Oruç bedenin zindeliği ve sağlığı için tam bir altın reçetedir

Bütün karanlıkları en ücra zaman dilimlerinde bile yakalayıp aydınlatan yüce Kur`an, Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) en büyük mucizesi olarak, Ramazan ayında yeryüzünü aydınlatmaya başladı. Yüce Resul, peygamberliğinin ilk yıllarında olmasına rağmen, kâinatın bu en büyük hâdisesini hisseder ve onu, farz olmadığı halde, haftada iki gün oruç tutmakla tes`id ederdi. Efendimiz (s.a.v.) pazartesi günlerini Kur`an`ın inzalinin başladığı gün olarak, perşembeyi de Kur`an`ın bütün insanlara tebliğ ve ilânına, yani açıklanmasına izin verildiği gün olarak her an gönlünde yaşatır ve o günleri oruçlu geçirirdi.

Çünkü oruç, nefsin Allah adına dünyayı ve zevkleri terk etme sanatıydı. Gönüllere mânâ âleminden açılan ziyafet sofrasının zevki de, ancak nefislerin teslim olup secde ettiği oruçlu anlarda yaşanabilirdi.

Mekke`de on iki yıl akıl almaz kahırların, sıkıntılı günlerin elemlerini, Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) orucun bu sonsuz sırrı içinde yok ederdi. O yıllarda yine pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere, sadece çok yakınlarına oruç tutmalarını söylemişti. Ve nihayet Medine`nin huzur dolu günleri başladı. Ne çare ki şerler, âlemlerin Efendisine (s.a.v.) orada da rahat vermiyor ve gönüllerde açan iman çiçeklerine gölgeler düşürmek istiyordu. Efendimiz`in (s.a.v.) çok ince ve hikmetli dualarına nihayet İlâhi cevap geldi:

"Oruç tutunuz!"

Ve oruç âyetleri nazil olmaya başladı. Allah, oruçla beraber İslâm dünyasına ve dolayısıyla insana verilen sonsuz mucize hikmetlerini göstermek için, ilk Ramazan ayında Bedr mucizesini lütfetti. Bütün müşrikler, ilk oruçlarının henüz ilk yarısını tamamlamak üzere olan müminlere saldırdılar. Fakat orucun sırrı ile yıkanmış, gönülleri mânâ nuru ile dolu bir avuç İslam mücahidinin dizleri dibinde topyekûn eriyiverdiler.

Yüce Rabbimiz, İslâm`ın bir bakıma kurtuluş ve kuruluşunu temsil eden Bedr`in zafer meşalesini yakmasıyla: "Gönüllerin önündeki nefs perdesini orucun teslimiyet ateşiyle yakın kî, size mânâdan fetihler müyesser edeyim" demek istemişti.

Âlemlerin en yüce varlığı Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayının hazzını öyle derinlerde yaşardı ki, koca mübarek ayın bir saniyesini dahi telef etmez, boşa geçirmezdi.

Orucun bu kadar ince mânâ sırrı acaba nereden geliyordu?

"Ben arza, semâlara ve arşa sığmam, ancak tertemiz olmuş bir müminin gönlüne sığarım" hikmetini seyretmenin "arınmışlık" şartıyla olan paralelliğini bildirmektedir. Bu arınma ise, gönül penceresi önündeki iki kalın perdenin kaldırılmasına bağlıdır. Bunlardan biri yeme-içme, diğeri ise cinsî duygulardır. Mühim olan bu duygulardan temelli kopmak değil, o duyguları belli bir süre için Allah adına durdurabilmektir. Ömür boyu çabalayıp bir türlü açamadığımız "nefsin kasası"nın gizli şifrelerini elde etmenin en emin yolu da budur.

Nefsin bizi mânâ âleminden mahrum etmek için kurduğu her türlü tuzağı bozmak, orucun en önemli hedefidir. Zaten oruç tutanın davranışlarına ait şeriatın getirdiği hükümler, bu söylediklerimizi açıkça ortaya koyar.

Orucun "mânâ"dan kaynaklanan bir sır olduğu, orucu ilk tutanlarca bile kolaylıkla fark edilir. Oruçlu bir insan az besin ve enerji aldığı için, duygu melekeleri zayıflaması gerekirken aksine güçlenir. Daha iyi koku almaya başlar. Kulakları ve gözleri, tok halinden daha hassas ve aydınlıktır. Çünkü insan, beynin hücrelerinden emir almaz, ruhun güçlü himayesine girer. Zaman içerisinde oruçtan gelen bu yücelmenin ve mânâdan gelen sezgilerin sırrı daha da derinleşir.

Bir mümin, kendisini Allah`a götüren yolda kalbine ve ruhuna diken gibi batan dünya ihtiraslarının çirkinliğinden sıyrılır. Daha önceleri her attığı adımda ızdırap çekerken, oruca devam ettikçe koşar adımlarla mânâya yaklaştığını fark eder. Bir süre sonra da gündüz Allah için yememenin, akşam da Allah için yaşamanın ayrı bir haz olduğunu sezer. Zaten kulluğun sırrı da yemek, içmek, hevesler peşinde koşmakta değil, yaptığı her şeyi Allah için yapmaktadır. Yine Ramazan`ın sırrı içinde sırf hayır yapmak ve kimsesizlere el uzatmak için para kazanırsa, Allah`ı (c.c.) ne kadar hoşnut edeceğini sezer. Bu noktadan baktığımızda, İslamiyet’in hiçbir dinde olmayan muhteşem bir sırrı ortaya çıkar: Hayat, Allah`ın emrettiği bir vazife olarak sürdürülmelidir. Bunun en iyi sezilebileceği ibadet ise oruçtur.

Bu güzel ibadet, bizim dört temel unsurumuza birden ayrı ayrı hayat veren bir sırra sahiptir.

1- Orucun ruha verdiği hayat hazzı:

Ruhumuz, ruhlar âleminden gelip bedene hapsolunca, dünya sıkıntıları içinde kıvranan nefsin ızdırabını çeker. Çok iyi tanıdığı gerçek güzellikler dururken, kırılmaya mahkûm bir oyuncaktan farksız olan dünyanın peşinde koşturmak ona çok ağır gelir. Oruçla terk edilen yemek-içmek lezzeti, birden insanı meleklerle aynı özelliğe kavuşturur ve ruh bir anda yücelerek âdeta sıla hasretinden kurtulur. Kendi yurdunda yaşıyormuşçasına mutlu olur.

2- Orucun kalbe verdiği haz:

İlâhî sevda ile soluma arzusuyla yanıp tutuşan kalp, nefsin kirli perdesi altında kıvranmaktan bir türlü "hay" sırrına kavuşamamaktadır. Bu yüzden de neticede bütün ışıkları söner ve karanlık bir kuyuda kaybolur gider. Oruç başladığı zaman kalp, özünden aralanan nefis perdesinin ardından İlâhî güzellikleri seyretmeye başlar ve yavaş yavaş canlanarak hazların en güzeline erişir.

3- Orucun nefse verdiği nimetler:

Bütün ihtiras ve şaşkınlığına rağmen bu huyundan en şikâyetçi olan yine bizzat nefsin kendisidir. Ne kadar çılgınlık yaparsa yapsın, mutlu olamaz. Çünkü mutlu olmak için kullandığı ihtiras, aslında mutsuzluğun temel sebebidir. İşte nefs, Ramazan`da hırslarına vurulan oruç gemiyle bu gerçeği anlar ve mutsuzluğun kendinden doğduğunu bilerek, yavaş yavaş gerçek mutluluğa doğru koşar.

4- Orucun bedene verdiği nimetler:

Oruç bedenin zindeliği ve sağlığı için tam bir altın reçetedir. Ana başlıklar halinde özetlersek:

a- Kalbin önündeki sıvı barajını azalttığı için, su içmemekle kalbe mutlak bir istirahat sağlamış olur.

b- Oruç, özellikle küçük tansiyonu mutlaka düşürdüğü için, dolaşım sisteminin en iyi sakinleştiricisidir.

c- Kan içindeki besin artıklarını özellikle orucun son saatlerinde tamamen yok eder ki, bunların başında yağ artıkları (Lipit kolesterol) gelir.

d- Oruç, ömür boyu kesiksiz çalışan sindirim sistemi hücrelerinin revizyonu için bulunmaz bir fırsat sağlar. Böylece Ramazan`da mide ve bağırsaktaki birçok aksaklıklar giderilmiş olur.

e- Sindirim salgı bezleri, bir aylık nefis bir tatilden sonra daha randımanlı çalışmaya başlar.

f- Cinsî fonksiyonlara karşı konan sınırlama sebebiyle, hipofiz salgı bezi istirahate sevk edilerek ahenkli bir hormonal denge elde edilir.

g- Oruç, hücre arası suda nisbî bir azalma sağladığı için, hücrelerin biyosentez olayını kolaylaştırır.

h- Orucun hücre uyarıcı tesiri, inanan inanmayan bütün batılı ilim çevrelerince de kabul edilmektedir. Hatta kronik kanser vakalarında vücutta biriken zehirleri atmak için aralıklı oruç uygulamaları yapılmaktadır.

ı- Orucun en büyük hizmeti ise bizzat karaciğer hücresinedir. Hatta Ramazan yaklaştıkça karaciğer hücreleri manâ telefonuyla "Ramazan ne zaman?" diye haberleşip dururlar. Ömür boyu kesintisiz çalışan ve birbirinden farklı pek çok biyolojik görevleri bulunan bu hücreler, ancak Ramazan`da bir soluk alma şansına sahiptir. Çağımızın insanı artık karaciğerin önemini anlamış ve elinde karaciğer tahlil kâğıtlarıyla dolaşıp durur olmuştur. Buna karşılık karaciğer hücrelerinin "gayesiz dolaşıp durma, oruç tut" dediğini işitmezlikten gelir.

Cenab-ı Hak, nimetlerin en güzelini, ibadet formülü içinde Fahr-i Kâinat Efendimiz`in (s.a.v.) ümmetine lütfetmiştir. İnşallah en kısa zamanda bu ülkede orucun nimetinden faydalanmayan kimse kalmayacak ve Rabbimiz, ilk oruçlulara ihsan ettiği Bedr zaferinin bir numunesini inşallah bu kullarına da nasip edecektir. Hepinizin Ramazan`ınızı, Efendimizin (s.a.v) ümmetliğine lâyık bir biçimde geçmesi dileğiyle tebrik ediyorum.
 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun