AMR BİN ÂS, HÂLİD BİN VELİD VE OSMAN BİN TALHA`NIN MÜSLÜMAN OLMASI

Hicretin 8. senesi, Sefer ayı.

Peygamber Efendimiz'le Müslümanların, Hz. Zeyneb'in vefâtıyla Hicretin sekizinci senesine üzüntülü girmişti. Ancak bu acı olayı, tatlı hâdiseler takib edince, üzüntü ve keder de ortadan kalkıyordu. Bu üzücü hadiseden hemen sonra, Arabın üç meşhur şahsiyeti olan siyaset dâhisi* Amr bin Âs, harp dahisi Hâlid bin Velid ve Osman bin Talha Medine'ye geldiler ve Hz. Resûlullahın peygamberliğini tasdik ederek İslâm dairesine girdiler.

Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Amr bin Âs Hicretin yedinci yılında Habeşistan'da, Habeş Necaşîsinin telkin ve tavsiyesiyle Müslüman olmuş ve orada Peygamberimiz (s.a.v.) adına Necaşîye bîat vemişti.1 Bu gelişi ise, Hz. Resûlullaha bizzat bîat etmek ve Müslüman olduğunu bildirmek içindi.

Necaşînin telkini ile Müslüman olan Arabın siyâset dâhisi Amr bin Âs, Habeşistan'da bundan sonra fazla durmak istemiyor ve Resûl-i Ekreme bizzat bîat etmek üzere Medine yolunu tutuyordu.

Bu sırada Mekke'den yine aynı gayeyle iki kişi daha çıkmıştı: Halid bin Velid ve Osman bin Talha. Kader bu üçünü Hadde denilen mevkide bir araya getiriyordu.

Amr bin Âs, Hz. Hâlid bin Velid'e, "Ey Ebû Süleyman! Nereye ve ne için gidiyorsun?" diye sorarak maksadını öğrenmek istedi. Hz. Hâlid maksadını şöyle anlattı:

"Doğru yol artık apaçık belli oldu. Mesele aydınlığa kavuştu. Bu zât şüphesiz ki peygamberdir. Vallahi, ben hemen gidip Müslüman olacağım. Bundan sonra bekleyip durmam mânâsız. Zâten, aklı başında olanlardan İslâmiyete girmeyen pek kimse de kalmadı."2

Amr bin Âs rahat bir nefes aldı. "Vallahi, ben de Muhammed'in yanına gitmek ve Müslüman olmak istiyorum." diyerek, aynı maksadı paylaştıklarını söyledi. Sonra da hep beraber Hz. Resûlullahın huzuruna çıkıp Müslüman olmak istediklerini bildirmek üzere Medine'ye vardılar.

Bir zamanlar "Bütün Kureyş Müslüman olsa, ben yine Müslüman olacağımı sanmam." diyen, Peygamberimiz (s.a.v.)'in en şiddetli düşmanlarından, hattâ bir ara vücudunu ortadan kaldırma fırsatını bile arayan Amr bin Âs. Yine bir zamanlar, müşrik ordularının başında, Müslümanlara karşı olanca cesaret ve maharetiyle çarpışan, İslâm ordusunun Uhud'da mağlûbiyeti tatmasına sebep olan Hâlid bin Velid ve bir başka şahsiyet Osman bin Talha. Şimdi Bütün kötü niyetlerini bir tarafa bırakarak, hattâ unutarak, geçmişte yaptıklarının mahcubiyeti içinde Resûl-i Kibriyâ Efendimizin huzurunda bulunuyorlardı. Müslümanlarda sevinç dalga dalga idi. Resûl-i Ekremin Müslümanlara söylediği şu idi:

"Mekke ciğerpârelerini kucağınıza attı."3

Manzara ulvî olduğu kadar, ibretli ve ders de verici idi. İslâmın kılıçla, tahakküm ve zorla, tehdit ve korkuyla yayılmadığının, bilâkis ruh ve gönüllere tesir ederek, onları mânen fethederek, kendini onlara beğendirerek intişar etmiş olduğunun açık ve seçik bir ifadesiydi bu kudsî manzara. Savaştan, kılıçtan, kavgadan korkmayan bu bahadırlar, hiçbir korku, hiçbir tehdit ve hiçbir aldatma olmadan, gönüllerinden gelen samimi bir arzu ile Hz. Resûlullahın huzurunda diz çökmüş duruyorlardı.

Gerçi zor ve zulüm ile zahirî bir hâkimiyet, bir tahakküm kısa bir zamanda elde edilebilir. Ama bu hâkimiyet geçici olur, devam etmez, ruh ve vicdanlara da tesir etmez.

En büyük ve devamlı hâkimiyet ise, bütün fikirleri, kalb ve ruhları tesiri altına alarak ve kendini onlara zahiren ve bâtınen beğendirmek suretiyle elde edilen hâkimiyettir. İşte bunu İslâmiyet namına Peygamber Efendimiz (a.s.m.) gerçekleştirmiştir.

Teker Teker Bîat

Önce Halid bin Velid, Peygamber Efendimize (a.s.m.) sadakat elini uzattı ve Müslüman olarak saadet dâiresine girme şerefine erişti. Resûl-i Ekrem, böyle bir bahadırın İslâm'la müşerref olup kendi safında yer almasından dolayı Allah'a hamd ve senâdan sonra Hz. Halid'e şöyle dedi:

"Ben, zaten senin akıllı biri olduğunu biliyordum. Bu akıllılığın seni er geç hayra kavuşturacağını da ümit ediyordum."4

Ancak, Hz. Hâlid, o anda huzurunda bulunduğu Hz. Resûlullaha karşı geçmişte yapmış olduklarından dolayı mahçup ve mahzundu. Utancından başını kaldırıp Efendimize bakamıyordu. Yaptıklarının kalb ve ruhuna yüklediği ağır vebâl yükünü üzerinden atıp, mânen hafiflik ve huzura kavuşturacak bir yol arıyordu. Server-i Kâinat Efendimize bu hâlini şöyle arzetti:

"Yâ Resûlallah! Sana karşı yapılmış olan harblerin hepsinde bulunduğumu biliyorsun. Benim bu husustaki vebal ve günahımın affı için Allah'a dua etsen."

Resûl-i Ekrem, 

"Ey Halid! İslâmiyet kendisinden evvel işlenmiş olan bütün günahları siler, temizler." deyip Hz. Halid'i mânen rahatlattı. Arkasından da şöyle duâ etti:

"Allah'ım, Hâlid'in, kullarını Senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün gayretlerinden dolayı, yüklenmiş olduğu günahlarını affeyle."5

O andan itibaren Hâlid, güç ve kuvvetini ve harp dehasını İslâm dininin yücelip yayılması, Hz. Resûlullahın muhafazası ve Müslümanların huzur içinde yaşayıp çoğalmaları için kullanacak ve bu uğurda gösterdiği kahramanlıklarından dolayı da Peygamber Efendimizden "Seyfullah" (Allah'ın kılıcı)" ünvanını almaya hak kazanacaktır.

Hz. Hâlid bin Velid'den sonra, Peygamber Efendimizle soyu dördüncü dedesi Kusay'da birleşen Osman bin Talha, Müslüman olduğunu ilân ederek Resûl-i Ekreme bîat etti.6

Amr bin Âs'ın Bîatı

Müşriklere birçok siyasî taktik verip öğreten ve Müslümanlara en çok eziyet eden Benî Sehm Kabilesine mensup Amr bin Âs da, mahcup ve o âna kadar yaptıklarının pişmanlığı içinde Peygamber Efendimizin huzurunda bulunuyordu. Utancından başını kaldırıp Efendimize bakamıyordu.7

Kendi tâbiriyle Resûl-i Ekrem Efendimize geçmiş günahlarının ve İslâma karşı yaptıklarının affı şartı ile "şartlı bîat" etmek istiyordu. Peygamber Efendimiz de, "Bîat et ey Amr" dedi ve ilâve etti:

"Şüphesiz İslâm, daha önce olmuş olanları siler, yok eder. Hicret de daha önce olanları siler, yok eder."8

Bu sözler, mahcup mahcup duran Amr'ın gönlünü rahatlattı. Daha dün, Hz. Resûlullaha düşmanlıkta en şiddetliler arasında yer alan Amr; ruh, kalb, akıl ve bütün lâtifeleri iman nuruyla nurlandıktan sonra, 

"İnsanlardan hiçbiri, bana Resûlullah (a.s.m.)'tan daha sevgili ve daha yüce olmamıştır."9 diyecektir.

Hz. Resûlullaha bîat ettikten sonra, Amr bin As (r.a.) Mekke'ye geri döndü.10

Resûl-i Ekrem ilerde göreceğimiz gibi Hz. Amr bin Âs'ı birçok askeri birliklerin başında vazifelendirecek ve Cenâb-ı Hak onun eliyle İslâma birçok zaferler kazandıracaktır. En meşhur fethi de Mısır Fethi olacak; bu sebeple de "Mısır Fâtihi" diye anılacaktır. Şöyle demiştir: 

"Vallahi Müslüman oluşumuzdan beri mühim işlerde Resûlullah Aleyhisselâm, beni ve Hâlid bin Velid'i, ashabının hiçbirinden ayırmadı."11

Dipnotlar:

* Arapların kabul ettiği diğer dâhiler şunlardı: Acele davranmayıp, işlerin neticesini beklemekte ve uslulukta Muâviye bin Ebî Süfyan, ânında karar vermekte Mugîre bin Şu'be, büyük küçük her işte üstün görüşlü olmada Ziyâd bin Ebih.

1. Sîre, 3:290; Taberî, 3:103.
2. Sîre, 3:290; İnsanü'l-Uyûn, 2:778.
3. İnsanü'l-Uyûn, 2:778.
4. Tabakât, 7:395; ibn-i Kesîr, Sîre, 3:453.
5. Tabakât, 7:395; İbn-i Kesîr, Sîre, 3:453.
6. Tabakât, 5:448..
7. ibn-i Kesîr, Sîre, 3:449.
8. Sîre, 3:291; Tabakât, 4:259.
9. Müslim, 1:112.
10. Sîre, 3:291.
11. ibn-i Kesîr, Sîre, 3:449.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun