SA`D BİN EBÎ VAKKAS`IN İSLÂMİYETLE ŞEREFLENMESİ

Sa'd bin Ebî Vakkas, henüz on yedi yaşlarında hareket ve heyecan dolu bir gençti. Bu sırada bir rü'yâ gördü: 

Zifirî bir karanlığın içinde iken, birden bire parlak bir ay doğuyor ve o, ayın aydınlattığı yolu takib ediyor. Sonra aynı yolda, Zeyd bin Hârise, Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir'in önünden ilerlediğini görüyor. Kendilerine,

"Siz ne vakit buraya geldiniz?" diye soruyor. Onlar da,

"Şimdi." diye cevap veriyorlar.1

Bu rü'yâsından üç gün sonra, İslâma gizli davet devresinde fevkalâde büyük bir cehd ve gayret gösteren Hz. Ebû Bekir, kendisine İslâmiyet'ten bahsetti. Sonra da alıp Resûl-i Zişan Efendimizin huzuruna götürdü. İslâmiyet hakkında Resûl-i Ekrem Efendimizden malûmat alan Hz. Sa'd hemen orada Müslüman oldu.2

Nesebi, hem baba tarafından hem de anne tarafından Peygamber Efendimiz ile birleşir. Resûl-i Ekrem Efendimiz de Hz. Sa'd da annesi tarafından Zühreoğullarına mensub bulunduğundan Hz. Sa'd annesi tarafından Peygamberimiz (s.a.v.)'in dayısı olurdu. Bu sebeple Resûlullah Efendimiz, "İşte dayım Sa'd. Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin." diyerek kendisine iltifâtta bulunurdu.3

Hz. Sa'd ve Annesi

Hz. Sa'd'ın Müslüman olması annesi Hamne'nin hoşuna gitmedi. Oğlu atalarının dinini bırakıp, yeni dine onun rızası olmadan nasıl tâbi olabilirdi? Oğlunun kendisine karşı saygısını ve bağlılığını bilen Hamne, onu İslâmiyet'ten vazgeçirip tekrar putperestliğe döndürmek için kararlıydı. Bir gün kendisine şöyle dedi:

"Allah'ın, sana hısım ve akraba ile ilgilenmeyi, anne babaya dâimâ iyilik etmeyi emrettiğini söyleyen sen değil misin?"

Hz. Sa'd,

"Evet," dedi.

Bunun üzerine asıl maksadını şu cümlelerle ifâde etti:

"Yâ Sa'd," dedi. "Vallahi, sen Muhammed'in getirdiklerini inkâr etmedikçe, ben açlık ve susuzluktan helâk oluncaya kadar ağzıma hiçbir şey almayacağım. Sen de bu yüzden anne katili olarak insanlarca ayıplanacaksın."

O güne kadar, Hz. Sa'd, annesinin her isteğine boyun eğmişti. Bir dediğini iki etmemişti. Fakat, artık o, Allah'a îmân etmiş ve Resûlüne kalbinin bütün samimiyetiyle teslim olmuştu. Elbette, her şeyini bu îmân ölçüsü içinde değerlendirecekti.

Annesinin yememekte ve içmemekte inad ettiğini görünce yanına vardı ve

"Ey anne," dedi. "Senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen, ben yine dinimde sabit kalırım. Artık ister ye, ister yeme."4

Bu cevap üzerine anne Hamne'nin inadı, Hz. Sa'd'ın hakta sebâtı karşısında eridi; hem yemeğe hem de içmeye başladı. Böylece bir kere daha küfür îmânın, şirk Tevhid'in azameti karşısında ezildi ve mağlubiyetini ilân etti.

Hz. Sa'd ile annesi arasında geçen bu hâdise üzerine Cenâb-ı Hak, Ankebut Sûresinin 8. âyetini göndererek, mü'minlere ebedî bir ölçü verdi:

"Biz insana, anne ve babasına güzel davranmasını emrettik. Eğer onlar, ilâh olduğuna dâir hiçbir delil bulunmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlayacak olurlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır; yaptıklarınızı o zaman ben size haber vereceğim."5

Hamne, oğlunu İslâm'dan vazgeçirmek için bu sefer başka bir yol denedi. Bir gün Hz. Sa'd, evde namaz kılarken, konu komşusunu da çağırdı ve hep beraber kapıyı kapatarak onu evde hapsettiler. Ciğerpâresine eziyet edecek kadar şirkin kalbini katılaştırdığı Hamne, o sırada şöyle bağırıyordu:

"Ya o burada girdiği yeni dini terkeder veya ölür gider!"

Şirk ve dalâletin kalbleri nasıl kararıp merhamet ve şefkatten mahrum hâle getirdiğini, bir annenin öz evlâdına eziyet etmekten çekinmemesinden anlamamız mümkündür!

Hâdiseler, hep Hamne'nin aleyhinde cereyan ediyordu. Çünkü, İslâmiyet'ten vazgeçirmek için çırpınıp durduğu Hz. Sa'd'ın peşini oğlu Amir de takib etmiş ve Müslüman olmuştu...
Büsbütün hırçınlaşan Hamne, bu sefer Amir'in yakasına yapıştı:

"Tuttuğun dini bırakmadıkça, şu hurma ağacının altında gölgelenmeyecek ve yiyip içmeyeceğim!" dedi.

Allah'a îmânın ve Resûlüne tâbi olmanın hadsiz zevkini tadan ve İslâmın emirlerini ihlâs ve samimiyetle yaşayan Sa'd, annesinin bu yeminini duyar duymaz yanına vardı:

"Ey anne," dedi. "Cehennem ateşi durağın oluncaya kadar sakın gölgeleneyim, yiyip içeyim deme."6

Bu hârika îmân, sarsılmaz azim ve irade karşısında anne Hamne'nin elinden susmaktan başka bir şey gelmedi.

Hz. Sa`d`ın Cesareti

Müslümanların, müşrikler tarafından işkence ve eziyet cenderesine alındıkları en çetin bir sırada idi.

Hz. Sa'd, ilk Müslümanlardan bir kaçı ile Mekke'nin Ebû Dübb Vadisinde namaz kılmakta idiler. Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Süfyan birkaç müşrikle yanlarına geldi. Yaptıkları ibâdetin asılsız bir şey olduğunu iddiâya kalkışınca, yaka paça birbirlerine girdiler. Hz. Sa'd, eline geçirdiği bir deve çenesi kemiği ile müşriklerden birinin başını yardı. Bunu gören diğer müşrikler cesaretlerini kaybettiler ve kaçmaya başladılar. Müslümanlar da onları vadiden çıkıncaya kadar kovaladılar.

Böylece Hz. Sa'd, Allah yolunda ilk kan döken Sahabî ünvânını almış oldu. İslâm tarihinde dökülen ilk kan budur.

Aynı zamanda son derece cömert olan Hz. Sa'd bin Ebî Vakkas, Cennetle müjdelenen on Sahabîden biridir. Allah Resûlü zamanında bütün gazâlara katıldı. Uhud Harbinde Fahr-i Kâinata vücudunu siper etti ve müşriklere öylesine ok attı ki, Allah Resûlünün, hiçbir fâniye nasib olmayan şu hitabına mazhar oldu:

"Anam babam, sana fedâ olsun yâ Sa'd, durma at!"7

Hz. Ali der ki:

"Resûlullah (a.s.m.), "Fedâke ebî ve ümmi."8 (Anam babam sana fedâ olsun) cümlesini sadece Uhud günü Hz. Sa'd için söyledi."9

Aynı muharebede, Hz. Sa'd, her ok attıkça, Allah Resûlü, "İlâhi bu senin okundur," diyor ve onun için şöyle duâ ediyordu:

"Allah'ım! Sana, duâ ettiğinde, Sa'd'ın duâsını kabul et. Atışını da doğrult."10

Allah Resûlünün, "Allah'ım, onun duasını kabul et." buyurması sebebiyledir ki, kahramanlığı, cesareti ve ok atmadaki mahareti yanında duâsının kabûlüyle de şöhret bulmuştur. İslâm düşmanları onun kılıç ve okundan korktukları gibi, Müslümanlar da bu sebeple onun duâ oklarından korkarlardı. Onu üzmekten son derece çekinirlerdi.11

İslâma davetin henüz gizli devresinde, ömrünün baharında Müslüman olan Hz. Sa'd, o genç yaşından itibaren bütün ömrünü İslâma hizmette geçirdi. Hz. Ömer devrinde İran'a gönderilen ordunun kumandanlığına tayin edildi ve Kadisiyye Zaferinin kumandanlığını yürüterek, Kisra Ülkesini (İran) fethedip İslâm topraklarına kattı. Bu sebeple ona "İran Fatihi" ünvânı verildi.

Dipnotlar:

1. İbni Esîr, Üsdü'l-Gâbe: 2/292.
2. İbni Hişâm, Sîre: 1/266; İbni Sa'd; Tabakât: 3/139; Taberî, Tarih: 2/216.
3. İbni Hacerî, Tarih, 2:33; İbni Esîr, a.g.e., 2:291.
4. İbn Hacer, İsâbe, 2/31; Halebi, İnsanü'l-Uyun, 1/280.

5. Bu âyet-i kerimenin hükmüne göre; evlâd, anne-babasının ancak İslâmın dışında olmayan meşrû emirlerini yapmakla mükelleftir. Böyle bir itaat evlâd üzerine vâciptir. Aksi halde, yâni anne veya baba, Müslüman evlâdını imanın ve İslâmın dışında bir takım meşru olmayan hareketleri işlemeye emir ve teşvik ederse, bu sefer onlara bu hususta itaat etmemek vâciptir. Çünkü: "Allah'a isyan olacak şeyde, kullara itaat edilmez, emirleri yerine getirilmez." İslâmın bir düsturudur. (Nesefi, Tefsir: 3/251)

6. İbni Esîr, Üsdü'l-Ğabe: 2/292.
7.İbni Sa'd, Tabakat: 3/139.

8. "Fedake Ebî ve Ümmi" tâbiri asıl mânâsında değil, örfî mânasında kullanılır. Bu kelimeler razı olmayı, memnun olmayı ifade eder. Yaptığı tebdile şayan bulunan zatlar, bu kelimelerle medh ve senâ edilirler.

9. Müslim: 7/125.
10. İbni Sa'd, Tabakât: 3/141.
11. Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 149.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun