UMRE SEFERİ

Hicretin 6. senesi, Zilkâde ayı (Milâdî 13 Mart 628)

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gece rüyâsında hiçbir korku ve endişe duymadan, ashabıyla birlikte gidip Kâbe-i Muazzama'yı tavaf ettiklerini, kiminin başını kazıttığını, kiminin de saçını kısaldığını görmüştü.1

Peygamber Efendimiz, bu rüyâsını anlatınca ashab-ı kiram, görülmedik bir sevinç ve heyecan izhar etmişlerdi. Zira, Muhacir Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicretlerinin üzerinden altı yıl geçmişti. Bu altı yıl zarfında büyüklü küçüklü bir çok hadise cereyan etmişti, ama vatanlarının hasreti yine de gözlerinde tütüyordu. Doğup büyüdükleri vatanlarına bir gün tekrar kavuşacaklarını her an hayallerinde yaşıyorlardı. Hasret duydukları belde alelâde bir yer de değildi. Her gün beş vakit namazlarında yöneldikleri Kâbe-i Muazzamanın bulunduğu mübarek bir belde idi.

Resûl-i Ekrem Efendimizin, "Siz muhakkak Mescid-i Haram'a gireceksiniz." müjdesi bu bakımdan Müslümanlar arasında büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Hattâ, hemen o yıl gidip Kâbe-i Muazzamayı tavaf edeceklerini zannettiler ve bunu umdular.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in, bu rüyâsını Kur'an-ı Kerim de bize haber verir.2

Medine'den Hareket

Peygamber Efendimiz, yerine Medine'de Abdullah bin Ümmi Mektum'u bıraktı. Yemen işi giydiği iki elbisesi ile Pazartesi günü yola çıktı. Kendisiyle birlikte hazırlanan Müslümanların sayısı 1.400 idi, kafilede 4 de kadın vardı. Bunlardan biri Efendimizin muhterem hanımları Ümmü Seleme (r.a.) idi. Müslümanlardan sadece 200'ü atlı idi. Yanlarında yolcu silahı olan kılıçtan başka bir silah da bulunmuyordu. Onlar da kınlarında idi. Umre kafilesiyle birlikte ayrıca kurbanlık 70 de deve vardı.3

Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) ashabıyla Zü'l-Huleyfe mevkiine gelmişti. Bu sırada Hz. Ömer huzura çıkıp, 

"Yâ Resûlallah! Seninle harp halinde bulunan bir kavmin üzerine silahsız ve atsız mı gireceksin? Gerektiğinde, onlarla çarpışmak için yanımıza silahlarımızı almayalım mı?" diyerek endişesini dile getirdi. 

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Ben, umreye niyetlenmiştim. Silah taşımak istemem." diyerek, mübârek niyetlerinin muharebe olmayıp, mücerred umre, yani Kâbe-i Muazzamayı ziyaretten ibaret olduğunu ifade buyurdu.

Aynı endişeyi bu sefer Ensarın ileri gelenlerinden Sa'd bin Ubade Hazretleri izhar etti.

"Yâ Resûlallah" dedi, "keşke yanımızda silah taşısaydık. Onların şüpheli bir hareketini gördüğümüz takdirde üzerlerine yürürdük."

Peygamber Efendimizin bu sahabîye de cevabı aynı oldu:

"Ben, silah taşımam. Ben, sadece umreye niyetlenerek yola çıktım."4

Zü'l-Huleyfe, Medinelilerin mîkatı, yani ihrama girme yeridir. Peygamber Efendimiz de burada öğle namazını kıldıktan sonra ihrâma girdi. Yetmiş kadar olan kurbanlık develere de işaret vurdurdu. Müslümanların bir kısmı da burada ihrama girdi.

Peygamber Efendimiz, öğle namazını kıldıktan sonra, kıbleye döndü ve

 "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk! İnnel hamde ven'nimete leke ve'l-mülke lâ şerike leke." 

diyerek telbiye getirdi. Bu ulvî sadâ, her tarafı nuranî bir havaya büründürdü. Sahabîlerin heyecanları zirvedeydi.

Henüz Zü'l-Huleyfe'den ayrılmamışlarken, Resûl-i Ekrem Efendimiz müşriklerin durumunu öğrenmek ve kendi geliş gayesini de bildirmek üzere Büsr bin Süfyan'ı Mekke'ye gözcü olarak gönderdi. Büsr daha önce, Medine'ye Peygamber Efendimizi ziyârete gelmişti. Efendimizin arzusu üzerine kendisiyle birlikte Mekke'ye dönüyordu.

Kureyş Müşriklerinin Kararı

Müşrikler, Peygamber Efendimizin kalabalık bir sahabî topluluğu ile gelmekte olduğunu öğrenmiş ve kat'î karar almışlardı: 

"Muhammed ve beraberindekiler Mekke içine sokulmayacâktır." 

Bunun için, Halid bin Velid emrinde 200 kişilik bir süvari birliğini sür'âtle Kürâü'l-Gamim denilen mevkie göndermişlerdi. Diğer taraftan da Ahabiş kabilelerine ziyafetler vererek, herhangi bir çarpışma ihtimaline karşılık, onları yanlarına almak için bir gayretin içine girmişlerdi.

Müşriklerin bu kat'î karar ve gayretlerini, tecessüs için gönderilen Büsr bin Süfyan gelip Usfan mevkiinde Resûl-i Ekrem Efendimize haber verdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu haberi alınca şöyle buyurdu:

"Yazıklar olsun! Kureyş helâk oldu. Zaten harp, onları yiyip bitirmiştir. Ne olurdu, benimle diğer Arap kabileleri arasına girmeselerdi. Beni onlarla başbaşa bıraksalardı. Onlar beni mağlûp edecek olurlarsa, zaten kendilerinin de istediği budur. Eğer Allah beni onlara galip getirecek olursa ve kendileri de isterlerse toptan İslâmiyete girerlerdi."

"Eğer, böyle yapmazlarsa çarpışmayı göze almışlardır demektir. Heyhâyt! Kureyş müşrikleri kuvvetlerinin çok olduğunu mu zannediyor? Vallahi, Allah'ın tebliği için beni göndermiş olduğu dini hâkim ve üstün kılıncaya kadar, şu başım şu gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla savaşmaktan asla çekinmeyeceğim!"5

Kureyş müşriklerinin karşı koymak için hazırlanmaları, Peygamber Efendimizi fazlasıyla müteessir etti. Birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar bile Haram Aylarda iki kardeş gibi yanyana gelip Kâbe'yi tavaf edebiliyorlardı. Müşrikler buna mani olmuyorlardı. Sadece Peygamberimiz (s.a.v.) ve Müslümanların Kâbe'yi ziyaret etmek gibi masum, ulvî, kudsî ve haklı arzusu karşısında, böylesine menfi bir tavır takınıyorlardı.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in Yol Güzergâhını Değiştirmesi

Resûl-i Ekrem Efendimizin mübârek niyetleri sadece Kâbe-i Muazzamayı ziyaret etmekti. Bunun için herhangi bir çatışmanın çıkmasını istemiyordu. Bu sebepledir ki, Halid bin Velid kumandasında bir Kureyş süvari birliğinin Gamim mevkiine gelmiş olduğunu duyunca, ashabına, 

"Halid bin Velid bir takım süvari ile birlikte gözcü olarak Gamim mevkiinde bulunuyor! Bu bakımdan siz, yolun sağ tarafını tutup gidiniz."

buyurdu ve yol güzergâhını değiştirerek, Müslümanları bir başka yoldan götürdü. Halid bin Velid, İslâm ordusunu uzaktan görünce, derhal dönüp Kureyşlilere durumu haber verdi.

Bu şartlar çerçevesinde Resûl-i Ekrem bir durum değerlendirmesi yapmak istedi. Sahabîleri toplayarak görüşlerini sordu. Onlar fikirlerini şöyle ifâde ettiler:

"Allah ve Resûlü daha iyi bilir. Biz, ancak umre niyetiyle buraya gelmiş bulunuyoruz. Kimseyle çarpışmaya gelmedik. Ama bu niyetimizin gerçekleşmesine mani olmak isteyen çıkarsa, elbette onlarla çarpışırız."

Sahabîlerin bu kararlılığından Peygamber Efendimiz son derece memnun oldu. "Haydi öyle ise, Allah'ın ismi ile yürüyünüz." buyurdu. Sadece Kâbe'yi ziyaret etmek gibi masum ve kudsî bir maksatla yola çıkmış Müslümanlar tekbir ve telbiyelerle Mekke'ye, Kâbe-i Muazzamaya doğru adım adım yol alıyorlardı.

Fâhr-i Âlem Efendimiz (a.s.m.), Kasvâ adındaki devesinin üzerindeydi. Kasvâ, Mekke haremi sınırına girince çökmek istedi. Sahabîler buna mani olmaya çalıştılar. Fakat sonunda Kasvâ galip geldi ve bir adım ileri atmadan Allah'ın hikmetiyle yere çöktü. Kaldırmaya uğraştılar. Fakat bir türlü muvaffak olamadılar.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Onun böyle bir çökme âdeti yoktur. Fakat, bir zamanlar, filin Mekke'ye girmesine mani olan, şimdi de Kasvâ'ya mani oluyor."

"Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki Kureyş, Allah'ın Harem dahilinde yapılmasını haram kıldığı şeylere hürmeti kastederek benden ne kadar çok istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak onlara vereceğim."6

Gerçekten Kasvâ çökmemiş olsaydı, Müslümanlar doğruca Kureyş müşriklerinin üzerine varacaklardı. Bu hâl ise bir çarpışmayı kaçınılmaz duruma getirebilirdi.

Halbuki, Müslümanlar beraberinde sadece kılıç getirmişlerdi. Sair harp silahlarından tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Sayıları da azdı. Buna karşılık Kureyşliler daha tedbirli ve etraftaki kabileleri de yanlarına aldıklarından sayıca daha fazla idiler.

Bütün bunlara rağmen, elbette Müslümanlar çarpışmaktan geri durmayacaklardı. Tek bir kalb halinde çarpan bu bir avuç Müslüman, azlığı ve teçhizatsızlığına rağmen cesareti ve kahramanlığıyla ve Allah'ın da yardımıyla muzaffer de olabilirlerdi. Fakat bu durum, Harem-i Şerife karşı bir hürmetsizlik mânâsını taşıyacaktı. Peygamberimiz (s.a.v.) ve Müslümanlar ise, böyle bir şeyi asla arzu etmezlerdi.

Ayrıca Mekke'de imanlarını gizlemekte devam eden, Müslümanların tanımadıkları kadın erkek bir çok kimse vardı. Çarpışma meydana geldiği takdirde bunlar da arada telef olabilirlerdi.

Kaldı ki, henüz iman etmemiş olan Kureyş ileri gelenlerinden birçok zat, yakın bir gelecekte imana gelip de İslâm dinine büyük hizmet etmeleri ve nice hayırlı evlâd yetiştirmeleri mukadderdi.

İşte, Kasvâ'nın âdeti olmadığı halde, Allah tarafından bir ilhamla çöküvermesi bu gibi hikmet ve inceliklere bir işaretti.

Sahabîlerin bütün gayretlerine rağmen yürümek için yerinden kımıldamayan Kasvâ, Peygamber Efendimizin şevkiyle kalkıp yürüyüverdi. Fakat, Kureyşlilere doğru gitmeyip, başka tarafa saparak, Hudeybiye denilen mevkiin nihâyetindeki suyu çekilmiş bir kuyunun başına indi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Müslümanların da gelip oraya konmasını emir buyurdu.7

On Musluklu Çeşme Gibi

Hudeybiye'de Müslümanların yerleştiği saha susuz bir yerdi. Bu yüzden o gün susuz kalmışlardı. Bir ara Peygamber Efendimizin abdest ibriğinden abdest almak istediğini görünce koşuştular. Resûl-i Ekrem, "Ne oluyor, size?" diye sordu.

"Mahvolduk yâ Resûlallah!" dediler. "Yanımızda senin ibriğindeki sudan başka ne içecek, ne de abdest alacak su var."

Resûl-i Ekrem Efendimiz, elini ibriğin üzerine koydu, "Alınız, Bismillah" buyurdu.

O anda çeşmelerden su akarcasına, mübârek parmaklarının arasından sular fışkırmaya başladı. Müslümanlar, o sudan doya doya içtiler, abdest aldılar ve su kırbalarını ağzına kadar doldurdular.

Resûl-i Kibriyâ Efendimizin bu mucizesini anlatan Câbir bin Abdullah Hazretlerine sonradan, "Kaç kişi idiniz?" diye sorulunca şu cevabı vermişti:

"Eğer, yüz bin kişi olsaydık, yine kâfi gelecekti. Fakat biz, bin beş yüz kadar idik."8

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabıyla Hudeybiye'de bulunurken Huzaa Kabilesi reisi Büdeyl ibni Verkâ, kabilesinden birkaç kişi ile çıkıp huzura geldi. Tihâme kabilelerinden olan Huzaalılar, Cahiliye Devrinde bir husustan dolayı Peygamberimiz (s.a.v.)'in mensub olduğu Benî Haşim ile ittifak etmişlerdi. İslâmiyetin zuhurundan sonra da bu anlaşmaya sadakat göstererek, Peygamber Efendimize taraftarlık göstermekten geri durmuyorlardı. Müslüman olsun, müşrik olsun hepsi Kureyş'in hâl ve hareketlerine dair Mekke'de olup bitenleri Peygamber Efendimize gizlice haber verirlerdi.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in huzuruna çıkan Büdeyl, "Kureyşliler seninle çarpışmaya and içmişlerdir. Beytullahı ziyâret etmene asla müsâade etmeyeceklerdir." dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz geliş maksadını tekrarladı. Şöyle buyurdu:

"Biz, buraya herhangi bir kimse ile çarpışmak için gelmedik. Maksadımız, umre yapmak, Beytullah'ı tavaf ve ziyâret etmektir."

"Harpler, Kureyş'i fazlasıyla yıpratmış, güçsüz hale getirmiş ve birçok zararlara uğratmıştır. Şayet arzu ederlerse, yine kendilerine bir mütâreke müddeti tayin edeyim. Bu müddet zarfında, benden taraf emniyet içinde bulunsunlar."

"Kendileri, benimle sâir halklar arasına girmesinler. Beni onlarla başbaşa bıraksınlar. Eğer ben, o topluluklara galip gelir ve onlar İslâm dinine girerlerse ve eğer, Kureyş müşrikleri de o toplulukların girdikleri dine girmeyi isterlerse girebilirler."

"Şayet ben, zannettikleri gibi, diğer topluluklara galip gelemezsem, o zaman kendileri de rahata kavuşmuş ve kuvvet kazanmış olurlar."

"Eğer, Kureyş müşrikleri bunları kabul etmez ve benimle çarpışmaya kalkışırsa, varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu tebliğ ettiğim din uğrunda başım gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla çarpışacağım! O zaman Allah da, bana yardım edeceği hakkındaki vâdini muhakkak yerine getirecektir."9

Büdeyl, "Ben, senin söylediklerini Kureyşlilere ulaştırırım" diyerek Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanından ayrıldı.

Büdeyl, adamlarıyla Mekke'ye dönüp durumu Kureyşlilere bildirmek istediyse de onlar önce,

"Bizim, ondan gelecek bir habere ihtiyacımız yoktur! Onun bilmesini istediğimiz tek şey vardır: Bizden tek kişi sağ kalıncaya kadar o Mekke'ye giremeyecektir!" dediler.

Sonra büyükleri olan Urve bin Mes'ud araya girdi, "Siz ne diye Büdeyl ve arkadaşlarını dinlemek istemiyorsunuz? Dinleyiniz! Söyleyeceği şey hoşunuza giderse kabul edersiniz, hoşunuza gitmezse reddedersiniz!" dedi.

Bunun üzerine Büdeyl'i dinlediler. Büdeyl, Peygamber Efendimizin geliş maksadını ve yaptığı mütâreke teklifini anlattı.10

Kureyş Elçisi Peygamberimiz (s.a.v.)'in Huzurunda

Kureyşin ileri gelenlerinden biri olan Urve bin Mes'ud Büdeyl'in sözlerini yerinde buldu ve onlara şu teklifte bulundu:

"Doğrusu, Büdeyl size doğruluk ve sulh yolunu göstermek üzere gelmiştir. Siz, onun tekliflerini kabul ediniz. Benim de gidip onunla konuşmama, görüşmeme izin veriniz." dedi.

Kureyş müşrikleri bu sözlerden hoşlanmadılar, "Muhammed'e git! Fakat, kendi görüşünü gelip bize haber verme." diyerek Urve'yi azarladılar.

Buna rağmen Urve, çıkıp Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanına geldi. Müşriklerin hazırlıklarını, Hudeybiye suyu başında beklediklerini ve hiçbir kimseyi Mekke'ye sokmamaya kararlı olduklarını tekrarladı.

Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Ey Urve! Allah için söyle. Şu kurbanlık develerin kurban edilmelerine, şu Beytullahı ziyâret ve tavafa engel olunur mu? Biz çarpışmak için gelmedik. Niyet ettiğimiz umremizi ifâ etmek ve kurbanlık develerimizi kurban etmek arzusundayız."

"Sen, benim âile halkım olan kavmime şunu haber ver: Harp onları yiyip bitirmiştir. Kendileri, aramızda mütâreke ve savaşmaya ara vermek için bir müddet tayin etsinler. Bir de benimle Beytullah arasından çekilsinler. Bıraksınlar umremizi yapalım, kurbanlarımızı keselim."

"Aksi takdirde, yemin ederim ki, Allahü Taâla şu İslâm dinini yeryüzünde yayacağı hakkındaki va'dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden ayrılıncaya kadar, onlarla, çarpışmaktan asla vazgeçmeyeceğim."11

Urve bin Mes'ud, bir taraftan Peygamberimiz (s.a.v.) ile konuşuyor, diğer taraftan sahabîlerin Resûl-i Ekreme karşı davranış ve hareket tarzlarını göz ucuyla süzüyordu. Ashabın Peygamberimiz (s.a.v.)'e karşı son derece hürmetkâr ve kendisine teslimiyet içinde hareket edişlerine hayran kalmıştı.

Kureyş müşriklerinin yanına dönünce, Efendimizin maksadını bildirdikten sonra, hayranlık duyduğu müşâhedelerini anlatmaktan da kendisini alamadı.

"Ey kavmim!" dedi. "Ben birçok hükümdarın huzuruna elçi olarak çıkmış bir kimseyim. Vallahi, ben bunlardan hiçbir hükümdarın adamlarının onları, ashabının Muhammed'e hürmet ettikleri, sayıp sevdikleri gibi görmedim."

"Ashabından herhangi biri ondan izin almadan konuşmuyordu. Muhammed onlara bir şey emrettiği zaman yerine getirmek için âdeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Sahabîleri onun yanında konuşurlarken seslerini alçaltıyorlardı, kendisine olan hürmetlerinden dolayı yüzüne dikkatle bakamıyorlar, gözlerini yere indiriyorlardı.

"Ben öyle anladım ki, bu kavim hiçbir zaman onu yalnız bırakmayacak, onun bir tek kılını bile kimseye teslim etmeyecek, hiçbir kimseyi onun tenine dokundurmayacaktır. Gerisini siz düşünün."12

Sonra da, "O, size bir sulh teklifinde bulunmuştur. Gelin bu teklifi kabul edelim" dedi.

Urve'nin bu teklifi Kureyş ileri gelenleri tarafından hoş karşılanmadı. Hattâ kendisini böyle konuştuğundan dolayı azarladılar. Bu azardan rahatsız olan Urve, kendilerini terk edip Tâif yolunu tuttu.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in Elçisi

Artık her iki taraf karargâh kurdukları yerde müzakereler yapıyor, birbirlerine gönderdikleri karşılıklı elçilerle tekliflerde bulunuyorlardı. Peygamber Efendimiz, geliş maksadını Kureyşlilere bildirmek üzere Huzaâlı Hiraş bin Ümeyye'yi elçi olarak gönderdi. Böylece Hıraş, Resûl-i Ekremin Kureyş müşriklerine gönderdiği ilk elçi oluyordu.13

Hıraş bin Ümeyye, gidip Hz. Resûlullahın geliş maksadını anlattıysa da müşrikler anlamak istemediler. Kendisine kaba davrandılar, devesini boğazladılar, hattâ kendisini öldürmeye bile kalkıştılar. Ancak araya Ahabişliler girince bu hareketlerinden vazgeçtiler. Hıraş bin Ümeyye canını zor kurtararak Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanına döndü ve başından geçenleri haber verdi.

Elçisini öldürmeye kalkıştıkları hâlde Resûl-i Ekrem Efendimiz üzerlerine yürümedi, teenni ile hareket etti. Onlardan yeni teklifler bekledi. Çünkü, onun maksadı kan akıtmak değildi.

Peygamber Efendimizin bütün bu söylenenlere rağmen geri dönmediğini gören Kureyşliler, bu sefer Ahabişlerin reisi Huleys bin Alkame'yi elçi olarak gönderdiler. Efendimiz uzaktan Huleys'i tanıdı. Ashabına, "Bu gelen kurbanlıklara inanç ve saygısı olan bir kavimdendir. Kurbanlık develerin hepsini ona karşı salıveriniz de görsün."14 buyurdu.

Müslümanlar kurbanlık develerini Huleys'e karşı sürüverdiler ve "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk..." diyerek telbiye getirdiler.

Bu ulvî ve ma'sum manzara karşısında Huleys'in gözleri dolu dolu oldu:

"Sübhanallah! Bu muazzam cemaatın, Beytullahı tavaf ve ziyaretten menedilmesi ne kadar çirkin bir harekettir. Kâbe'nin Rabbine andolsun ki, Kureyşliler bu yanlış tutum ve davranışları ile helâk olacaklardır! Halbuki bunlar, umre yapmaktan başka bir maksatla gelmemişlerdir." 

diye bağırmaktan kendini alamadı.

Peygamber Efendimiz, Huleys'in bu sözlerini uzaktan işitti ve, "Evet, öyledir ey Benî Kinane'den olan kardeş." buyurdu.

Huleys'in bu masum ve kudsî manzara karşısında söylenecek başka bir şeyi yoktu. Resûl-i Ekrem Efendimize olan hürmetinden dolayı, yanına gelip konuşmak bile istemedi. Doğruca Kureyşlilerin yanına döndü.

Huleys'in ruh ve kalbini o ulvî manzara öylesine sarmış kucaklamış ve yumuşatmıştı ki, müşriklere açıkça şöyle demekten çekinmedi:

"Ben onu Kâbe'yi tavaftan menetmemizin doğru olmayacağı fikrindeyim."15

Ne var ki, Kureyş ileri gelenleri kendilerinden başka doğru düşünen kimsenin bulunmadığı fikrinde idiler. Huleys'in bu sözleri karşısında şaşırdılar, hattâ hiddete geldiler. "Sen nihâyet bir Arapsın. Cahilliğin ortada! Sus, bu işlere aklın ermez." diyerek hakarette bulundular.

Bu sözler Huleys'i fenâ halde kızdırdı. Resûl-i Ekrem Efendimizi müdafaa sadedinde çekinmeden şöyle dedi: 

"Yemin ederim ki, ya Muhammed'in yapmak istediğine mani olunmayacak veya ben bütün Ahâbişi tek kişi bile bırakmadan alıp gideceğim."16

Fakat, bu tehdit bile Kureyş müşriklerini inatlarından vazgeçiremedi. Bin bir yalan ve dolanla tekrar Huleys'i kandırdılar ve ittifaklarının bozulmasına mani oldular.

İkinci Elçi: Hz. Osman

Elçiler vasıtasıyla görüşmeler devam ediyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz ise, bir an evvel kat'i neticeyi elde etmek istiyordu. Geliş maksadını tekrar Kureyşlilere güzelce anlatmak için bu sefer Hz. Ömer'i göndermek istedi. Hz. Ömer mazeretini bildirdi. Şöyle dedi:

"Yâ Resûlallah! Kureyş reisleri, benim onlara ne derece şiddetli düşman olduğumu bilirler. Korkarım, bana suikastte bulunurlar. Mekke'de kabilemden hiç kimsem yoktur ki, beni himâyesine alsın. Buna rağmen, muhakkak benim gitmemi istiyorsanız, giderim."

Peygamber Efendimiz hiçbir şey söylemeden sustu. Bunun üzerine Hz. Ömer, 

"Bu iş için, Osman bin Affan gitse daha münasip olur. Zira onun Mekke'de aşiret ve akrabası çoktur." teklifinde bulundu. 

Gerçekten de Mekke'nin eşrafından olan Benî Ümeyye hep Hz. Osman'ın amcazadeleri idiler.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Hz. Ömer'in bu teklifini kabul etti. Hz. Osman'ı yanına çağırdı. Ona şu talimatı verdi:

"Kureyşlilere git! Biz buraya hiç kimse ile çarpışmak için gelmedik. Sadece şu Beytullahı ziyaret için gelmiş bulunuyoruz. Yanımızdaki kurbanlık develeri kesip döneceğiz, diye söyle. Sonra da onları İslâmiyete dâvet et."

Peygamber Efendimiz (a.s.m.), ayrıca Mekke'de Müslümanlıklarını gizleyen Müslümanlarla da görüşüp onlara teselli vermesini ve Mekke'nin yakında fetholunup imanlarını gizlemeye ihtiyaç kalmayacağını da onlara haber vermesini Hz. Osman'a emretti.

Hz. Osman, Kureyş müşriklerinin yanına vardı. Peygamber Efendimizin (a.s.m.), geliş maksadını tek tek anlattı. onları İslâma dâvet etti. Fakat bu görüşmeden de bir netice alınamadı. Müşriklerin Hz. Osman'a da cevapları menfi oldu:

"Git! Seni gönderene söyle. O hiçbir zaman Mekke'ye girip, Kâbe'yi tavaf edemeyecektir."

Hz. Osman'la birlikte ayrıca on kadar muhacir Resûl-i Ekremin müsaadesiyle akrabalarını ziyaret maksadıyla gitmişlerdi. Hz. Osman'la birlikte onlar da görüştükleri Müslüman akrabalarına Mekke'nin yakında fethedileceği müjdesini vererek, onları sevindirdiler.

Bu arada Kureyş ileri gelenleri Hz. Osman'a, "Kâbe'yi tavaf etmek istersen, et" dediler.

Hz. Osman, "Hayır," dedi, "Resûlullah (a.s.m.) tavaf etmedikçe, ben de etmem."

Kureyşliler bundan rahatsız oldular. Hattâ hiddete gelerek Hz. Osman'ı bir müddet yanlarında tutup göz hapsine aldılar.

Fakat bu durum, Peygamber Efendimize Hz. Osman ve beraberindeki muhacir Müslümanların müşrikler tarafından öldürüldükleri tarzında ulaştı.17.

Dipnotlar:

1. Sîre, 3:336.
2. Fetih Sûresi, 27.
3. Sîre, 3:322; Tabakât, 2:95; İnsanü'l-Uyûn, 2:690.
4. Taberî, 3:72; İnsanü'l-Uyûn, 2.689.
5. Sîre, 3:321.
6. Sîre, 3:324; Tabakât, 2:96.
7. Sîre, 3:324.
8. Tabakât, 2:98.
9. Taberî, 3:74.
10. A.g.e., 3:74.
11. Müsned, 4:324; Sünen, 3:85.
12. Sîre, 3:328; Müsned, 4:324.
13. Sîre, 3:328; Tabakât, 2:96.
14. Sîre, 3:324; Müsned, 4:324.
15. Müsned, 4:324; Taberî, 3:75.
16. Sîre, 3:326; Taberî, 3:75-76.
17. Sîre, 3:329.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun