Hz. İbrahim'in Rüyası ve Kesmeyen Bıçak

İbrahim Peygamber, oğlu İsmail ile hanımı Hacer’i Mekke’ye yerleştirmiş; Filistin topraklarına geri dönmüştü. Hazret-i İbrahim ara sıra Mekke’ye geliyor, oğluyla birlikte dağlara odun toplamaya, yiyecek bulmaya gidiyorlardı. Yine Hazret-i İbrahim Mekke’de olduğu bir gündü. Vakit gece yarısından sonraydı. Hazret-i İbrahim uyuyordu. Rü’yasında bir ses şunları söylüyordu:

- Ey İbrahim! Allah, oğlun İsmail’i kurban etmeni emrediyor."

Hazret-i İbrahim korkuyla uyandı. Gördüklerinin gerçek olup olmadığını düşündü. Bu rü’ya Allah’tan mı idi, yoksa Şeytan’dan mı, bir anda kestiremedi. Fakat içine bir şüphe düşmüştü. Rü’yayı gördüğü vakit, Kurban Bayramından 2 gün önce idi. Ertesi gün (arefe günü) yine aynı vakitte, aynı rü’yayı gördü. Rü’yanın Allah’tan olduğuna artık kanaati gelmeye başlamıştı.

Kurban Bayramının 1. günü de yine aynı rü’yayı görünce, rü’yanın Allah’tan olduğuna tam kanaat getirdi. "Bu, Allah’ın bir imtihanı" diye düşündü. Bu gerçekten de bir dostluk imtihanı idi. Dost dostu için sevdiği herşey’ini feda etmeliydi. Allah, Hazret-i İbrahim’i kendine Halîl, yani dost seçmişti. Şimdi de onun bu dostluğa lâyık olup olmadığını denemek istiyordu. Sevdiği en kıymetli varlığı olan oğlunu kendine kurban etmesini istemesi, bu yüzdendi. Ancak insanın sevdiği en kıymetli varlığını gözden çıkarması çok zordu. Onun için Allah, Hazret-i İsmail’i kurban etme emrini, Hazret-i İbrahim’e doğrudan doğruya vermemiş; 3 gece üst üste rü’yasında göstererek yavaş yavaş alıştırmıştı.

O günden sonra, insana kabûlü zor gelen bir haberi birden vermemek, alıştıra alıştıra, yavaş yavaş vermek âdet olmuştur.

Hazret-i İbrahim, o sabah oğluna ip ve bıçak almasını, birlikte oduna çıkacaklarını söyledi. Bu onların her zamanki âdetleriydi. Hz. İsmail hiçbir şeyden şüphelenmemişti. Yanlarına ip, bıçak ve balta alarak yola koyuldular. Minâ mevkiine gelince Hz. İbrahim gördüğü rü’yayı yavaş yavaş oğluna anlatmaya başladı. Allah tarafından büyük bir imtihana tâbi tutulduklarını bildirdi. Hazret-i İsmail’de, babasının anlattıkları karşısında en ufak bir üzüntü, tereddüd ve telâş meydana gelmemişti. Hayatı veren ve alan Allah değil miydi? Hayatın sâhibi olan Allah, şimdi ondan, verdiği hayatı kendisi için geri istiyordu. Bundan daha şerefli bir ölüm tasavvur olunabilir miydi? Hazret-i İsmail bunları düşünerek, tam bir teslimiyet ve tevekkül içindeydi. Babasına şu cevabı verdi:

"Babacığım! Ne ile emrolundunsa o işi yap. Beni inşâallah sabreden bir insan olarak bulacaksın..."

Oğlunun bu cevabı, Hz. İbrahim’i hem sevindirmiş, hem de duygulandırmıştı. Gözleri yaşarmıştı. Büyük bir sevgiyle, yüksek bir îmanın sâhibi olan oğluna bakıyordu. Böyle bir oğul sâhibi olmakla iftihar ediyordu. Hazret-i ibrahim oğlunu sağ yanına yatırarak Allah’ın emrini yerine getirmeye hazırlandı. Oğlunun gözlerini bağlamıştı, bıçağı görerek acı duymasını istememişti. Bu hâdise, Minâ’da, şimdi kurbanların kesildiği yer civârında cereyan ediyordu. Hazret-i İbrahim, oğlunun boynuna bıçağı sürmek üzere Bismillâh çekti.

"Ey Rabbim, işte emrini yerine getiriyorum" diye söylendi. Bıçağı Hz. İsmail’in boynuna sürdü. Fakat bıçak kesmedi. Çünkü, Allah’ın murâdı, Hz. İsmail’in kurban edilmesi değildi. Bu hadise ile İbrahim âilesinin sâdakat ve sabırlarını meleklere ve bütün insanlığa göstermek istiyordu. Bu bir dostluk ve bağlılık imtihanı idi.

Allah dostu olan Hazret-i İbrahim ile oğlu, en sevdikleri varlıklarını; İbrahim (as) oğlunu, İsmail (as) ise canını, seve seve Allah’a verebileceklerini isbatlamışlardı. Allah’a bağlılıklarını tereddütsüz göstermişlerdi. Kısacası bu müthiş imtihanı en güzel şekilde kazanmışlardı. Hazret-i İbrahim, bıçağı yeniden İsmail’in boynuna sürmeye hazırlanırken bir ses duydu. Ses:

"Ey İbrahim! Sâdık biri kul olduğunu isbatladın. Allah dostu bulunduğunu herkese gösterdin. Dur artık! İsmail’i kesmene lüzum kalmadı," diyordu.

Hazret-i İbrahim durdu. Etrafına bakındı. Gökten Hazret-i Cebrâil’in, gözleri sürmeli, boynuzlu bir koç ile yere inmekte olduğunu gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Hazret-i İbrahim’i tebrik ediyor:

- Ey İbrahim! Bu koç 40 senedir Cennet’te beslenmektedir. Şimdi oğlun İsmail’in yerine onu kurban etmen için yeryüzüne gönderildi..." diyordu. Hazret-i İbrahim sonsuz bir sevinçle oğlunun gözlerini çözdü. Koçu Cebrâil’den alıp kurban etti. Allah’ın bu büyük lütfundan dolayı devamlı şükür namazları kıldı.

O günden beri, bütün Müslümanlar, Hazret-i İsmail’in kurtuluşunu kutlama ve Allah’a şükran borçlarını ödemek üzere, her sene aynı gün kurban keserler. Kurban kesmek, hâli vakti yerinde olan Müslümanların üzerine vâcib bir ibâdettir.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun