Dalalet ne demektir, çeşitleri nelerdir?

Tarih: 08.04.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Dalalet; “sapma, sapıklık, yanlış yolda gitme” gibi manalara geliyor. Bu yolda gidenlere ise “ehl- i dalalet” deniliyor. Fatiha Suresi'nin sonunda,

“Bizi gazabına uğramış olanların (mağdub) ve dalalete düşünlerin (dallîn) yoluna değil, sırat-ı müstakime hidayet et.”

diye bir dua cümlesi vardır. Tefsir alimleri, dallîn güruhuna Hristiyanları, mağdub gurubuna ise Yahudileri misal verirler. Bunlar sadece birer misaldirler; yoksa, bu fırkalar sadece bu iki zümreye mahsus değildir.

Yahudiler, Tevratı tahrif ettikleri ve peygamberlerini öldürdükleri için, Allah'ın gazabına layık olmuşlardır. Hristiyanlar ise, üç ilâh safsatasını kabul etmekle hakikatten sapmış, tevhit inancından ayrılmış ve dalalete düşmüşlerdir.

Bununla birlikte, söz konusu iki gurubu kesin hatlarla birbirinden ayırmak çok zor. Ama birincisinde, yani mağdub gurubunda sefahat, rezalet ve azgınlık ön plana çıkıyor; dallîn güruhunda ise yanlış fikirler ve batıl inançlar. Yoksa, kelime manasıyla bakıldığında, yanlış yola giren dallînler de mağdupturlar, yani Allah'ın gazabına uğrayan zümredendirler.

Aynı şekilde, ahlâkî yönden dejenere olmuş azgın kavimler de dalalet üzeredirler ve Allah'ın gazabına uğrayacaklardır. Her ikisinin ortak özelliği, istikametten sapmaları, Allah'ın kahrına layık kimseler olmalarıdır. Ama, birinci gurupta azgınlık daha hâkimdir, ikincisinde ise sapkınlık.

İstikamet, “peygamberlerin, sıddıkların, şüheda ve salihlerin” yoludur. Bu yola giren insan, her türlü edep dışı hâllerden uzak kaldığı gibi, yanlış inanç, sapık düşünce ve batıl felsefelerin de hiçbirini ruhuna yanaştırmaz; kalbinden uzak tutar.

Şöyle düşünebiliriz: hidayet, Allah'ın gösterdiği ve razı olduğu yoldur. Bu yol cennete çıkar. O saadet yurduna ve o rıza beldesine ancak Allah elçilerinin izinden gitmekle varılabilir.

Nur Külliyatı'nda, küfür ve dalalet iki kısma ayrılır; birinci kısım için, “Amelî ve ferî olmakla beraber, iman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki, bu tarz dalalet kolaydır.” şeklinde bir açıklama getirilir. İkinci kısım için ise, “amelî ve ferî olmayıp, belki itikadî ve fikrî bir hükümdür” denilir. (Lem'alar)

Birinci guruba girenler, kul olduklarını hiç düşünmeden, ahireti hesaba katmadan, dünyanın gayrimeşru zevklerinden azamî ölçüde faydalanmak isteyen sefih ve ahlâksız kimselerdir. Bu gün Batı gençliğinin yüzde doksanından fazlası ateisttir, ama bunların da yüzde yüze yakın kısmı bu birinci guruba girerler. İmansızlığı “itikadî ve fikrî bir hüküm” olarak benimseyen ve bunu dava edinerek başkalarına benimsetmeğe çalışanlar ise çok azdır. Birinci grup “mağdup” ikinciler ise “dallîn” sınıfına girerler.

Hidayete ulaştıran yollar gibi, dalalete sürükleyen sebepler de çok çeşitlidir. İman en büyük hidayettir; bunun zıddı ise küfürdür. O hâlde, dalalet denilince öncelikle küfür anlaşılacaktır. Küfür, iman yolundan sapma demektir.

“Kim imanla küfrü değiştirirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.” (Bakara, 2/108)

Tevhit, yani Allah'ı bir bilmek de başlı başına bir hidayettir. Öyle ise şirk yolu da dalalettir. Şu âyet-i kerimede dalâlet, şirke düşmek mânâsında kullanılmıştır:

“Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa, 4/116)

Ahlâk kavramını çiğneyip, hayvan gibi sadece şehvet peşinde koşmak da doğru yoldan bir sapmadır. Ahlâk, hidayet yoludur; edepsizliğin her türü ise dalalettir.

Şu âyet-i kerimede dalâletin bu çeşidi nazara veriliyor:

“Onlar hayvan gibidirler, hatta, yolca (tuttukları yol itibariyle), daha da sapıktırlar.” (Furkan , 25/44)

Başta, materyalizm, tabiatçılık, evrimcilik olmak üzere, İslam'a zıt her türlü felsefî akım da birer dalalet yoludur ve bunlara tabi olanlar da dalalet ehlidir.

Tarih boyunca nice batıl düşünce akımları çıkmış, fakat günümüzde çoğunun mensubu kalmamıştır.

İnsanın kul olduğunu, bu âlemde misafir bulunduğunu ve ahirete yolcu olduğunu unutan kimselerde, kulluğun yerini enaniyet ve kibir alır. Kendi ruh dünyasını kendi aklıyla şekillendirmeye kalkışan ve sadece nefsinin razı olacağı bir ahlâk anlayışını benimseyen bu gibi insanlar, hak ve hakikatten sapmış ve dalalet yoluna girmişlerdir.

Müminlerin yaptıkları her türlü yanlışlık da doğru yoldan sapma demektir. Ama bu hataları işleyen kimseler, kelime manasıyla, dalalete düşmüş olsalar bile dinî terim olarak onlara ehl-i dalalet denmez. Nitekim, miras taksimiyle ilgili bir âyet-i kerime şöyle son bulur:

“Şaşırıyorsunuz diye Allah size açıklıyor. Allah her şeyi bilendir.” (Nisa, 4/176)

Ayette, dalalete düşmekten söz edilmiş, ama tercümesinde “dalalet” yerine “şaşkınlık” kelimesi kullanılmıştır.

Şu ayet-i kerime, dalaletin çok önemli bir kaynağına dikkatimizi çekiyor:

“Kâfirler, 'Allah bu misâlle neyi murat etmiş?' derler. Allah onun ile çoklarını dalalete atar (saptırır) ve çoklarını da hidayete götürür. Fakat ancak fâsıkları dalalete atar.” (Bakara, 2/26)

Demek oluyor ki, insan fısk ve günah vadisinde ilerledikçe bu menhus yolculuğa alışır; ona bağımlı hâle gelir. Bu gibi insanlar, kendilerini aldatmak ve nefislerini tatmin etmek için, yanlış bir fikre yahut batıl bir inanca yapışmaya adeta can atarlar. 

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun