Asr-ı saadette içtihat var mıydı?

Tarih: 13.05.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Hz. Peygamber zamanında içtihat yapılmış mıdır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Her güzel şey, her hayır nebiler eliyle meydana geldiği gibi, küllî bir hayır olan içtihadı da ilk defa icra eden Peygamber Efendimiz (asm.) olmuştur. Allah Resulü (asm.) gerek ibadete, gerek muamelata ait bir çok hükümleri, Kur'an-ı Kerim'den çıkarmıştır. Peygamberimizin içtihat kapısını açması, teşvik ve talim etmesi Ümmet-i Muhammed'e İlâhî bir lütuftur.

İslâm dininin tekmil ve te'sisinde Allah Teâla Hazretleri, Habib-i Ekremine (asm.), sahabe-i kiram efendilerimizi yardımcı kıldı. Peygamberlerin en faziletlisine, insanların en hayırlılarını refik eyledi. Resûlullah Efendimiz (a.s.m.), ashabına miras olarak, ifrat ve tefritten uzak bir sırat-ı müstakim bırakmıştır. Gönüllere silinmez bir muhabbet, zeval bulmaz bir sadakat nakşetmiştir.

Hazret-i Peygamberin (a.s.m.) iki yönü vardır:

1. Risalet yönü.
2. Beşeriyet yönü

Risalet yönüyle Hazret-i Peygamber (asm.), sırf bir tercümandır, yani,

"O kendi hevasından konuşmaz. Ona gelen ancak bir vahiydir." (Necm, 53/3, 4) 

âyetinin mazharıdır. Beşeriyet yönüyle ise, içtihatla sorumlu bir insandır.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri Peygamberimiz (asm)'in içtihatları hakkında şöyle buyuruyor:

"Vahiy iki kısımdır: Biri: 'Vahy-i sarîhî'dir ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahelesi yoktur. Kur'an ve bazı Ehadis-i Kudsiye gibi..."

" İkinci Kısım: 'Vahy-i Zımnî'dir. Şu kısmın mücmel ve hulâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselama aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselam, bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder, veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadiyle yaptığı tafsilât ve tasviratı ya vazife-i risâlet noktasında ulvî kuvve-i kudsiyye ile beyan eder, veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyân eder." (bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Dördüncü Nükteli İşaret)

Elmalılı M. Hamdi Yazır Hazretleri de bu konuyu şöyle beyan eder:

"İlm-i usûlde sahih olan şudur ki, Resûlullah vahye muntazır olur ve vahiy gelmeyen konularda kendi görüş içtihadıyla amel ederdi. Ve bu içtihatta yanılmak da mümkün olabilir, ancak hata gerçekleşir ise vahiyle düzeltilir, devam etmezdi. Peygamberin içtihadının, diğer içtihatlardan farkı bu idi."

Peygamber Efendimiz (asm.) hem bir müderris hem de bir kadı idi. Şer’i hükümlerin bir çoğu ona sorulurdu.

Efendimiz (asm.) dünya ve ahirete ait meseleleri ashabına ta'lim ediyordu. Ahirete teşriflerinden sonra bu kutsî vazifeyi Sahabe-i Kiram Efendilerimiz yerine getirmiştir. Evet, en mukaddes ve mükemmel bir dinin hizmetinde öyle güzide kullarını Resûl-i Ekremine (asm.) yardımcı vermesi Cenâb-ı Hakk'ın hikmet ve rahmetinin gereğindendir.

Resûlullah Efendimiz (asm.), hakkında sarih hüküm bulunmayan konularda kendisi bizzat içtihat ederlerdi. Fakat peygamberimizin (asm.) içtihadı hatadan uzaktır. Çünkü bu içtihat her ne kadar kendisinin ise de hadd-i zâtında vahyin bir semeresiydi. Belki de vahyin bir mertebesiydi. Çünkü içtihat ettiği bütün meseleler Cenâb-ı Hakk'ın denetimindeydi. Bu itibarla onun dine ait istihraç ettiği hükümlerde Allah'ın emirlerine zıt olması düşünülemez. Şayet içtihadında bir hata olursa vahy ile ikaz edilip düzeltilirdi. Yaptığı içtihada bir ikazda bulunulmaz ise o içtihat Cenâb-ı Hak tarafından tasdik edilmiş demektir. Nitekim Peygamberimizin vahy ile düzeltilmiş içtihatları da vardır. Efendimizin sünnetleri bu içtihatların neticesidir.

İçtihat ilminin kapısını ilk defa açan, en büyük rehber Resûl-ü Ekrem (asm.)dır. Efendimiz (asm.), verdiği hükümlerin sebeplerini beyan ederdi. Bazı şer'î hükümleri, emsallerine kıyas ederek izah ederlerdi. Meselâ bir defasında bir sahabî,

"Aman ya Resûlullah! Büyük bir fenalık yaptım. Oruçlu olduğum halde zevcemi öptüm." dedi. Resûl-ü Ekrem (asm.),

"Oruçlu olduğun hâlde, suyu ağzına almada bir zarar tasavvur edemiyorsun?" buyurdular. Sahabi,

"Hayır Ya Resûlullah" dedi. Efendimiz (asm.)

"O hâlde öpmende de bir zarar yoktur." diye hükmettiler.

İşte Efendimiz (a.s.m), bu hâdisede su içmenin mukaddimesi olan ağza su almakla orucun bozulmadığına, zevceyi öpmeyi kıyas etmiştir.

Diğer bir misale gelince; Cüheyne'li bir kadın Resûlullah'a gelerek:

"Annem haccetmeyi adamıştı, adağım yerine getiremeden öldü; onun yerine haccı îfâ edebilir miyim?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (asm.):

"Evet, onun yerine haccı îfâ et; annenin bir borcu olsaydı onu ödeyecek değil miydin?" buyurdu.

Yine bir kadın, Hazret-i Peygamber'e (asm.) gelip, annesinin oruç borcu olduğu hâlde öldüğünü ve onun yerine oruç tutup tutamayacağını sorunca, "Evet, tutabilirsin." buyurdu.

İşte bu üç misale benzer siyer ve fıkıh kitaplarında Efendimiz(asm.)'in içtihatları mevcuttur...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun