Şefkat ve hoşgörü ne demektir. Bu duyguları nasıl kullanmalıyız?

Tarih: 09.05.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Şefkat: Büyük insanlarda bulunan yüksek bir vasıf. Merhamet, hamiyet, ihsan ve kerem gibi yüksek seciyelerin müjdecisi...

Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “acz, fakr, şefkat, tefekkür” yolu olarak tarif ettiği, iman ve Kur’an hizmetinin dört esasından birisi de şefkattir. Şefkat, insanı “Rahîm ismine “ ulaştıran en büyük bir vesiledir.

Rahîm ismine kâmil mânâda mazhariyet, insanlara iyiliklerin en büyüğü olan iman vadisinde yardımcı olmakla, onları ebedî azaptan kurtarıp sonsuz bir saadete kavuşturmak için bütün himmet ve gayretiyle çalışmakla olur. Allah Resûlü (asm.) bu mânânın en ileri temsilcisidir. O, müşrikleri tevhide davet eder, onların cehennem azabından kurtulmaları için en ağır ve dayanılmaz şartlar altında gayret gösterirdi. Ama, şirkin de amansız düşmanıydı.

Malûmdur ki, kâfire düşmanlık küfrü içindir. Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle,

“Bir insan zâtı için sevilmez, sıfatı için sevilir.” (Münazarat)

Bu kaideye göre, bir insana zatı için değil kötü sıfatları için düşmanlık edilir. O halde biz, kâfirin küfür sıfatına düşman olacak, o sıfatı taşıdığı için de onu sevmeyeceğiz. Ama onun, küfürden kurtulması için de şefkat ile gayret edeceğiz.

Biraz da şefkate yakın gibi görünen ve çoğu kez onunla karıştırılan “hoşgörü” üzerinde duralım. Hoşgörü çoğu zaman “sabır, afv, hilm ve şefkat” karışımı, değişik bir mânâda kullanılıyor.

Hoşgörü denilince, “mânen hasta insanların nazını çekme, onlara iyi davranıp kurtuluşları için sabırla çalışma” anlaşılmalıdır. Bu mânâsıyla hoşgörü, şefkatin bir şubesidir ve ulvî bir sıfattır.

Günümüzde hoşgörüyü bu yönüyle ele alanlar maalesef çok az. Hoşgörü denilince, kimsenin hatasına karışmamak, insanların günahlarına isyanlarına ilişmemek, onlarla uğraşıp da canımızı sıkmamak, huzurumuzu bozmamak gibi görünüşte insancıl, gerçekte ise tam bir egoizm ifade eden tuhaf bir mânâ anlaşılıyor. Tuhaf diyorum, çünkü bunun görünüşü nezaket, centilmenlik, hakikati ise muhatabının ebedî cehenneme gitmesini gülerek karşılamaktır.

Bir hususun da önemle belirtilmesi gerekiyor: Her şey gibi, hoşgörünün de hudutları vardır. Bunun ötesinde hoşgörülü olma hakkına sahip değiliz. Günlük hayatta karşılaştığımız hâdiseler ya “hukukullah” ile (namaz, oruç gibi) yahut “hukuk-u ibad” yâni “kul hakkı” ile ilgilidir. Allah’a karşı işlenen suçlarda, günahlarda, haramlarda insanoğlunun hoşgörü yetkisi olamaz. Bilâkis, bu gibi hallerde insanları ikaz etme görevi pek mukaddes addedilmiş ve Kur’an’da Ümmet-i Muhammed’in (asm.) diğer ümmetlerden daha hayırlı olmasının en büyük bir sebebi olarak haber verilmiştir:

“Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i imran, 3/110)

Buna göre, Allah’ın razı olmadığı, yasakladığı bir davranışı biz de hoş görmeyecek ve onun ortadan kaldırılmasına imkânımız ölçüsünde gayret göstereceğiz.

Kul hakkına gelince, bir başkasının hukukuna yapılan maddî veya mânevî bir tecavüz karşısında da hoşgörülü olamayız.

Geriye, insanın kendisine karşı işlenen suçlar kalıyor. İşte hoşgörünün sahası burasıdır. Malımıza zarar veren, yahut gıybetimizi yapan bir kimseyi affetme yetkisine sahibiz. Bu hakkımızı kullanmamız, intikam almamızdan daha iyidir.

Biz Allah’ın kullarına karşı şefkatli olalım ki, Rabbimizden de rahmet bekleyebilelim.

Biz, raiyetimizin hatalarına karşı affedici, hoşgörülü olalım ki, Cenâb-ı Hakk’ın af ve gufranını ummaya yüzümüz olsun.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun