Şia'nın Hz. Ali'nin ilk halife olması gerektiği iddiasına getirdikleri deliller nelerdir, bu iddialara nasıl cevap verilebilir?

Tarih: 15.05.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu iddialara çeşitli başlıklar altında cevap vermek mümkündür.

1. "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Şayet yapmazsan O'nun risaletini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır."(1)

Ayetin ifadesinde Hz. Ali'nin hilafetiyle ilgili hiçbir şey yoktur. Şevkani'nin de belirttiği gibi, ayet umum ifade etmektedir.(2) Yani, "Rabb'inden sana ne indirilmişse, hepsini tebliğ et." demektir. Nitekim Hz. Aişe,

"Her kim 'Muhammed kendisine indirilenlerden bir şey gizledi.' derse, yalan söylemiş olur."

demiş ve üstteki ayeti okumuştur.(3)

Durum böyle iken, Şia bazı zayıf ve uydurma rivayetlere dayanarak,(4) mezkur ayetin Hz. Ali'nin hilafetini bildirdiğini söyler. Halbuki bu iddialarıyla Hz. Peygamberi görevini tam yapmamakla itham etmektedirler. Zira ayet eğer onların anladığı gibiyse, Hz. Peygamber bunu tebliğ etmeden gitmiş demektir.

2. Hz. Peygamber bir sefere (Süyutinin rivayetinde Tebük seferine) giderken yerine Hz. Ali'yi bırakır. Hz. Ali, "Beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun?" deyince, Hz. Peygamber şu cevabı verir:

"Benimle Hz. Musa ve Harun misali olmak istemez misin? Ancak şu var ki, benden sonra peygamber yoktur."(5)

Hz. Peygamberin cevabında Hz. Musa'nın Tura gidiş olayına işaret vardır. Hz. Musa, yerine kardeşi Harunu bırakarak Tura gitmiştir. Hz. Harun da kardeşi Musa gibi bir peygamberdir.

Üstteki rivayetten Hz. Ali'nin faziletine istidlalde bulunmak son derece makuldür ve buna kimsenin bir itirazı da yoktur. Fakat bu rivayetten "İlk halife Hz. Ali olmalıydı." neticesine varmak zoraki bir yorumdur. Zira Hz. Peygamber sefere giderken Hz. Ali'den başkalarını da yerine bırakmıştır. Abdullah b. Ümmi Mektum bunlardan biridir.(6)

3. "Bera b. Azib anlatıyor: "Bir seferde Ğadir-i Hum'da konakladık. Namaza nida olundu... Namazdan sonra Hz. Peygamber Hz. Ali'nin elini tuttu.

'Ben kimin efendisiysem Ali de onun efendisidir. Allah'ım, ona dost olana dost, düşman olana düşman ol.' dedi."(7)

Bu rivayet sahih olarak kabul edilse bile, buradan Hz. Ali'nin ilk halife olması lüzumunu anlamak mümkün değildir.(8) Çünkü Hz. Ali gerçekten Müslümanlar içinde en seçkin kimselerden biridir. Cesaretiyle, Allah'ın aslanı ünvanını taşır. Şah-ı velayet makamına sahiptir. Bunlar gibi seçkin özellikleri sebebiyle tarih boyunca bütün Müslümanların efendisi olmuştur. Alusinin dediği gibi, şayet Hz. Peygamber yerine halife olarak Hz. Ali'yi bırakmak istese, "Ey insanlar! Bu, benden sonra idareciniz, emirinizdir. Dinleyin itaat edin." derdi.(9) Böyle bir emir ise, mutlaka yerine getirilirdi. "Anam babam sana feda olsun" diyen sahabelerin, böyle ciddi bir konuda Paygamberin sözünü dinlememeleri elbette düşünülemez. Nitekim, "Benden sonra size Ömeri tavsiye ederim." diyen Hz. Ebu Bekir'in isteği yerine getirilmiş, Müslümanlar Hz. Ömere biat etmişlerdir.(10)

4. Şianın haklılıklarına delil olarak ileri sürdükleri rivayetlerden biri de şudur:

"Hz. Peygamber, vefatı öncesi hastalığı ilerlediğinde,

'Bana kalem kağıt getirin, size benden sonra sapmamanız için vasiyet yazdırayım.' der. Hz. Ömer,

'Peygamberin rahatsızlığı şiddetlendi. Allah'ın Kitabı bize kafidir.' deyince ileri geri konuşmalar olur. Hz. Peygamber,

'Kalkın yanımdan. Benim yanımda niza (çekişmek) yakışmaz.' der."(11)

Şianın iddiasına göre Hz. Peygamber, yerine Hz. Ali'nin geçmesini yazdırmak istemiş, Hz. Ömer ise buna engel olmuştur.(12) Halbuki, mezkur rivayette asla buna bir delalet yoktur. Rivayeti o tarzda değerlendirmek sadece bir zorlamadır.

5. "De ki: Yaptığım tebliğe karşı ben sizden yakınlık sevgisi dışında bir ücret istemiyorum."(13)

Bir rivayette, ayet nazil olunca Hz. Peygambere "Ya Rasulallah, sevmemiz vacip olan yakınların kimlerdir?" diye sorulmuş, Hz. Peygamber, "Ali, Fatıma ve oğulları" cevabını vermiş.( 14 )

Bu ayet Şia tarafından Al-i Beyt sevgisine bir delil olarak zikredilir. Bunu işari bir mana olarak kabul etmek mümkün olmakla beraber, ayetin sarih manasında buna bir delalet yoktur.

İbn-i Abbas'a bu ayetten sorulur. Daha cevap vermeden, orada bulunanlardan Said b. Cübeyr, "Âl-i Muhammed" deyince, İbn-i Abbas "Acele ettin, çünkü Kureyşin hiçbir ailesi yoktur ki Hz. Peygamberin onlara akrabalık bağı olmasın. Ayetin manası "hiç olmazsa yakınlık hakkını gözetin" demektir."(15)

İbnu Kesir, ayetin yorumunda şu manaya dikkat çeker: "Bana yardım etmiyorsanız, hiç olmazsa aramızda olan akrabalık sebebiyle eziyet etmeyin."(16)

Kendisinin şu yorumu da gerçekten zikre şayan bir incelik arzeder:

"Ayetten muradın 'Hz. Ali, Fatıma ve oğullarıdır.' şeklindeki rivayet senet olarak zayıftır. Ayrıca, sure Mekki surelerdendir. Meke'de ise Hz. Fatıma'nın çocukları yoktu. Hz. Ali ile evlilikleri hicretin ikinci yılında Bedir Savaşı sonrası olmuştur. Ancak bu rivayeti kabul etmemek, Âl-i Muhammede sevgi beslememek anlamında değildir. Çünkü onlar temiz bir zürriyetten, fahr, hasep ve nesep noktasında yeryüzündeki en şerefli evden gelmişlerdir."(17)

Fahreddin Razi,

"Ehl-i Beytim Nuh'un gemisine benzer; binen kurtulur." ve

"Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uysanız hidayete erersiniz."(18)

rivayetlerini nazara verip şu yorumu yapar:

"Şimdi biz mükellefiyet denizindeyiz. Şüphe ve şehvet dalgaları bize çarpmaktadır. Denizde yol alan iki şeye muhtaçtır:

1. Sağlam bir gemi.
2. Işık saçan yıldızlar.

"İşte, böyle bir gemiye binen ve yıldızlara bakarak yol alanların kurtulma ümidi fazla olur. Ehl-i Sünnet, Ehl-i Beyte muhabbet gemisine binmiş, sahabe yıldızlarına bakarak yol almaktadır." (19)

Ehl-i Sünnetin Ehl-i Beyti sevmeme diye bir problemi yoktur. Her namazın teşehhüdünde onlara dua ederiz ve onları ciddi severiz.(20) Ehl-i Sünnet arasında "Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma..." gibi isimler son derece yaygındır.

Kaynaklar:

1  Maide, 67.
2. Şevkani, Muhammed, Fethu'l- Kadir, Daru İhyai't- Türasi'l- Arabi, Beyrut, ts. II, 59. Ayrıca bkz. Kurtubi, VI, 157.
3. Buhari, Tefsir, 5/7; Şevkani, II, 59.
4. bk. Şevkani, II, 59-60.
5. Tirmizi, Menakıb, 20; Süyuti, Celaleddin, Tarihu'l Hulefa, Daru'l- Kütübi'l- İlmiyye, Beyrut, 1988, s. 133.
6. bk. Hamidullah, Muhammed, İslamın Hukuk İlmine Yardımları, İst. 1962, s. 142-143.
7-İbnu Hanbel, IV, 281; Süyuti, Tarihu'l- Hulefa, s. 134; Alûsî, VI, 192-193.
8. bk. Onat, Hasan, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, TDV. Yay. Ankara, 1993, s. 24.
9. Alûsî, Ebu'l-Fadl, Ruhu'l-Meani, Daru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, 1985, VI, 195.
10. Süyuti, Tarihu'l - Hulefa, s. 62-64.
11. Buhari, Merda, 17; Müslim, Vesaya, 22; İbnu Hanbel, I, 325.
12. Naim, Ahmet, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diyanet Yay. Ankara, 1982, I, 108. Ahmet Naim, ilgili rivayetleri burada ve devamında çok güzel bir şekilde tahlil etmektedir. Geniş bilgi için oraya bakılabilir.
13. Şura, 23.
14. Beydavî, Kadı, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vil, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1988, II, 362.
15. Kurtubi, XVI, 15-16; İbnu Kesir, VII, 187; Süyuti, Dürrü'l- Mensur, Daru'l - Mektebi'l- İlmiyye, Beyrut, 1990, V, 699.
16. İbnu Kesir, VII, 187.
17. age. VII, 189.
18. Aclûnî, I, 132.
19. Razî, XXVII, 167.
20. Razî, XXVII, 166.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun