Mu'te muharebesinden sonra bazı Arap kabileler üzerine düzenlenen Zâtü's-Selâsil Seferi nasıl gerçekleşmiştir?

Tarih: 02.06.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hicretin 8. senesi, Cemâziyelâhir ayı. (Milâdî 629.)

Bazı Arap kabileleri Mü'te Harbinin neticesini Müslümanlar için zahiri bir mağlubiyet ve gerileme olarak değerlendirmiş olacaklar ki, Medine'ye saldırmak maksadıyla bir araya gelmişlerdi. Bunlar, Kudaa, Beliy, Cüzzâm, Lahm ve Âmile adındaki kabilelerdi.(İbni Sa'd, Tabakât, 2/131)

Durumu haber alan Peygamber Efendimiz, derhal Amr bin Âs Hazretlerini yanına çağırdı ve "Ey Amr, silâhını kuşan, yolculuk elbiselerini giy ve hemen yanıma gel!" buyurdular. Amr hemen gidip silahını kuşandı ve sefer elbiselerini de giyerek Efendimizin yanına vardı. Resûl-i Ekrem,

"Ey Amr," dedi, "seni selâmete ve zenginliğe erdirsin diye askeri bir birliğin başında bir yere göndermek istiyor, en iyi dileğimle senin için zenginlik diliyorum."

Hz. Amr, "Yâ Resûlallah, ben zengin olayım diye Müslüman olmadım. Hiçbir karşılık beklemeden ve cihadlara katılıp, zâtınızın yanında bulunmayı arzuladığım için Müslüman oldum." diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz,

"Ey Amr! Zenginliğin faydalısı, insanların hayırlı ve faydalısına ne güzel yaraşır."(Müsned, 4:197) buyurdu.

Resûl-i Ekrem Efendimizin Amr'ı (r.a.) tercih edişinin bir sebebi vardı: O da, Hz. Amr'ın Beliy Kabilesiyle akraba oluşuydu. Baba annesi Beliy Kabilesindendi. Amr'ı göndermekle onları akrabalık noktasından bir derece yumuşatmak ve İslâmiyete ısındırmak istiyordu. Ayrıca Efendimiz, üzerine yürüyeceği kabileleri İslâma dâvet etmesi için de Amr Hazretlerine emir verdi.

Bütün bunlardan sonra Hz. Amr, emrindeki Muhacir ve Ensardan müteşekkil 300 mücahidle Medine'den yola çıktı. Müşrik kabilelerinin toplandığı bölgeye yaklaştığında, fazlaca kalabalık olduklarını gördü. Bunun üzerine ashabdan Rafi' bin Mekîs'i Peygamber Efendimize göndererek acele yardım istedi. Medine'ye gelen bu sahabî durumu Peygamber Efendimize haber verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu istek üzerine Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah kumandasında 200 kişilik bir takviye kuvveti gönderdi. Bunlar arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ensar ve Muhacirin ileri gelenlerinden bir çok kimse vardı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Amr bin As'la buluşup hep birlikte hareket etmelerini ve aralarında anlaşmazlığa düşmemelerini de Hz. Ebû Ubeyde'ye sıkı sıkıya tenbih etti.(İbni Hişam, Sîre, 4:272; İbni Sa'd, Tabakat, 2:131)

Takviye birliği sür'atle yol alarak Hz. Amr'ın yardımına yerişti. Amr (r.a.), Ebû Ubeyde Hazretlerine, "Sizin de kumandanınız benim! Çünkü, Resûlullaha haber gönderip bana yardım etmenizi kendisinden ben istedim." dedi.

Fakat, Ebû Ubeyde Hazretleri kendi birliğine kumandanlık etmek istedi, "Ben, emrim altındaki birliğin kumandanıyım. Sen ise, emrin altındaki birliğin kumandanısın!"(İbni Hişam, Sîre, 4:272; İbni Kesîr, Sîre, 3:517.) karşılığını verdi.

Hz. Amr ise, aynı şekilde, onların da kumandanı olduğunu, imamlığa yetkili olanın da kendisi bulunduğunu ifade etti. Bu küçük münakaşaya Muhacir Müslümanlar da Ebû Ubeyde Hazretlerinin tarafını tutarak katıldılar.

Ebû Ubeyde, Hz. Resûlullahın tenbihini hatırlayınca, münakaşanın uzamasına meydan vermedi ve şöyle dedi:

"Ey Amr! Resûlullah Aleyhisselâmın; Medine'den ayrılırken en son sözü, 'Arkadaşının yanına varınca, birbirinize itaat ediniz, sakın aranızda ihtilafa düşmeyiniz.' emir ve tavsiyesi olmuştur. Eğer sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat ederim."

Böylece başkumandanlık, münakaşa uzamadan Amr bin Âs Hazretlerinde kaldı. Namazı da mücahidlere o kıldırmaya başladı.(İbni Hişam, Sîre, 4:272)

Varılan yerde hava oldukça soğuk ve sertti. Mücahidler ateş yakmak için etraftan odun toplayarak ısınmak istedilerse de kumandan Hz. Amr, buna katiyetle müsaade etmedi. Bu durum, ashabın itirazına sebep oldu. Hz. Ebû Bekir, meseleyi kendisiyle konuşmak isteyince Hz. Amr bin Âs,

"Sen beni dinlemek ve bana itaat etmekle emrolundun, değil mi?" diye sordu. Hz. Ebû Bekir, "Evet!.." dedi.

Bunun üzerine Hz. Amr, "O halde, neye emrolunduysan onu yap."(İnsanü'l-Uyûn, 3:199200.4.İnsanü'l-Uyûn, 3200) dedi.

Hz. Ömer bu sözlere tahammül edemedi ve gidip Hz. Amr'a çatmak istediyse de Hz. Ebû Bekir buna mani oldu ve şöyle dedi:

"Bırak onu, istediğini yapsın. Resûlullah Aleyhisselâm, onu ancak harpteki mahareti dolayısıyla başımıza kumandan tayin etti. Mademki o, şu anda kumandandır, onun işine karışmak doğru olmaz."

Bunun üzerine Hz. Ömer, hiddetini yenip sustu. Aslında Hz. Amr, güzel bir taktik ve tedbir icabı mücahidlerin ateş yakmalarına müsaade etmiyordu. O da şuydu:

Düşman çok, mücahidler ise onlara nazaran sayıca az idiler. Ateş yakıldığı takdirde sayıları ortaya çıkacak ve düşman hiçbir endişe ve korkuya kapılmadan üzerlerine hücum edecekti. Fakat, yakılmadığı takdirde düşman mücahidlerin sayısını tam bilmeyecek ve ihtiyatlı hareket etmek durumunda kalacaktı. Nitekim de aynı durum cereyan etti. Müslümanların oldukça kalabalık oldukları zannına kapılan düşman kuvvetleri, çarpışmayı bile göze alamadan her biri bir tarafa dağıldı. Az sayıda bir birlik karşı koymaya direndi. Ancak onlar da bir müddet sonra mücahidlerin toptan hücumu karşısında dayanamayarak kaçmaya mecbur kaldılar.(İbni Kesîr, Sîre, 3:517)

Harp sanatını iyi bilen komutan Amr (r.a.) kaçanları, mücahidlere bir pusu kurulmuş olabilir ihtimâlini göz önüne alarak takibten vazgeçti. İslâm ordusu gayesine ulaşmış olmanın huzuru içinde Medine'ye döndü.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun