Mekke'den Medine'ye hicret eden Müslümanlarla Medineli Müslümanlar arasında nasıl bir kardeşlik ve dayanışma bağı kurulmuştur?

Tarih: 02.06.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Allah rızası için her şeyini bırakıp Medine'ye hicret etmiş bulunan Muhacir Müslümanlara, Medineli Müslümanlar muhabbet ve samimiyetle kucaklarını açmışlardı. Ellerinden gelen her türlü yardımı onlardan esirgememişlerdi, esirgemiyorlardı.

Ne var ki, Muhacirler Medine'nin havasına, âdetlerine ve çalışma şartlarına alışkın değillerdi. Mekke'den gelirken de beraberlerinde hiçbir şey getirmemişlerdi. Bu sebeple, Medine'nin çalışma şartlarına ve kendilerine her türlü yardımda bulunduklarından dolayı Ensar adını alan Medineli Müslümanlara ısındırılmaları gerekiyordu.

Nitekim, Medine'ye hicretten beş ay sonra Resûl-i Ekrem, Ensar ile Muhaciri bir araya topladı. Kırk beşi Muhacirlerden kırk beşi de Ensardan olmak üzere doksan Müslümanı kardeş yaptı.

Peygamber Efendimizin kurduğu bu kardeşlik müessesesi, maddî mânevi yardımlaşma ve birbirlerine vâris olma esasına dayanıyor, bu suretle Muhacirlerin yurtlarından ayrılmalarından dolayı duydukları keder ve üzüntüyü giderme, onları Medinelilere ısındırma, onlara güç ve destek kazandırma gayesini güdüyordu.1

Kurulan bu kardeşlik müessesesine göre, Medineli âilelerden herbirinin reisi, Mekkeli Müslümanlardan bir âileyi yanına alacaktı. Mallarını onlarla paylaşacaklar, beraber çalışıp beraber kazanacaklârdı.

Resûlullah Efendimiz, rasgele iki Müslümanı bir araya getirmemişti. Bilâkis, bir araya getireceklerin durumlarını inceden inceye tetkik ederek, uygun bulduklarını birbirine kardeş yapmıştı. Meselâ, Selman-ı Farisî ile Ebu'd-Derdâ, Ammar ile Huzeyfe, Mus'ab ile Ebû Eyyub Hazretleri arasında mizaç, zevk, hissiyât itibarıyla tam bir ahenk vardı.2

Bu kardeşlik sayesinde, Allah ve Resulünün muhabbetinden başka her şeylerini geride bırakmış bulunan Muhacirlerin iâşe ve iskân meseleleri de hâl yoluna girmiş oluyordu. Ensardan herbiri, Muhacirlerden birini evinde barındırıyor, beraber çalışıyor, beraber yiyorlardı. Bu, neseb kardeşliğini fersah fersah geride bırakacak bir kardeşlikti, îmân ve din kardeşliği idi. Medineli Müslümanlar, yâni Ensar, her şeylerini bu garip, bu kederli, bu yurtlarından uzak bulunmanın hüznünü duyan Müslümanlarla paylaşıyorlardı. Medineli biri vefât edince, Muhacir kardeşi akrabalarıyla birlikte ona vâris oluyordu.3

Yine, kurulan bu kardeşlik sayesinde büyük bir içtimâi yardımlaşma da temin edilmiş oldu. Muhacir Müslümanlar, sıkıntıdan kurtuldu. Medineli herbir Müslüman kardeş olduğu Mekkeli Müslümana malının yarısını veriyordu. Muhacir kardeşlerine karşı misafirliğin, cömertliğin, kadirşinaslığın, insanlığın en yüce derecesini göstermekten zevk alıyorlardı.
Medineli Müslümanlar, bunlarla da kalmadılar. Resûlullahın huzuruna çıkarak fedakârlıklarını gösteren şu teklifte bulundular:

"Yâ Resûlallah! Hurmalıklarımızı da Muhacir kardeşlerimizle aramızda bölüştür!"

Ancak, Muhacirler o ana kadar ziraatle meşgul olmamışlardı. Zirâat işlerini pek bilmiyorlardı. Bunun için Peygamberimiz (s.a.v.), Muhacirler namına Ensarın bu teklifini kabul etmedi.

Fakat, Medineli Müslümanlar buna da bir çare buldular. Zirâattan anlamayan Muhacir Müslümanlar, sadece tımar ve sulama işlerini yapacaklar, onlar da ekip biçeceklerdi. Sonunda çıkan mahsul ortadan pay edilecekti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu teklife razı oldu.4

Tarih, bir çok göçlere şahid olmuştur. Ama, böylesine mânâlı, böylesine ulvî bir hicreti, dışardan gelenle yerlileri arasında böylesine birbirlerine canugönülden sarılma, birbirleriyle muhabbetle kaynaşma, birbirleriyle samimiyetle kucaklaşmayı o ana kadar görmüş değildi. Bir daha da göremeyecektir. Bu samimi kaynaşmadan muazzam bir kuvvet doğuyordu. Öylesine bir kuvvet ki, kısa zamanda bütün Arabistan her şeyiyle onlara boyun eğmek mecburiyetinde kalacaktı.

Muhacirler, "Ensar kardeşlerimiz bize mal mülk verdi, iâşemizi temin etti." diyerek boş oturmuyorlardı. Bu, îmânlarından gelen gayrete zıttı. Her biri elinden gelen gayreti göstererek, mümkün oldukça kimseye yük olmamaya çalışıyordu.

Bunun en canlı örneği, Sa'd bin Rebi'nin yaptığı teklife "Cennetle Müjdelenen On Sahabî"den biri olan Abdurrahman bin Avf'ın verdiği cevaptır.

Resûl-i Ekrem tarafından birbirlerine kardeş tayin edilen Sa'd bin Rebi, Abdurrahman bin Avf'a,

"Ben, mal cihetiyle Medineli Müslümanların en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım." demişti.

Büyük Sahabî Abdurrahman bin Avf'ın verdiği cevap yapılan teklif kadar ibretliydi:

"Allah sana malını, hayırlı kılsın. Benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik, içinde alışveriş yaptığımız çarşının yolunu göstermendir."5

Ertesi sabah, Kaynuka çarşısına götürülen Hz. Abdurrahman bin Avf yağ, peynir gibi şeyler alıp satarak ticarete başladı. Resûl-i Ekremin, malının çoğalması ile bereketlenmesi hususundaki duâsına da mazhar olduğundan, çok geçmeden epeyce bir kazanç elde etti ve kısa zamanda Medine'nin sayılı tüccarları arasında yer aldı. Şöyle derdi:

"Taşa uzansam, altında ya altın ya da gümüşe rastladığımı görürüm!"6

Resûl-i Ekrem Efendimizin duâsı bereketiyle fazlaca servet elde eden Hz. Abdurrahman bin Avf, sadece bir defasında 700 deveyi yükleriyle beraber "Fîsebilillah" tasadduk etmişti.

Hz. Abdurrahman gibi birçok Mekkeli Müslüman, Medine'de kendilerine göre birer iş bulmuş ve kendi ellerinin emeğiyle saâdet içinde geçinmeye başlamışlardı.

Mekkeli Müslümanların, Medineli Müslümanlara yük olmayıp, alınlarının teriyle rızıklarını temin ettiklerini Hz. Ebû Hüreyre'nin ifâdelerinden de anlıyoruz. Bir gün kendisine nasıl olup da, diğer sahabîlerden çok daha fazla hadis rivâyet ettiği sorulduğunda, meselemize ışık tutan şu cevabı vermişti:

"Medineli Müslümanlar çiftiyle, çubuğuyla, Muhacirler de çarşı pazarda alışverişle uğraşırken ben, Resûlullahın yanından ayrılmıyordum. Onun söylediklerini dinleyip, ezberliyordum. Onun duâsını almıştım."7

Kardeşliğin Müsbet Neticeleri

Kurulan bu kardeşlik kısa zamanda müsbet neticesini verdi. Cemiyetin muhtelif tabakaları bu kardeşlik sayesinde birbirleriyle kaynaştı. Bu kardeşlik, kabilecilik gurur ve adavetini de ortadan kaldırdı. Bu suretle niyetleri kudsî, gayeleri ulvî, içleri dışları nur, faziletli bir cemiyet meydana geldi.

Bu kardeşliğin diğer bir müsbet neticesi ise şu idi: Peygamber Efendimiz, herhangi bir sefere çıkacağı zaman, kardeşlerden birini beraberinde götürür, diğerini ise her iki âilenin mâişetini temin etmek, idaresini yürütmek için Medine'de bırakırdı. Böylece evleri sahipsiz ve hâmisiz kalmıyordu.

Ensarın, Muhacir kardeşlerine gösterdikleri bu eşsiz samimiyet, misafirperverlik, kadirşinaslık, cömertlik, fedakarlık ve feragâtı Cenâb-ı Hak indirdiği âyet-i kerimesiyle ilân edip bu davranışlarını medhetti:

"Daha önce Medine'yi yurt edinmiş ve îmânı kalblerinde yerleştirmiş olanlara gelince: Onlar, kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şeyden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ihtiraslarından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir."8

Evet, kurulan bu ma'nevi kardeşlik hiç bir milletin tarihinde rastlanmayacak eşsiz bir şeref tablosudur. Bu kardeşlik neticesinde meydana gelen dayanışma, yardımlaşma, hayırseverlik, İslâmın inkişâfa başlaması dönemine rastlamış olması bakımından da oldukça mühim bir tesir icra etmiştir.

"Hiç tereddüt etmeden denilebilir ki, çeyrek asır zarfında İslâm nûrunun âlemin her tarafına yayılması, İran'ın tamamen fethi, Doğu Roma İmparatorluğunun tehdid edilmesi hep bu dinî kardeşliğin resaneti [kuvvet] eseridir."9

Muhacirlerin Kendi Aralarında Kardeş Yapılması

Resûl-i Ekrem ayrıca, Muhacir Müslümanlar arasında da kardeşlik kurdu.

Bir gün, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer elele tutuşmuş geliyorlardı. Bu samimi manzarayı seyreden Peygamber Efendimiz, yanındaki sahabîlere,

"Nebîler ve Resûllerden başka, bütün önceki ve sonrakilerden Cennetlik olanların kemâl çağına erenlerinden iki büyüğüne bakmak isteyen, şu gelenlere baksın."

buyurdu, sonra da onları birbirine kardeş yaptı.

Resûl-i Ekrem, Mekkeli Müslümanları teker teker birbirlerine kardeş yapıyordu. O sırada Hz. Ali çıkageldi. Gözyaşları arasında şöyle dedi:

"Yâ Resûlallah, sen sahabeleri birbirine kardeş yaptın. Benimle hiçbir kimse arasında kardeşlik kurmadın?"

Peygamber Efendimiz, "Yâ Ali, sen dünyada ve Âhirette benim kardeşimsin." buyurarak gözyaşlarını dindirdi.

Dipnotlar:

1. Tabakât, 1/238; Ravdü'l-Ünf, 2/18
2. Tecrid Tercemesi, 7/76; Buhari, 3/67
3. Bu kardeşliğin mirasa ait hükmü Bedir Gâzâsından sonra inen "...hısımlar Allah'ın kitabınca birbirine daha yakındırlar." (Enfal, 8/75) âyetiyle kaldırıldı.
4. Buharî, 3/67
5. Tabakât, 3/125
6. A.g.e., 3/126
7. Tecrid Tercemesi, 7/47
8. Haşr Sûresi, 9
9. Tecrid Tercemesi, 7/77.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun