Peygamberimiz'in diğer peygamberlerden bir farkı var mıdır?

Tarih: 11.04.2012 - 09:46 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bazı yerlerde bu dünyanın O'nun için yaratıldığı geçiyor; bu konuya Kur'an-ı Kerim'de işaret eden ayetler var mıdır?      

Cevap

Değerli kardeşimiz,

1. Allah’ın İnsanlara gönderdiği bütün peygamberlere iman etmemiz gerekir. Onlar insanlığın iftihar vesilesi ve önderleridir.

Bütün peygamberler insanlığın en üstün ve en faziletlileri olmakla beraber, kendi aralarında derece ve mertebe farkı olabilir. Nitekim,

“Peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık.” (Bakara, 2/253; İsra, 17/21, 55)

ayetleri onların kendi aralarında üstünlük olabileceğine işaret eder.

Ayrıca,

“Seni alemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya, 21/107)

ayeti, bütün mevcudatın rahmet sebebinin Peygamber Efendimiz (s.a.s.) olduğunu göstermektedir.

2. Kur’ân, Resûlullah’ın (s.a.s.) özellikle bir beşer olduğu üzerinde durarak, onun bu yönünü nazara verir ve ona şöyle demesini emreder:

“De ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana şu vahyolunuyor: Sizin İlahınız, sadece bir tek İlahtır. O halde Ona yönelerek doğru yolda yürüyün, Ondan mağfiret dileyin. Ona eş, ortak uyduranların vay haline!” (Fussilet, 41/6)

Allah Resûlü (s.a.s.) bir beşerdir. Onun ümmetinden hiçbir fert, onun bu vasfını inkâr etmemiş ve daha önceki toplumların kendi peygamberleriyle ilgili düştükleri yanılgıya düşmemişlerdir. Ancak değişik âyetlerde vurgulanan, “Ben de bir beşerim.” sözü ne gibi anlam ve hikmetler ifade etmektedir?

“Ben de bir beşerim.” sözü, Resûlullah’ın (s.a.s.) diğer insanlar gibi beşeri ihtiyaçlarının olduğu, teklife muhataplığı, ölümlü oluşu, Allah bildirmedikçe gaybı bilemeyeceği, güç ve kuvvetinin sınırlılığı gibi hususları içermektedir. Aksine bu sözün Resûlullah’ın da (s.a.s.) diğer insanlar gibi -haşa- yalan söyleyebileceği, günah işleyebileceği veya normal insanlar gibi her türlü kötü davranışı yapabileceği şeklinde anlaşılması, peygamberlerde bulunması gerekli olan, doğruluk, emanet, tebliğ, fetânet ve ismet gibi üstün peygamberlik sıfatlarıyla tenakuz teşkil eder.

Allah Teâlâ, insanlar arasından bazısını husûsî bir görev için seçmiştir. Bunlar, Allah’tan alacakları mesajları, eksiksiz ve kusursuz olarak insanlara ulaştıracak olan peygamberlerdir. Bu önemli işi yüklenecek olan kimselerin, elbette bazı fevkalade özelliklerinin olması kaçınılmazdır. Kur’ân’ın pek çok âyetinde, onların Allah tarafından övüldüğüne şâhit oluruz. Onlar, Allah’ın gözetimi altında, en güzel özelliklere sâhip, akıl ve ahlâk yönüyle seçkin ve emânete karşı son derece saygılı kimselerdir. Onların farklı bazı özelliklerinin olması da yadırganmamalıdır. Birer insan olduklarını söylediğimiz peygamberlerin, kendilerine has bazı sıfatları vardır. Bu sıfatlarla onlar, normal insanlardan seçilip ayrılırlar. Allah’ın kendilerini bu kutsal göreve seçmeden önceki yaşayışları, diğer insanlarınkinden farklıdır. Ahlaki değerleri zirvede temsil eden bu üstün donanımlı insanlar hırsızlık, yalancılık, dolandırıcılık, putlara tapma, ahlâk dışı davranışlardan ve benzeri şeylerden fersah fersah uzak kalmışlardır. Eğer ahlâkî yönden düşüklük sayılan bir şeyi peygamberlikten önceki hayatlarında yapmış olsalardı, peygamber olduktan sonra, insanları onlardan sakındırmaları güç olurdu. Sözleri muhataplarına tesir etmezdi.

Cenab-ı Allah, Yüce Beyan’da, insanlara elçi olarak gönderdiği peygamberlerin değişik üstünlük ve faziletlerini bildirmenin yanında, onların birbirlerine olan üstünlüklerine de işaret etmektedir. Nitekim şu âyet bu hakikati haber vermektedir:

“İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resûllerden kimini kimine üstün kıldık. Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.” (Bakara, 2/253)

Kâinâtın Yüce Yaratıcısı, sâhibi ve mâliki, elbette bilerek yapıyor, hikmetle tasarruf ediyor, her tarafı görerek düzenliyor, her şeyi bilerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, faydaları irâde ediyor. Mâdem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Mâdem konuşacak, elbette fikir ve şuur sahibiyle, konuşmasını bilenlerle konuşacak. Mâdem fikir sahibiyle konuşacak, elbette şuurluların içinde en şuurlu olan insan nev’iyle konuşacaktır. Mâdem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde hitap kâbiliyeti bulunan ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Mâdem en mükemmel, istidâdı en yüksek, ahlâkı yüce ve insanlığa rehber olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta, en âli ahlâkta ve insanlığın beşte biri ona tabi olmuş, yeryüzünün yarısı onun mânevî hükmünün altına girmiş, istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin dört yüz sene ışıklanmış, beşerin nuranî kısmı ve müminleri mütemadiyen günde beş defa onunla biat yenileyip rahmet ve saadet duası edip, ona övgü ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; Resûl yapacak ve yapmış; insan nevine rehber yapacak ve yapmıştır.

3. Hz. Muhammed (s.a.s.) Beşeriyeti:(1)

a. Üstün Donanımlı Bir Beşer

Hz. Muhammed (s.a.s.) beşerdir, ama fevkalade donanımlı seçkin bir beşerdir. Onun bu seçkinliği, Yüce Yaratıcı tarafından tescillenmiş ve bizlere bildirilmiştir. Hayatına genel olarak bakıldığında hemen ilk safhada onun, Yüce Yaratıcı’nın vahyi kontrolünde hareket ettiği, vazifesi karşılığında en küçük maddi bir beklenti içinde olmadığı, son derece samimi olduğu, insanları Allah’ın varlığı ve birliğine çağırdığı, hedef ve gayesinin son derece açık olduğu görülür.

Yine hayatına bakıldığında, söz ve davranışlarında son derece doğruluğu, emanet noktasında zirvede oluşu, üzerine yüklenen kudsi görevi yerine getirmedeki titizliği, ortaya çıkan karmaşık meseleleri son derece rahat, kolay ve herkes tarafından benimsenen bir şekilde çözüme kavuşturması ve masumiyeti hemen görülen hususlardır.

O, her peygamber gibi vahiy almış, peygamberliğinin delili olması açısından herkesi ilgilendiren açık ve büyük mucizelere mazhar olmuştur. Kendisine Kur’ân gibi evrensel ve her türlü tahriften korunmuş bir Kitap verilmiş, Fil ashabının kuşları onun ve ümmetinin kıblesi olacak Ka’be’yi koruma altına almış, göğsü şerhedilmiş, beşerin idrak sınırını aşacak mahiyetteki İsra-Mi’rac gibi öteler ötesi kudsi bir yolcuğu, bütün bir insanlık adına yapmış, peygamberliğinin bir delili olarak ay ikiye yarılmış ve semanın kapıları şeytanlara kapatılarak insanların bu noktadan aldatılmalarının önü kesilmiştir.

Yaşadığı hayatın her safhası, seçilmişliğinin ve ulaşılmazlığının ayrı bir yönünü meydana getirmiş, şakalarında bile yalanın en küçüğü onun semtine uğramamış, dünyaya teşriflerinden vefat anına kadar başına gelen pek çok sıkıntı, eziyet ve musibet karşısında, olağan üstü bir sabır göstermiş, kendisine, yakınlarına ve dostlarına yapılan sayısız insanlık dışı davranışlar karşısında beşer üstü bir af ve müsamaha örneği sergilemiş, içine bütün insanları hatta hayvanları dahi alacak genişlikteki merhametiyle, etrafındaki dost-düşman herkesin dikkatini çekmiş, bir beşer olarak her şeye ulaşması ve elde etmesi mümkün iken, son derece mütevazi ve sade bir hayat yaşamış, yaptığı işlerde en küçük bir beklenti içinde olmamış, sıkıştırıldığı ve tek başına kaldığı zamanlarda bile asla bir yılgınlık ve ümitsizlik emaresi göstermemiş, Allah’a kulluk noktasında herkesten daha ileri ve derin olmuş... Hasılı güzel ahlak dediğimiz her davranışı en zirve noktada temsil etmiş ideal bir örnektir.

b. Korunmuş

Cenab-ı Hak bu şerefli elçisini, günahlardan koruyup, lekesiz ve eksiksiz bir varlık olduğunu dilediği gibi, onu aynı zamanda insanlardan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı da korumuştur. Ölümle yüz yüze geldiği ve artık kaçışın mümkün olmadığı pek çok tehlikeli noktada Onu muhafaza etmiş ve düşmanın başvurduğu her türlü komployu bertaraf etmiştir.

Günümüz dünyasının muhtaç olduğu gerçek barış ve farklılıklarla beraber yaşama örneğini en açık bir şekilde yaşayarak göstermiş, aynı şehri, farklı din ve inanç sahipleriyle paylaşmıştır.

c. Risaleti Evrensel

Evet o, son peygamberdir. Nübüvveti, bir ülke ya da belirli bir zamanı değil, bütün zaman ve mekanları içine alan evrensel bir nübüvvettir. Hatta cinlerin de peygamberidir.

Erişilmez yüce şahsiyeti karşısında, sadece ona inananlar değil, başkaları da hayranlıklarını gizleyememiş, semanın yere bu değerli armağanı karşısında temenna durmuşlardır. Mesela Michael Hart kaleme aldığı “Yüz Ebedî Şahsiyet” adlı eserinde, Onu birinci sıraya yerleştirmiş, Alman Büyük Devlet Adamı Bismarc O’na olan hayranlığını:

“Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed!”

sözleriyle dile getirmiş ve 1927’deki Uluslararası Hukuk Kongresi, O’na olan medyuniyetlerini, sonuç beyanamelerine ekledikleri:

“Beşeriyet, Hz. Muhammed’le iftihar eder. Çünkü O Zât, ümmî olmasıyla beraber, on üç asır evvel öyle bir hukuk sistemi getirmiştir ki, biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatına yetişsek mesud ve bahtiyar oluruz.”

ifadeleriyle ortaya koymuşlardır.

4. Üstün Özellikleri

Hem hadis ve hem de Kur’ân-ı Kerîm’de hasais dediğimiz sadece ona has özellikler mevcuttur. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

O, bir insan olmanın yanında aynı zamanda son peygamberdir,(Ahzâb, 33/40), risâleti evrenseldir,(A’râf, 7/158; Enbiyâ, 21/107...) risâleti cinleri de kapsamaktadır,(Ahkâf, 46/29; Cin, 72/1-13) , hanımları mü’minlerin anneleridir, (Ahzâb, 33/6), geçmiş-gelecek günahları affedilmiştir, (Fetih, 48/1-2), kendisine inanılması noktasında peygamberlerden söz alınmıştır, (Âl-i İmrân, 3/81), kendisine Kevser’in verildiği müjdelenmiştir,(Kevser, 108/1), ganimetler helal kılınmıştır,(Enfâl, 8/1), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir,(Enbiyâ, 21/107), onun özellikleri Ehl-i kitap tarafından bilinmektedir,(Bakara, 2/89,146), getirdiği dinin korunması teminatını verilmiştir,(Tevbe, 9/33), İsrâ ve Mi’rac Ona hastır,(İsrâ, 17/1; Necm, 53/1-18), çeşitli zamanlarda melekler bizzat yardım etmiştir,(Âl-i İmrân, 3/13, 122-123), kendisine itaat aynı zamanda Allah’a itaat anlamına gelmektedir,(Nisâ, 4/80), âhirette şehadet ve şefaat-ı uzmâ hakkı verilmiştir,(Bakara, 2/143), Makâm-ı Mahmûd’la taçlanmıştır,(İsrâ, 17/79), ümmeti, ümmetlerin en hayırlısı kılınmıştır,(Âl-i İmrân, 3/110), hayatına ve beldesine yemin edilmiştir,(Hicr, 15/72; Beled, 90/1-2) , kendisine ve ümmetine, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi lutfedilmiştir.(Kadr, 97/1-5)

5. Mu’cizeleri

Kâinatın Efendisi bir insandır. Ancak parmak işaretiyle ayın yarıldığı, avucundaki çakıl taşlarının dile geldiği, ağaçların yerinden sökülüp yanına gelerek: “Selam sana ey Allah’ın Resûlü!” dedikleri, bir iki avuç hurmayla üç yüz kişinin doymasına vesile olan, bir kadeh sütün elinde bereketlenmesiyle onlarca kimseyi doyuran, parmaklarını küçük bir kabın içerisine batırdığında ellerinden çeşme gibi suların aktığı ve üç yüz insanın rahatlıkla abdestini aldığı, bir zamanlar üzerinde hutbe okuyup, kendisine minber yapıldıktan sonra ayrıldığı kuru kütüğün bütün bir cemaat tarafından duyulacak kadar ağladığı, gezerken ağaçların ve taşların selam verdiği, ağrıdan kıvranan Hz. Ali (ra)’ye dokunmak suretiyle ağrılarını giderip bir daha böyle bir ağrı görmemesine vesile olan şifalar saçan, dilsiz çocukların yanına geldiğinde aniden dillerinin çözülerek "Sen Allah’ın Resûlüsün" dedikleri bir insandır. Dokunmasıyla acı suların tatlandığı, kurt ve arslan gibi yırtıcı ve vahşi hayvanların dahi tanıyıp itaat ettiği bir insan…

Hem Efendimizin (s.a.s.) hem de diğer peygamberlerin biz ancak beşeriz demeleri, kavimlerinin kendilerinden olağanüstü durumlar istemeleri karşısında söylenmiştir. Resûlullah’ın (s.a.s.) beşer olmasıyla ilgili âyetlerin gerek nüzûl sebepleri gerekse geçtikleri yerlerdeki siyak-sibaklarına baktığımızda şunu görürüz. Müşrikler ondan beşerüstü bir takım isteklerde bulunmaktadırlar. Nitekim Mekke’de yaşayan Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebu Cehil, Velid b. Muğire gibi kâfirler bir gün bir araya toplanarak Rasulullah’ı (s.a.s.) yanlarına davet ettiler ve ondan, yerden pınarlar fışkırtmasını veya nehirler akıtmasını yahut göğü parça parça edip üzerlerine düşürmesini veya Allah’ı ve Melekleri göstererek, peygamberliğinin doğru olduğunu ispatlamasını istediler. İşte bunun üzerine şu âyetler nâzil oldu:

“Ve 'Biz' dediler; 'Sana asla inanmayacağız. Ta ki yerden bir pınar akıtasın. Yahut senin hurma ve üzüm bağların olsun da aralarından gürül gürül ırmaklar akıtasın. Yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü parçalayıp üzerimize kısım kısım düşüresin ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza getiresin de onlar senin söylediklerine şahitlik etsinler. Yok, yok! Bu da yetmez, senin altından bir evin olmalı yahut göğe çıkmalısın. Ama unutma! Sen bize oradan dönerken okuyacağımız bir kitap indirmedikçe yine de senin oraya çıktığına inanmayız ha!' De ki: 'Fe Sübhanallah! Ben sadece elçi olan bir insandan başka bir şey miyim?'” (İsrâ, 17/90-93)

ayetleri nazil oldu.

Bu âyetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Resûlullah’ın (s.a.s.) bir beşer olmasına vurgu yapılmasındaki amaç, Uluhiyete has olan şeylerin O’ndan istenmesidir. Diğer bir ifadeyle O’nun zor durumda bırakılması için, beşer kudretinin ötesindeki icraatların ondan beklenmesidir. Halbuki O bir beşerdir. Beşerin ilah olması imkansızdır. İşte bu imkansızlığı açıkça belirtmek için, beşeriliği ön plana çıkartılmıştır.

Zaten o hiçbir zaman Allah’ın hazineleri benim yanımdadır dememiş, melek olduğunu iddia etmemiş, gaybın bilgisine muttali olduğunu söylememiş, ancak kendisinin vahiy alan bir elçi olduğunu bildirmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

"Nur-u Muhammedî" ne demektir?
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m)'in Hasaisi / Ayrıcalıklı özellikleri hakkında bilgi verir misiniz?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun