Nur Suresi 2. ayette geçen "zina edenlere yüz değnek vurulması" insan haklarına aykırı değil mi?

Tarih: 22.03.2012 - 09:59 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun." (Nur, 24/2)

Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim, davranışlarımızı değerlendiren, bizleri hep iyiye, yararlıya yönlendiren bir rehberdir. Zararlı alışkanlık, Kur’ân’ın iyi ve güzel görmediği, kısaca tasvip buyurmadığı her söz ve eylemdir. Bunların başında bugün pek çok insanın içerisine düştüğü alkol, uyuşturucu, sigara, zina-fuhuş, tefecilik-faiz gibi şeyler gelmektedir. Kur’ân, bunları kötü, zararlı, haram, günah, pislik olarak nitelendirir. Bu davranışlar, tarih boyunca insan toplumlarında hep görünen şeylerdir. Bunlar, Kur’ân öncesi toplumlarda olduğu gibi, Kur’ân’ın indiği toplumda da vardı, günümüz toplumlarında da vardır. Yüce Kitabımız, bu sayılan kötülüklerin içerisinde boğulan insanları almış, onlarla ilgilenmiş, onları aydınlatmış, şuurlandırmış ve sonuçta temiz bir toplum hâline getirmiştir.

Kur’ân’ın kesin olarak haram/günah saydığı bu ve benzeri davranışlar aslında tüm İlâhî dinlerde de yasaktır; doğru düşünen selîm akıl da bunların, hem kişinin kendisine hem de başkalarına zararlı olduğunu söyler. Bunların zararlı olduğu genelde herkes tarafından bilinir ve kabûl edilir. Bu konuda pek çok şey yazılmış ve söylenmiştir, bugün de bilgilendirme ve uyarılar devam etmektedir. Hattâ bunları alışkanlık hâline getirenler de dahil hiç kimse bunların iyi/güzel şeyler olduğunu söylemez.

İslam Hukukunda Cezaların Amaçları

1. İslam bir rahmet dini ve onun peygamberi de bütün varlıklar için bir rahmet ve merhamet sebebidir. Bu nedenle İslam'ın gayesi insanlara ceza vermek ve öldürmek değil, suçluyu cezalandırarak, hem onu suç işlemekten alıkoymak hem de toplumu onun kötülüklerinden koruyup ve suçların yayılmasına engel olmaktır. Zira İslam, insanların kendisiyle dirilmesini, maddi ve manevi yönden hayat bulmasını vazgeçilemez bir ilke olarak ortaya koyar. Bir kişinin hidayetine vesile olmayı, bütün dünya nimetlerini elde etmekten üstün tutar.

2. Suçluyu cezalandırmakla kamu yararı gözetilmiş ve adalet sağlanmış olur. Zira suçluya müdahale etmemek ya da merhamet göstermek, mağdura ve topluma karşı katı kalpli olmak demektir. Bu nedenle Kur'an zina cezasını ifade ettikten sonra infazı hususunda gösterilebilecek tereddütlere karşı insanları uyarmakta ve genel bir ifade kalıbıyla şöyle buyurmaktadır:

“...Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın (merhamet etmeyin)...” (Nûr, 24/2).

Bir kötülüğe benzer şekilde karşılık vermek adaletin gereğidir. Aksine bir durum toplumda zulmün hakim olmasına, güçlünün zayıfı ezmesine, anarşi ve terör ortamının oluşmasına zemin hazırlar. Nitekim ayet-i kerimede

“Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür. Fakat kim affeder barışı sağlarsa mükafatı Allah'a aittir.” (Şuara, 42/40)

buyurulmaktadır. Adaleti gerçekleştirmek için usulüne uygun olarak verilen cezayı Hz Peygamber (asm) şöyle ifade etmiştir:

“Yeryüzünde uygulanan bir ceza yer yüzü halkı için otuz sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır.” (İbn Hanbel, Müsned, II/402.)

3. Cezalar temelde 'akıl, din, can, ırz (namus) ve malın' korunmasına yöneliktir. Yani bütünü insan için bir fayda temin etmektedir.

Mesela; içkinin yasak olması ve bu yasağın çiğnenmesine verilen ceza aklı korumaya yöneliktir. Sağlıklı bir toplumun oluşabilmesi için "her çeşit kötülüğün anası" olarak ifade edilen içkinin içilmesinin engellenmesi gerekmektedir.

Kısas, can emniyetini sağlamak içindir. Katil, yakalandığında, kesin olarak öldürüleceğini bilirse böyle bir suça kalkışma cesareti hemen hemen ortadan kalkmış olur.

Zina cezası ise nesep, soy karışıklığını önler. Nesli, ırz ve namusu koruyup sağlam bir aile yapısı oluşmasını sağlar. Diğer bütün cezalar için de benzeri durumlar söz konusudur.

4. Cezalar ibret verici ve önleyicidir. İslam'da cezaların infazı halka açık yapılır. Bu durum daha sonra ortaya çıkabilecek olan suçlar için önemli bir caydırıcılık niteliği taşır. Cezaların halkın önünde uygulanmasının bir diğer amacı da infazı gerçekleştirenin hukukun dışına çıkmasına, cezayı haksız yere artırmasına engel olmaktır.

5. İslam, kötülüklerin işlenmesini ve yaygınlık kazanmasını engellemeye, suçun işlenmesinin en aza ineceği bir hayat ve toplum tarzı kurmaya önem verir. Bu sebeple getirdiği dinî ve ahlakî düzen, suça teşvik eden veya suç işlemeyi kolaylaştıran sebepleri ortadan kaldırmayı hedef edinmiştir.

Mesela; İslam hukuku zinayı yasaklayıp buna en ağır cezalardan birini vermekle yetinmemiş, böyle bir suçun işlenmesine engel olmak için de gerekli tedbirleri almıştır. Bu meyanda nikahı teşvik etmiş, erkek ve kadının, kendilerine has ölçüler içerisinde örtünmelerini, mahrem namahrem sınırlarına riayet etmelerini, gözlerini haramdan sakındırmalarını emretmiştir.

Zina edene ceza tatbik edilirken nasıl bir yöntem uygulanacağı fıkıh kitaplarında açıklanmıştır:

BİRİNCİSİ: Değnek iri olmayacak, çöp gibi çok basit de olmayacak, parmak kadar düz ve budaksız olacak.

İKİNCİSİ: Vuran kimse vururken en son omuzu hizasına kadar kaldıracak ve omuzundan arkasına aşırtmayacak,

ÜÇÜNCÜSÜ: Çıplak vücuda vurulmayacak, fakat kürk gibi kalın elbise varsa çıkarılacak. Rivayet edilir ki, Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a)'a had cezası için bir adam getirildi, adam gömleğini çıkarmya başladı ve "Benim şu günahkâr vücudum dövülürken üzerinde gömlek bulunması uygun değildir." dedi, Ebu Ubeyde, gömleğini çıkarmasına izin vermeyin, dedi ve o şekilde dövüldü.

DÖRDÜNCÜSÜ: Yüz, karın ve edeb yeri gibi nazik ve tehlikeli organlara vurulmaz.

BEŞİNCİSİ: Hepsi bir yere de vurulmayıp diğer organlara gereği şekilde yaygınlaştırılır...

Allah'ın cezasında onlara acıyacağınız tutmasın, Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız öyle yapınız. Allah'ın muhterem tuttuğu iffet ve namusu yırtan zanî ve zaniyeye acıma duygusuna mağlup olup da onlara iltimas göstererek Allah'ın emrettiği cezayı ihmal etmezsiniz, Allah'tan ve ahiret sorumluluğundan korkarsınız. Çünkü onlara acımak, zinalarına göz yummakta değil, tövbelerine sebeb olmak için cezalarını yerine getirmek ve bu şekilde iffet ve namusu koruma ve zinanın genelleşmesini önleyerek nikahın çoğalmasına çalışmaktadır. Çünkü zina; "Çünkü, bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur." (Nisâ, 4/22) âyeti kerimesine göre büyük bir fuhuştur, kin ve hiddettir ve yolu pek kötüdür.

Gerek sıhhî, gerek tabiî, gerek ahlâkî, gerek hukukî, gerek ictimâî -hangi yönden düşünülürse düşünülsün- zina çok zararlı, harab edici bir günahtır. Erkekle kadının yaratılış ihtiyaçlarından olan cinsî münasebetlerinin, meşru ve güzel yolu zinada değil, nikahtadır. Nikahta hayatın bir bereketi, zina ve hayasızlıkta ise onun yok olması ve sonuçsuz kalması vardır. Nikahın kolaylığı, doğruluk ve emniyeti, çoğalması bir toplum bünyesinin sıhhatinden olduğu gibi, tersi olan zinanın yayılması da aksine toplum bünyesini kemiren, çürüten, her türlü ahlâkî kötülüklere sürükleyen tahrib edici şeylerin başıdır. Tıbbî ifade ile ifade edecek olursak zina, toplum bünyesinin firengisidir. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm)'den rivayet edilmiştir ki:

"Ey insanlar topluluğu! Zinadan kaçınınız, çünkü onda altı özellik vardır. Üçü dünyada, üçü ahirettedir. Dünyadakiler değerleri giderir, fakirlik getirir, ömrü kısaltır. Ahirette de Allah'ın gazabına, hesabın kötülüğüne, cehennemde ebedî kalmaya neden olur." (Kurtubi, Ahkamu'l-Kur'an, Kahire, 1967, 12/167)

Bu sebepten insanlara yardım ve acıma ona teşvikte değil, ondan menetme ve zorlama ile kurtarmaktadır.

Bu âyette emrolunan yüz sopa vurma ise, sakındırma ve yasaklamanın, gayet basit ve sade ve her türlü sıkıntı ve korkudan uzak en sağlam yoldur. Şu kadar var ki, kötü bir şekilde tatbik etmemek şarttır. Onun için buyuruluyor ki: "Ve müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun." Yani gizli döğülmesinler de müminlerden bir taifenin (grubun) huzurunda onların şahitliği ve gözcülüğü altında döğülsünler.

Keşşâf'ın açıklamasına göre tâife; bir halka olması mümkün olan gruptur ki, bir şeyin etrafını çeviren topluluk demek gibidir. En azı üç dört kişi olması gerekir. İbnü Abbas'tan bunun tefsirinde dörtten kırka kadar diye nakledilmiştir. Aslında çoğulun en azı üç ise de zinada şahit adedinin istenen haddi dört olduğuna göre, bunun da en azından dört olması gerekir. Çünkü "şahit olsun" buyurulmuştur. Bu sebepten iki kâfi gelmez, Hatta Hasen'den rivayete göre en azı on kişi olmalıdır. Netice olarak gizli dövme suçlamasına meydan vermeyecek kadar bir grup insanın hazır bulunması gerekir. Bu ise bir iki kişi ile olamaz. Sonra yalnız adet değil, nitelik de şarttır. Onun için "müminlerden bir grup" buyurulmuştur ki, şahitliğe ehil halis müminlerdir. Zira şehadete ehil olmayan aşağılık kimselerin şahitliği, yapılmamış gibidir. İbnü Abbas Hazretleri de "Allah'ı tasdik edenlerden kırk kişi kadar..." demekle bunu kasdetmiştir.

Bu emirde başlıca iki hikmet vardır:

BİRİNCİSİ: İntikam şeklinde bir kötüye kullanmaya meydan vermemek için bir teminattır. Çünkü gizli dövmelerin, hiddetin sevkiyle işkence halini alması veya bir iltimasa uğraması mümkündür. Nitekim tarihin şikayet edegeldiği zalimane işkenceler hep gizlenerek yapılmıştır. Bundan dolayı Avrupalı ceza hukukçularının dövme gibi bedeni cezalandırmaları hoş görmemeleri de hiç sebebsiz değildir. Fakat hapis gibi genellikle uygun görülebilen cezaların çoğu cismani olmaktan kurtulamayacağı gibi, gizli dövme kadar kötüye kullanmaya müsait bulunduğu da inkâr olunamaz. Bir mahpusa, hele yalnız olan bir mahpusa karşı ne yapılmaz. Halbuki, herkesin gözetimi önündeki bir dövme tesirli olmakla beraber, haddi aşmaya müsait değildir. İşte darb, ancak bu şahitlik ve kontrol altında açıkça olmak şartıyla meşru kılınmıştır.

İKİNCİSİ: Bunda iffet ve namusun kıymetini, ibret ve terbiyenin genelleştirilmesini ifade eden bir ilan ve sergileme vardır. Gerçi bu sergileme bu suçu işleyen kimsenin sadece aleyhine değildir. Açıklandığı üzere lehinde bir teminatı da içinde bulunduran bir ilandır. Mahkemenin ilanının ve hükmün, alenî olması gibidir. Hükmün aleniyeti (açıklığı) ise bir sergilemeyi içerse bile, genellikle bir ceza niteliğinde kabul edilmez. İcranın yani yürütmenin açıklığının da öyle olması gerekir. Özellikle cezalarda uygulama, hükmü yerine getirmede tamamlayıcı unsurlardandır.

Bununla beraber, aklı olanların vicdanında, en küçük bir sergilemenin bile bir ruhî azap meydana getireceğinde şüphe yoktur. Bundan dolayı bu şahitlik, yalnız bedeni olan "celd ceza"sının ruhî bir tamamlayıcısı olur. Bu cümlede "onların her ikisine uygulanan cezaya" buyurulması da buna işarettir. Bir de bu şahitliğin amme hukuku ile ilgisi vardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun