başka bir kadın emzirecektîr.

7. Varlıklı olan sahip olduğu imkânlara göre harcasın, rızkı daralmış bulu­nan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından harcasın. Allah kimseyi kendi verdiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz. Allah  güçlüğün ardından bir ko­laylık sağlayacaktır.

Bu ayetlerin tefsiri:

Birçok âyet ve hadiste insanın, ruhen ve bedenen birbirine ihtiyaç duyan ve birbirini tamamlayan iki cins olarak yaratılmasının hikmeti ve önemi üzerinde durulmuş, evlilik birliğinin hem kurulması hem de korunması teşvik edilmiştir. Bu arada, mutlu bir yuvanın tesis edilmesi ve evlilik düzeninin sağlıklı biçimde işlemesi için birçok buyruk, yasak ve öğüde yer verilmiş ve bazı tedbirler alınmıştır. Fakat evliliğin sona erdirilmesi kaçınılmaz hale gelse bile -Kilise hukukunda olduğu gibi- ömür boyu beraberlik zorunlu kılınmamış, bu sosyal realitenin daha büyük yaralar açmasının önlenmesine ağırlık verilmiştir.

Talâk sözlükte "serbest bırakmak, bir bağı çözmek" gibi mânalara gelir. Fıkıh terminolojisinde talâkın özel anlamı "boşama"dır. Ancak bu, tek taraflı irade beyanıyla yapılan boşamanın yanı sıra eşlerin anlaşarak evliliğe son vermelerini ve mahkeme kararıyla boşanmayı da kapsar bir genişlikte kullanılmıştır. Tek taraflı iradeyle boşama yetkisinin kural olarak erkeğe verilmiş olması, bu yetkinin münhasıran onun tarafından kullanılacağı anlamında dinî bîr yükümlülük hükmü değil, olayın icaplarıyla ilgili mâkul izahları olan bir düzenlemedir. Dolayısıyla, tarafların anlaşması halinde gerek nikah akdi esnasında gerekse evlilik sırasında kadın da bu konuda yetkili kılınabilir. Evlilik birliğini sarsacak durumlarla karşılaşıldığında ve evliliğe son vermek gerekli hale geldiğinde dikkat edilmesi ve uyulması istenen yahut tavsiye edilen hususlara da vardır.(1)

Talak suresinde geçen bu ayetlerde ise ağırlıklı olarak evliliğin sona ermesinin sonuçları üzerinde durulmaktadır; ama açıklamalarda görüleceği üzere, bunlar da bir yönüyle evlilik birliğini olabildiğince korumaya katkı sağlayıcı önlemler niteliğindedir.

Sûreye "Ey Peygamber!" şeklinde başlanmakla beraber, sözün akışı ve özellikle kullanılan fiillerin çoğul olması, burada Resûlullah (asm)'ın şahsında müminlere hitap edildiğini, evlenme ve boşamanın aynı zamanda sosyal bir konu olduğunu göstermektedir. Özel olarak Peygamber (asm)'e hitap edilmesi ise bu hükümlerin tebliğ edilmesi ve doğru uygulanmasının sağlanmasında ona verilen görevin ve genel olarak konunun önemine dikkat çekme amacıyla izah edilebilir. (2)

İlgili sûrenin boşamaya ilişkin bölümünün tamamına hakim olan fikri, evlilik kurumunun, dolayısıyla evliliğe son verilmesinin ciddiye alınması gereken bir konu olduğu, bu konuda atılacak her adımın, birden fazla kişiyi ilgilendiren belirli sorumlulukları da beraberinde getireceği şeklinde özetlemek mümkündür. Hızlı bir okumayla ve bazı yanlış uygulamalara ait bilgilerin etkisiyle burada, boşamanın sıradan bir işlem olarak görüldüğü ve boşamayla ilgili sırf biçimsel hükümlere yer verildiği gibi bir izlenim edinenler olmuşsa da, dikkatle incelendiğinde sûrede yer alan hükümlerin -amaçları itibariyle- iki noktada odaklandığı görülür:

a) Evlenme gibi evliliğin sona erdirilmesi de medenî-hukukî bir işlemdir; gelip geçici heveslerin, salt duygusal yaklaşımların ürünü olmamalıdır. Böyle bir konuda duyguların tamamen devre dışı kalması elbette mümkün değildir ve olayın tabiatı gereği gelinen noktanın oluşumunda daha çok hisler etkili olmuş olabilir. Ama artık eşler toplum için hayati önem taşıyan evlilik dokusuna kıyarlarken, -en uygun tedavinin bu olduğu kanaatine ulaştığından- hastanın bir organının feda edilmesine karar verebilen hekim sorumluluğu içinde, hem rasyonel hem de vicdanî bîr değerlendirme yapmak durumundadırlar.

b) Anılan değerlendirme sonunda bu evliliğin sürmemesi gerektiği kararının verilmesi bütün iplerin kopması anlamına gelmez ve tarafların birbirine hasım muamelesi yapmasına haklılık kazandırmaz. Tam aksine boşama denen medenî işlemin de bir takım icapları, taraflara yüklediği vecibeler vardır; vecibenin yerine getirilmesini beklemek de diğer tarafın hakkıdır. Bu hususlar Talak Suresinin 1-7. âyetlerde inanç ve ahlâk ilkelerine göndermeler yapılarak ilmek ilmek örülmüş, 8. âyet ve devamında ilâhî buyruklara karşı gelenlerin acı akıbetleri, peygamber ve kitap göndermenin amacı, bu bildirimlere uyanların kazanacakları ebedî mutluluk ve hiçbir şeyin Allah'ın gücü ve bilgisi dışında kalamayacağı gerçeği hatırlatılmış, böylece bu önemli konunun kuru bir hukuk ilişkileri yumağı olarak algılanmaması gerektiğine dikkat çekilmiştir.

Birinci âyette belirtildiği üzere, artık evliliğin devamına imkân görülmüyorsa bu bağı sona erdirme kararını uygulamanın taraflar için yeni bir süreç başlatacağı bilinmelidir. Her şeyden önce boşama iradesinin işleme konması için belirli sürelerin dikkate alınması gerekmektedir. Resûluhah (asm)'ın açıklamaları ve ilk dönem tatbikatı ışığında bu âyetten çıkan pratik sonuç, yani usulüne (sünnete) uygun boşama şöyle olmaktadır:

Boşama düşüncesi kesinlik kazanmış olsa bile, bu karar irade açıklaması haline getirilirken, kadının temizlik döneminde bulunması ve o dönem içinde eşler arasında cinsel temas meydana gelmemiş olması gerekir. Bu şarta uygun olarak boşama iradesinin açıklanması eşler arasındaki evlilik bağını koparmaz; sadece bir boşama hakkı kullanılmış olur; buna ric'î talâk (dönüş imkânı veren boşama) denir. Kadın iddet süresi içinde (bir içtihada göre -boşamayı izleyen- üç, diğer içtihada göre yine boşamayı izleyen iki âdet dönemi sona erinceye kadar) aynı evde oturmaya devam eder. Bu süre içinde koca evliliği sürdürmek istediğini sözle veya fiilen (karı koca hayatını yeniden başlatacak bir eylemle) açıklarsa (ric'at), yeni bir nikah akdine gerek olmaksızın evlilik ilişkisi devam eder. Böyle bir dönüş gerçekleşmeden belirtilen süre dolduğunda ise bu boşama kesinlik kazanır (bâin talâk haline gelir, buna "beynûnet-i suğrâ" denir) ve eşler ayrılırlar. Yine de bu durum, yeni bir nikahla tekrar birleşmelerine engel değildir.

Yeniden evlendiklerinde yine geçimsizlik olursa boşama için aynı prosedür geçerli olur. Fakat evlilik kurumunun hafife alınmaması ve dejenere edilmemesi için bu tür ayırma ve birleşmeler belirli sayıyla sınırlandırılmıştır. Üçüncü boşama ile "büyük kesin ayrılık" (beynûnet-i kübrâ) denilen sonuç meydana gelir ve bu durumda eşlerin yeni bir evlilik yapmaları, daha uzun bir süreçte, gerçekleşmesi güç şartlara bağlanmıştır.(3)  Tarafların konuyu daha dikkatli ve gerçekçi biçimde değerlendirmeleri için verilen bu imkânı kullanmak istememeleri halinde, yukarıda açıklandığı şekilde her bir boşamanın kesinlik kazanması için üçer ay beklemeden üç temizlik döneminde ayrı ayrı boşama işleminin yapılmasıyla da "büyük kesin ayrılık" meydana gelir.

Bütün bunların anlamı, boşanma düşüncesi ne kadar kesinlik kazanmış olursa olsun, Kur'an ve Sünnet'e uygun boşama usulüne göre (ister bir talâk hakkı, ister bütün haklar kullanılarak) kesin bir ayrılık -yaklaşık- üç aydan önce gerçekleşemez; bu süre içinde eşler aynı çatı altında bu kararı gözden geçirmek ve şayet mantıklı değil de fevrî bir karar söz konusu ise onu -durum etrafa yayılmadan- düzeltmek imkânına sahiptirler. Nitekim âyetin sonunda şöyle buyurulmuştur:

"Bilemezsin ki; belki Allah bundan sonra yeni bir durum ortaya çıkarıverir."

Bu ifadeyi eşlerin özellikle kocanın evlilik bağının sona ermesiyle ortaya çıkacak sonuçları ölçüp biçmeleri, mâkul ve soğukkanlı bir değerlendirme yapıp sağduyuyla hareket etmeleri şeklinde anlamak mümkün olduğu gibi, hakkın kötüye kullanılması ve sınırın aşılmasından dolayı insanların aklını başına getirecek olaylar zuhur etmesi veya Allah'a saygısızlıktan kaçınıp süreye ve sınıra riayet etmeleri sebebiyle ilâhî bir lütuf olarak onları darlıktan kurtaracak veya aralarındaki soğukluğu giderecek gelişmelerin meydana gelmesi gibi mânalarla da açıklamak mümkündür.

Yukarıdaki prosedür fiilen başlamış evlilikler için geçerlidir. Nikah akdinden sonra fakat henüz karı koca hayatı başlamadan önce boşama halinde bu şekilde iddet beklenmesi gerekmez.(4)

Hanefî mezhebine göre boşama şiddet ifade eden yahut kinayeli sözlerle olmuşsa iddet süresi dolmadığı halde talâk hemen kesinlik kazanmakta (bâin olmakta), fakihlerin çoğunluğuna göre bir defada veya yukarıda belirtilen iddet süresine riayet etmeden kısa aralıklarla üç talâk hakkının kullanılmasıyla "büyük kesin ayrılık" (beynûnet-i kübrâ) meydana gelmektedir. Söz konusu fakihler bu şekillerde yapılan boşamaları Sünnet'e aykırı ve kaçınılması gereken birer davranış olarak görmekle beraber, sonuç doğurucu (geçerli) saymışlardır. Dolayısıyla bu durumlarda boşamayla ilgili irade açıklamasını takiben eşlerin aynı çatı altında bulunmaları ve henüz kesin ayrılık meydana gelmeden bu kararı gözden geçirmeleri imkânı ortadan kalkmış olmaktadır. Özellikle Hanefıler'in bâin talâk anlayışını konunun bu yönüyle izah etmek, yani aralarında çok şiddetli kavgalar cereyan etmiş ve aynı evde ikameti sürdürmeleri imkânsız hale gelmiş eşlerin üç ay gibi bir süreyi belirtildiği şekilde geçirmelerinin kendi halet-i ruhiyelerînin yanı sıra toplumsal telakkiler açısından taşıyacağı zorlukları da dikkate almalarına bağlamak mümkündür. Bu içtihadın psikolojik ve sosyolojik realiteyi göz önüne almasına karşılık âyette öngörülen yolun tıkanmasına yol açtığı söylenebilirse de, hükmün nihaî amacını yani fevri kararlarla evlilik birliğine son verilmemesini sağlamak üzere tabiî biçimde işleyen toplumsal denetim ve destek mekanizmalarının daha etkin kılınmasıyla bu boşluğun doldurulmasına çalışılmıştır.

Nitekim tarihî tecrübe, teorik olarak incelendiğinde keyfi biçimde ve sık sık kullanılacağı izlenimi edinilen boşama yetkisinin böyle bir kullanıma fazlaca konu olmadığını göstermektedir ki, bunun Kur'an ve Sünnet terbiyesiyle yoğrulmuş toplumsal telakkiler ve geleneklerle yakından ilişkili olduğu inkâr edilemez. Öte yandan -aşağıda açıklanacağı üzere- Hanefî mezhebinde bâin talâk yolunu seçmenin nafaka haklarını ihlâl etmemesini sağlayacak bir ictihad benimsenmiştir.

Bir defada üç talâk hakkının kullanılmasının geçerli sayılmasına gelince, Hz. Ömer (ra) dönemi şartları içinde mâkul izahı olan bu uygulamanın sabit bir dinî hüküm gibi anlaşılması önemli problemlere yol açmış, bu sebeple birçok âlim bu hususta duydukları rahatsızlığı dile getirmiştir. Bu konuda dikkatten kaçırılmaması gereken bir nokta, bu tür boşamayı geçerli sayanların da bunu dinî bakımdan asla tasvip etmemiş, sadece bir yetkinin yerli yerince kullanılmasını sağlayıcı bir yaptırım olarak görmüş olmalarıdır. Fakat bu yaptırımdan, anılan yetkiyi yersiz kullanan kişiden çok eş ve çocukları zarar görmüş, ayrıca dinî düşünce ve toplumsal değerler de örselenmiştir.

İlk âyetin başında "boşayacağınız zaman" anlamına gelen bir ifadenin yer alması, talâkın hissî ve âni olmaması, yeterince düşünüp taşındıktan sonra verilen bir kararın icrası tarzında olması gerektiğini göstermektedir.(5) Ayette geçen "iddetlerini gözeterek" diye çevrilen ifade için, "âdet dönemlerini beklerlerken, âdet öncesinde" ve "temizlik halindeyken" şeklinde izahlar yapılmış olmakla beraber, bunlar pratik sonuç itibariyle talâkın temizlik dönemi içinde olması gerektiği noktasında birleşir. Ayrıca Rasûlullah (asm)'ın açıklamaları doğrultusunda talâkın verildiği temizlik döneminde eşler arasında temasın da cereyan etmemiş olması gerekir.(6)

"Ve bekleme süresini iyice hesap ediniz." mealindeki cümlenin kural olarak talâk tasarrufunda bulunan kocaya ve iddet bekleyecek kadına hitap ettiği kabul edilirse de, bazı âlimlerin burada Müslümanlara yani topluma yüklenmiş bir görev olduğu yorumunu yapmaları(7)  Kur'an ve Sünnet'in aile kurumuna özen gösterilmesini toplumsal sorumluluğun bir parçası olarak bakılmasını telkin eden açıklama ve düzenlemeleriyle paralellik taşıması açısından önemlidir.

"Onları evlerinden çıkarmayınız" mealindeki cümlede evlerin kadınlara izafe edilmesi, talâk öncesi paylaşılan yuvanın hâlâ kadının da yuvası olarak görülmesi gerektiğini göstermektedir. İddet süresince kadının evinden çıkarılmaması ve çıkmaması hükmü, kocasından tamamen ayrılmadan hamile olup olmadığının açıklık kazanması, bu dönemde çevresi tarafından kendisine evlilik teklif edilebilecek bir aday olarak görülmemesi ve -henüz yeni bir evlilik yapamayacak durumda olduğuna göre- bu dönemde himayeden ve ekonomik destekten yoksun bırakılmaması gibi sebeplerle de açıklanmıştır. Fakat bu hükümdeki öncelikli amacın -yukarıda belirtildiği üzere- talâk işleminin hemen kesinlik kazanmaması ve eşlerin evlilik hayatına dönüş kararını kolaylaştıracak bir ortamda bulunmalarının sağlanması olduğu anlaşılmaktadır. Zira diğer gerekçeler yaş, sosyal ve iktisadî şartların farklılığına göre bütün kadınlar için söz konusu olmayabilir. Âyetin "apaçık bir hayasızlık yapmış olmadıkça" şeklinde çevrilen kısmı, talâk verilmiş kadının ağır bir ahlâkî kusur işlemiş olması halinde eski yuvasında ikametini sürdürmesinin mâkul ve doğru olmayacağını belirtmektedir. Buradaki istisna edatı önceki fiillerden birine veya her ikisine bağlanabildiği için, "böyle bir durumda o kadınlar çıkabilirler ve  veya çıkarılabilirler" tarzında yorumlar yapılmıştır. "Apaçık hayasızlık" ifadesi daha çok "mâsiyet" (büyük günah) olarak açıklanmakla beraber, bazı âlimler aile fertlerine karşı ağır hakaret ve cana kast niteliğindeki eylemleri de bu kapsamda sayarken bazıları bu ifadeyi zina, hırsızlık gibi suçlarla sınırlandırma cihetine gitmişlerdir. Bir anlayışa göre bu ifade, ortada bir zaruret yokken kadının çıkıp gitmesini anlatmaktadır. "Çıkma"nın maddî anlamda evin dışına çıkma şeklinde açıklanması ise âyetin amacını daraltmaktadır.(8) Başka bazı delillerden yararlanarak bu istisnayı âyetin başındaki "boşayınız" fiiline bağlayanlar da olmuş ve onlar bu noktadan hareketle "İffetli bir kadın boşandığı takdirde şartların onu kötü yola düşüreceği kanaatine ulaşılıyorsa bu durumda onu boşamak caiz değildir" gibi sonuçlara ulaşmışlardır.(9)

Bakara 2/229 ve 231 âyetlerinde boşama iddeti dolduğunda "ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak" gerektiği belirtilir. Burada 2. âyette de "Sürelerinin sonuna ulaştıklarında onları ya uygun biçimde tutunuz, yahut onlardan uygun biçimde ayrılınız" buyurularak, gerek evlilik birliğini sürdürmenin gerekse evliliğe son vermenin insana yaraşan, kamu vicdanına ters düşmeyen bir nezahet içinde olması gerektiği tekrar hatırlatılmaktadır. Kur'an'ın, genellikle uyuşmazlık, kırgınlık hatta zaman zaman düşmanlık duygularının en yükseklere tırmandığı bir an olan evliliğe son verme sırasında dahi mâkul ölçüler içinde, erdemli ve olabildiğince özverili hareket etmeyi telkin eden bu ifadeleri, müslümanların aile kurumuna bakışlarını ve bu çerçevedeki davranışlarını biçimlendirmede anahtar role sahip anlatımlardır.

Öte yandan bu âyetlerin üçü de evliliğe devam kararına öncelik verilmesi, buna teşvik mânası taşıyan bir anlatım inceliği taşımaktadır.

İkinci âyetteki "şahit tutma" buyruğunun bağlamı dikkate alınarak bunun, iddet dolduğunda ayrılma kararlılığını ifade ederken veya evliliği sürdürme kararını açıklarken, yahut bunlardan hangisi seçilmiş olursa olsun yerine getirileceği yorumları yapılmıştır. Hatta bir yoruma göre en başta talak beyanında bulunurken de şahit tutulmalıdır. Genel kanaat bu ifadenin bağlayıcılık değil tavsiye anlamı taşıdığı yönündedir; dolayısıyla şahit tutma, söz konusu işlemin geçerlilik şartı sayılmamıştır. Bazı fakihler yukarıda belirtilen iki durumu birbirinden ayırt ederek şahit tutmanın sadece evliliğe devam kararını açıklarken zorunlu olduğu düşüncesindedir. Her halûkârda bütün İslâm âlimleri bu buyruğun hakların zayi olmaması ve ihtilâfları önleme gibi amaçlar taşıdığı noktasında birleşmektedir. Dolayısıyla, kendi dönemlerinin şartları içinde Kur'an'ın öngördüğü amacın genellikle gerçekleştiğini görmeleri onları şeklî işlemleri çoğaltma ve külfeti arttırmadan uzaklaşmaya yöneltmiş olsa da, şartların değişmesiyle, evlenmede olduğu gibi evliliğin sona ermesi sırasında da hakların güvence altına alınmasını ve daha sonra ortaya çıkabilecek çekişmelerin önlenmesini sağlayacak bir prosedür geliştirilmesi zaruri hale gelmiştir. Günümüz âlimleri genellikle böyle bir düzenlemeyi gerekli bulmaktadır.(10)

İkinci âyetin son kısmında, 3. âyette, yine 4, 5 ve 7. âyetlerin son kısımlarında, belirli bir olayla sınırlandırılmaksızın ve soyut ifadelerle, müminin hayat felsefesine temel teşkil etmesi gereken bazı umdelere yer verilmektedir:

"Kim Allah'a saygısızlıktan sakınırsa, O kendisine bir çıkış yolu gösterir. Ve onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah'a dayanıp güvenirse O kendisine yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur. Kim Allah'a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir. Kim Allah'a saygısızlıktan sakınırsa Allah onun kötülüklerini örter ve ecrini büyütür. Allah kimseyi kendi verdiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz. Allah bir güçlükten sonra bir kolaylık sağlayacaktır."

Öyle görünüyor ki, birer özdeyiş niteliğindeki bu ifadeler, evlilik bağına son vermeyi ciddi biçimde düşünen, bu yönde adımlar atma noktasına gelen hatta bu karara varıp uygulamaya başlayan kişilerin ve böyle gergin bir sürecin söz konusu edildiği bîr bağlama yerleştirilerek, mümine bütün sıkıntılı hayat olaylarına belirtilen örnek ışığında bakıp davranışlarına bu ilkelere göre çekidüzen vermesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu ifadelerle ilgili izahları şöyle özetlemek mümkündür:

Bir mümin daraldığında hayırlı çıkış yolunun ne olduğu hususunda kendini şartlandırmamalı, Allah'tan gelecek sonucun kendi hayrına olacağına inanmalıdır ve emin olmalıdır ki Allah'a saygısızlık etmekten sakınan kişiye O, her daraldığında bir çıkış yolu gösterir; bir kolaylık, bir tahammül gücü verir, kusurlarını örter ve hak ettiği mükâfatı asla esirgemez. Meselâ evlilik konusunda kişi kendini ne kadar güçlü ve akıllı görürse görsün, hakkında hayırlı olan çözüm için Allah'tan yardım dilemelidir. Aksi takdirde karşılaşacağı sonuçlar kendi doğrularının yahut saplantılarının yanlışlığını ortaya koyarsa manevî bir yıkıma uğraması kaçınılmazdır. Ama yukarıda belirtildiği şekilde adaleti, iyiliği, erdemi ve sağduyuyu esas alıp doğruya ulaşmak için azamî çabayı gösterdikten sonra kendi saplantılarına yapışıp kalmadan hayırlı olana eriştirmesi için Allah'a yalvarırsa karşısına çıkacak sonuç ne olursa olsun bunu gönül huzuruyla kabullenebilir ve çekeceği sıkıntılar için O'nun tükenmez hazinesinden ecir bekleyebilir. Nitekim 3. âyetin İlk cümlesinde belirtildiği üzere, Allah Teâlâ böyle davranan kulunu hiç ummadığı, hesap etmediği bir zamanda, yerde ve şekilde rızıklandırır; ona maddî veya manevî rahatlama sağlar. Kişi Allah'a tevekkülün hakkını verebilirse yani tam bir teslimiyet içinde O'na dayanıp güvenirse, artık boşluğa düşme endişesi taşımaz. Ama kulların tercihi ne olursa olsun, hiçbir şey Allah'ın iradesini sınırlandıramaz, O hükmünü yerine getirir.

Unutulmamalıdır ki Allah imtihan için var ettiği dünya hayatını ve evrendeki her şeyi birtakım dengeler üzerine kurmuştur, ölçüler koymuştur; kulun bu ilâhî yasaları yok sayması ve üzerine düşeni ihmal etmesi tevekkül olarak nitelenemez. Yine de, üzerine düşeni yapma, kişinin güç yetirmeyeceği şeylerle yükümlü olduğu mânasına gelmez, herkes kendine verilen imkânlar ölçüsünde sorumludur; ama mümin bir sıkıntıdan sonra bir ferahlığa kavuşacağı ümidini daima korumalıdır.

İlk iki âyette boşamanın kesinlik kazanması için iddet süresinin dolması gereği üzerinde durulmuştu. Bu süre Bakara süresindeki bir ifade ışığında üç âdet veya üç temizlik döneminin geçmiş olması şeklinde açıklanmıştır. Genel durum esas alınarak ana meselenin hükmü bu şekilde belirtildikten sonra 4. âyette, özel durumlarda bu süre hakkında duyulabilecek tereddüt giderilmekte ve bu durumlara ilişkin ölçüler verilmektedir. Bunlardan ikisi âdetten kesilme ve hiç âdet görmeme durumları olup bu durumda bulunanların bekleme süreleri üç ay şeklinde belirlenmiştir.

Üçüncü bir durum da kadının gebe olmasıdır ki bu takdirde doğum yapmasıyla bekleme süresi sona erecektir. Bununla birlikte normal âdet dönemimde hiç hayız görmemiş veya bir iki defa gördükten sonra görmez hale gelmiş kadının iddeti konusunda -hamilelik durumunun kesinlik kazanması açısından- değişik görüşler ileri sürülmüştür. Buradaki "tereddüt ederseniz" ifadesi bazı âlimlerce "kadının âdetten kesilip kesilmediği veya gelen kanın mahiyeti yahut gebe olup olmadığı hakkında tereddüdünüz varsa" mânasında anlaşılmışsa da sözün akışı somut olaylarla ilgili bir tereddütten söz edilmediğini, bu ara cümlenin "bu konudaki hükmün ne olacağını merak ediyorsanız" gibi bir anlam taşıdığını göstermektedir.(11)  

İlk âyette iddet süresince önceki evinin, kadının öz yuvası olarak görülmesi ve onun buradan çıkarılmaması gereği ilke olarak belirtilmişti; 6 ve 7. âyetlerde bu dönemdeki müşterek hayatın hatıra getirebileceği bazı temel sorunların çözümüne ışık tutulmaktadır. Bu âyetlerden çıkan sonuçlar özetle şunlardır:

Her şeyden önce karşılıklı iyi niyet esası korunmalıdır. Erkeğin bu dönemdeki yükümlülüğünün bir anlamda resmiyet kazanması kadın tarafından istismar edilmemeli, işi şekilciliğe döküp -meselâ o güne kadar oturduğu evin yeterli konfora sahip olmadığı gerekçesiyle- erkeği zora sokacak taleplerde bulunmamalı; buna karşılık erkek de bir yandan müşterek ikameti sağlama vecibesini şeklen yerine getiriyor gibi davranıp diğer yandan kadının bir an evvel ayrılıp gitmesi için manevî baskı yöntemleri uygulamamalı, ayrı oturmak gerektiğinde de imkânı olduğu halde kadını münasip olmayan bir meskende oturmaya mecbur etmemelidir.(12)

Ric'î boşamanın iddetinde erkeğin nafaka yükümlülüğü devam etmekle birlikte, kadının gebe olması halinde -boşama nasıl olursa olsun- hem bu yükümlülük daha bir önem kazanmakta hem de süre üç ayla sınırlı olmaktan çıkmakta, yani bu süreyi aşsa bile doğum yapıncaya kadar sürmektedir. Bâin boşamada hâmile olmayan kadına nafaka ödenmesi konusu tartışmalı olup Hanefî mezhebine göre bu durumda da kadının nafaka hakkı vardır.(13) Evlilikten doğan çocuğun nafakası baba tarafından karşılanacağına göre onun temel gıdası olan anne sütünün de baba tarafından temin edilmesi gerekir. Bu konuda en tabiî yol çocuğun öz annesi tarafından emzirilmesidir; bu aynı zamanda çocuğun ve annenin hakkıdır. Kadın bu annelik hakkını önceleyerek emzirmeyi ister ve ücret olarak belli bîr miktarda diretmez, erkek de mâkul bir ücret öderse sorun olmaz. 6. âyette "Aranızda güzelce konuşup anlaşınız" buyurularak en iyi yolun bu olduğu belirtilmiştir. Ama kadının ücret konusunu öncelemesi, erkeğin de onun talebini karşılayamaması halinde baba başka bir süt anne bulacaktır. 6. âyetin son kısmı, kadının tamahkârlığı, erkeğin de cimrilik yapması sebebiyle böyle bir çözüme mecbur kalınmasının hoş bir durum olmadığını îma eden ve bu hale düşmemelerini öğütleyen bir üslûp taşımaktadır.(14) Böyle bir durumda ebeveynin kaprislerinden dolayı çocuğun zarar görmüş olacağı açıktır. Nitekim fakihler, çocuk başka süt annesini kabul etmediği takdirde emsal ücret ödenerek öz annesi tarafından emzirilmesinin zorunlu hale geleceğine hükmetmişlerdir. Muhammed Esed, âyetin "anlaşmakta zorlanırsanız" şeklinde çevrilen kısmını, "eğer ikiniz de (annenin çocuğu emzirme ihtimalini) zor görürseniz" şeklinde çevirmiş ve bunu "kadının sağlık nedenlerinden dolayı ya da yeniden evlenmek istemesinden ötürü" şeklinde açıklamıştır.(15)  Bu mâkul bîr izah olarak görünmekle birlikte âyetin ifade akışına uygun düştüğünü söylemek kolay değildir.(16)

Yedinci âyet evlilik birliğinin sona ermesine ilişkin meselelerin düzenlendiği bîr bağlamda yer almakla beraber, doğrudan belirli bir meseleye değinmeksizin harcamalar ve insanların yükümlülükleri konusunda önemli ilke ve uyarılar içermektedir. Bunlarla ilgili açıklamaları da şöyle özetlemek mümkündür: İster zekât ve nafaka gibi dinî ve hukukî vecibeler, ister gönüllü olarak başkalarına yapılacak yardımlar isterse kişisel ihtiyaçların karşılanması için yapılacak masraflar çerçevesinde olsun, harcama yükümlülüğü ve eylemi kişinin sahip olduğu imkânlardan bağımsız düşünülemez. Harcamalarda bu dengenin gözetilmesi gerektiği gibi, başka bazı âyetlerde belirtildiği üzere sırf imkân sahibi olmak gelişigüzel harcamanın meşruiyet gerekçesi olarak görülmemeli ve bu konuda ölçülü olunmalıdır.(17)

Öte yandan imkânların sınırlı olması hali kişiyi iyice eli sıkı davranma alışkanlığına ve hep yokluktan şikâyet eder hale gelmeye yöneltmemeli, herkes önce sahip olduğu imkânları yerli yerince kullanmaya çalışmalıdır. Allah hiç kimseyi gücünün üstünde ve kendi verdiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz.(18) Ama belirtilen denge ve ölçüye dikkat ederek bir yandan mevcudun şükrünü edâ etmeye çalışmak ve daraldığında sabretmek diğer yandan da ümidini hiç yitirmeden meşru yollarla daha fazlasını elde etmek için elinden gelen çabayı sarf etmek gerekir. Şu var ki "Allah bir güçlükten sonra bir kolaylık sağlayacaktır." mealindeki cümleyi her sıkıntıya düşene ardından ferahlık verileceğine dair kesin bir vaad olarak anlamak doğru olmaz; nitekim burada "zorluk" ve "kolaylık" anlamına gelen kelimeler nekire (belirsiz) olarak kullanılmıştır.(19)  Öyle görünüyor ki bu cümle, müminin gelecekten asla ümidini kesmemesi, bütün zorluklara karşı direnebilme alışkanlığı kazanması ve bu yönde bir psikolojisi geliştirmesi gereğini aşılamaktadır. Kuşkusuz bu ümit, imanlı bir kişi açısından sonu belirsiz bir gönül avutma şeklinde algılanamaz; çünkü Allah'a dayanıp güvenen ve buyruklarına içtenlikle uyanlara Yüce Allah en büyük ferahlık, ödül ve kurtuluş olan âhiret mutluluğunu vaad etmiştir; son tahlilde bu da ferahlığı er geç tatmak anlamına gelmektedir.

"Eğer gebe iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını karşılayınız." ifadesiyle hamilelere daha çok ilgi ve özen gösterilmesi gereğinin altı çizilmektedir; yoksa bu, gebe olmayan ve iddet bekleyen kadının nafaka hakkı olmayacağı anlamına gelmemektedir. Fakat -yukarıda geçtiği üzere- fakihlerin çoğunluğu talâk türüne göre bir ayırım yapıp bâin talâkta boşanmış kadının -şayet hamile değilse- nafaka hakkı değil sadece mesken hakkı bulunduğuna hükmetmişlerdir. Bâin talâkın çerçevesini genişletenler Hanefiler olduğu ve onlar hamile olmasa dahi bâin talâkta kadının nafaka hakkını kabul ettikleri için (beynûnet-i suğrâ denen durumda) pratik sonuç fazla değişmemektedir. Bu görüş ayrılığının asıl sonucu, üç talâk hakkının kullanılmasıyla oluşan (beynûnet-i kübrâ denen) durumda görülmektedir. Hatta bazı fakihlere göre bu durumda mesken hakkı da bulunmamaktadır.(20)

İddet bekleyen kadınla, onu boşayan kocası arasındaki ilişkilere gelince, bunu şu şekilde belirleyebiliriz.

Ric'î talakla boşanmış olan kadının, aynı evde kocası ile birlikte kalması caizdir. Hatta burada kadının yas tutmayarak süslenmesi ve neşesini açığa vurması da caiz görülmüştür. Çünkü kocanın barışıp eşine dönmesinin, kesin ayrılıktan üstün ve tercihe şayan olduğunda şüphe yoktur. Bu yüzden Hanefîlere göre ric'î boşamada kocanın, eşinin cinsel yönlerinden yararlanması caizdir ve bu dönüş (ric'at) sayılır. Durum böyle olunca eşlerin gerek tesettür ve gerekse diğer davranışlarda birbirinden sakınmasına ihtiyaç kalmaz. Çünkü şehvetle öpme veya okşama gibi fiillerle de dönüş gerçekleşir.

Bâin veya üçlü boşama durumunda ise, erkekle kadın aynı evde kalacaklarsa, eğer evin bağımsız bir bölümü veya bir oda varsa kadın orada tek başına kalır. Ayrı bir oda yoksa, geniş olan yere perde çekilerek, eşler ayrı bölmelerde kalabilir. (21)

Boşayan kocanın bâin talak durumunda, iddet süresi içinde artık bu kadına bakması ya da cinsel yönlerinden yararlanması caiz değildir. Çünkü aralarındaki evlilik bağı kesilmiştir. Ancak bir ya da iki bâin boşamada koca iddet içinde veya daha sonra yeni bir nikâh akdi ile bu kadınla evlenebilir.

Sonuç olarak bâin boşamada kadın iddet süresi içinde boşayan kocanın yanına tesettürsüz çıkamaz. Ev dar olur veya koca fâsık bulunursa, kocanın başka bir eve taşınması daha uygundur. Diğer yandan İslâm hakiminin, istek durumunda masrafları beytülmal'ce karşılanan güvenilir bir kadını iddetli kadına arkadaş olarak tayin etmesi de güzel görülmüştür.

Kadının, iddetini kocasına ait son ikametgahta geçirmesinin öngörülmesi, kadın bakımından önemli bir haktır. Çünkü özellikle boşanmada eşler arasında sert tartışmalar olur ve erkek ayrılık halinde kadını evden çıkarmak isteyebilir. Kadının böyle bir durumda eşyasıyla ve belki küçük çocuklarıyla nasıl bir sıkıntıya düşeceğini anlamak güç olmaz. İşte, İslâm boşanma çeşidini ve nedenini dikkate almaksızın iddet süresince kadına mesken güvenliği sağlamıştır.

Diğer yandan, kocanın evden ayrılınca kendisine kalacak bir yer bulması daha kolay ve daha uygundur. Eşlerin geniş olan evde birlikte veya ayrı yerlerde kalsalar bile iddet süresince iletişimlerinin sürmesi, pişmanlık duymaları durumunda yeniden evliliği sürdürmelerini sağlamak içindir. Yaklaşık üç ay kadar süren boşama iddeti sonuna kadar eşlerde pişmanlık belirtisi görülmemişse, artık ricî boşama kesinleşir ve bâin boşamada da iddet nafakası gibi evlilik etkileri sona erer.

Dipnotlar:

1. Özellikle bk. Bakara 2/226-232.
2. Zemahşerî, IV/107; İbn Âşûr, XXVIII/294.
3. bk. Bakara 2/230.
4. bk. Ahzâb 33/49.
5. Zemahşerî, IV, 107.
6. bk. Buharı, "Talâk", 2; Müslim, "Talâk", 1; Tirmizî, "Talâk", 1.
7. Şevkânî, V/277-278.
8. bk. Taberî, XXVIII/132-134; Şevkânî, V/278; Elmalılı, VII/5055-5056.
9. bk. Elmalılı, VII/5056-5057.
10. Muhammed Ebû Zehre, el-Ahvâlü'ş-Şahsiyye, s. 392.
11. bk. Taberî, XXVIII/140-144; İbn Atıyye, V/325. Boşama iddeti hakkında bk. Bakara 2/228; vefat iddeti hakkında bk. Bakara 2/234; iddet hakkında geniş bilgi için bk. H. İbrahim Acar, "İddet", Dİ A, XXI/466-471.
12. bk. Bakara 2/231.
13. el-Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 8; Ebû Zehra, a.g.e., s. 409 vd.
14. İbn Âşûr, XXVIII/329-330.
15. III/1161.
16. bk. Bakara 2/233.
17. bk. Furkan 25/67.
18. bk. Ba­kara 2/286.
19. İbn Âşûr, XXVIII/332-333.
20. bk. Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/309-318.
21. bk. el-Kâsânî, III, 204 vd.; İbnü'l-Hümâm, III, 291 vd; İbn Âbidîn, II, 840; İbn Rüşd, II, 94 vd.; ez-Zühaylî, VII, 657, 658.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun