Peygamberimiz'in (s.a.v.) Veda Haccı nasıl gerçekleşmiştir; Veda Hutbesinde ashabına hangi tavsiyelerde bulunmuştur?

Tarih: 02.06.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı
- Peygamberimiz'in (s.a.v.) Veda tavafı ve Medine'ye dönüşü nasıl olmuştur? - Size iki şey bırakıyorum...
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hicretin 10. senesi, Zilhicce ayı. (Milâdî, Mart 632.)

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicretin Onuncu yılının Zilkâde ayında iken hacca hazırlandı. Medine'deki Müslümanlara da haccetmek üzere hazırlanmalarını emir buyurdu. Ayrıca, Medine dışındaki Müslümanlara da bu maksada hazırlanıp Medine'de toplanmaları için haber gönderdi.

Bu haber üzerine, haccetmek arzusunda olan binlerce Müslüman Medine'ye akın etmeye başladı. Çok geçmeden Medine îmân ve İslâmın nuruyla münevver simalarla dolup taştı. Medine etrafında çadırlar kuruldu.

Müslümanlar eşsiz bir bayram sevinci yaşarken, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz de tebliğ ettiği azametli davanın muazzam neticesini görmenin huzur ve saadeti içinde Cenâb-ı Hakka hamd ve şükrediyordu.

Medine'den Ayrılış

Zilkâde ayının çıkmasına beş gün vardı. Günlerden cumartesi idi.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Medine'de yerine Ebû Dücâne es-Sâidî'yi vekil tayin etti.1 Hâne-i Saadetinde yıkandı. Güzel kokular süründü. Yeni elbiseler giydi. Öğleye doğru Hâne-i Saadetinden çıkıp Mescid-i Şerife gitti. Öğle namazını kıldırdı.2

Fahr-i Âlem Efendimiz, etrafını nurânî halkalar hâlinde sarmış olan yüz bini aşkın Müslümanla birlikte Medine'den hareket ederek Zülhuleyfe mevkiine vardı. Geceyi, muazzam, cemaatıyla burada geçirdi.

Ertesi günü, öğle namazını burada edâ ederek ihrama girdi ve herbiri insanlık âleminin birer yıldızı olan sahabîleriyle birlikte Mekke-i Mükerremenin yolunu tuttu.

Fahr-i Âlem Efendimizin beraberinde bütün Ezvâc-ı Tahirat ve hayattaki tek evlâdı Hz. Fâtıma da vardı.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, devesi Kasva'nın üzerinde idi. On binlerce sahabî o Mânevi Güneşin etrafında yörüngelerini kaybetmeyen gezegenleri andırıyordu. Dillerde sadece telbiye vardı:

"Lebbeyk Allahümme Leybeyk. Lebbeyke lâ şerike leke Lebbeyk. İnnelhamde vennimete leke ve'l-mülk. Lâ şerike leke."

Sanki yeryüzü bir ağız olmuş, aynı "telbiye"yi yüzbinler dil ile tekrarlıyordu. Fahr-i Âlem Efendimiz ve sahabîlerin sevinç ve heyecanına âdeta yer ve gök iştirak ediyordu.

Mekke'ye Varış

Tarih: Zilhicce ayının dördü, pazar günü, sabahın erken saatleri.

Fahr-i Âlem Efendimiz, etraftan gelenlerin de katılmasıyla yüz bini aşkın Müslüman hacılarla Mekke'ye üst kısmından, Seniyyetü'l-Kedâ mevkiinden girdi.3 Kâbe-i Muazzamayı görünce,

"Yâ Rabbi! Bu muazzam mâbedin azamet, şeref, keramet ve mehabetini arttır."4 diye duâ etti.

Bundan sonra Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Beytullaha vardı.

Hacerü'l-Esvedi istilâm etti* ve o köşeden Kâbe-i Muazzamayı tavafa başladı. Tavafın ilk üç devresinde adımlarını kısaltıp, omuzlarını silkelemek suretiyle hızlı ve çalımlı bir şekilde yürüdü. Kalan dört devresini ise ağır ağır yürüyerek tavafını tamamladı.

Kâbe'nin etrafını yedi defa dolaşarak tavafı tamamladıktan sonra Makamı İbrahime vardı. Orada iki rekât namaz kıldı.5 Sonra tekrar dönüp Hacerü'l-Esvedi istilâm etti. Bu esnada Hz. Ömer'e,

"Ey Ömer! Sen, güçlü kuvvetlisin. Hacerü'l-Esvede yetişmek için başkasına omuz vurma! İnsanları, güçsüzleri rahatsız etme! Eğer, tenhâ bulursan onu istilâm et! Yok tenhâ bulamazsan, uzaktan el sürüp öpme işareti yap ve kelime-i Tevhid oku, tekbir getir."6 buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in Sa'y Edişi

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bundan sonra Safa Tepesine çıktı. Orada Cenâb-ı Hakka hamd ve şükrünü takdim etti. Buradan inerek Safâ ve Merve arasında yedi kere sa'y etti.

Mina'ya Gidiş

Mekke'de pazar, pazartesi, salı ve çarşamba günleri kalan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, perşembe günü Mina'ya gitti. Öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını orada cemâatla edâ etti. Geceyi orada geçirdi. Zilhicce'nin dokuzu cuma günü sabah namazını edâ ettikten sonra Mina'dan Arafat'a doğru hareket etti.7

Ashab-ı kiramın getirdiği telbiye ve tekbirlerle âdeta yer gök çınlıyordu.

VEDÂ HUTBESİ

Arafat'ta Allah'a hamd ve senâdan sonra hususî olarak o sırada hazır bulunan yüz bini aşkın (120.000) sahabîye, umumî olarak da bütün Müslümanlara, bütün insanlığa değişmez, eskimez ölçüler ihtiva eden şu hutbesini irâd buyurdu:

"Bismillâhirrâhmânirrahîm"

"Ey insanlar!"
"Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım."

"İnsanlar!"
"Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir; her türlü tecâvüzden korunmuştur."

"Ashabım!"
"Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur."

"Ashabım!"
"Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lâkin anaparanız size âittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız."

"Ashabım!"
"Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı, Abdülmuttalib'in torunu İyas bin Rabia'nın kan dâvâsıdır."

"Ey insanlar!"
"Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapılmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız."

"Ey insanlar!"
"Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır."

"Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir." 

"Kadınların da sizin üzerinizdeki haklan, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir."

"Ey mü'minler!"
"Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur'ânı Kerim ve Peygamberinin (a.s.m.) sünnetidir.

"Mü'minler!"
"Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana kardeşinin kanı da malı da helâl olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır."

"Ey insanlar!"
"Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır."

"Babasından başkasına âit soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisâba kalkan köle, Allah'ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğrasın. Cenâb-ı Hak, bu gibi insanların ne tövbelerini ne de adalet ve şehâdetlerini kabul eder."

"Ey insanlar!"
"Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır."

"Âzâsı kesik siyahî bir köle başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz."

"Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz."

"Dikkat ediniz!"
"Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:
- Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
- Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.
- Zina etmeyeceksiniz.
- Hırsızlık yapmayacaksınız."

"İnsanlar 'Lâ ilâhe illallah' deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a âittir."

"İnsanlar!"
"Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?"

Sahabe-i Kiram hep birden şöyle dediler:

"Allah'ın elçiliğini ifâ ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye şehâdet ederiz."

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şehâdet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:

"Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab!"8

Öğle ve İkindi Namazlarının Beraber Kılınışı

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bütün insanlığa en yüksek ve kudsî bir ders olan Vedâ Hutbesini sona erdirdiği sırada Hz. Bilâli Habeşî öğle ezanını okumaya başladı. Resûl-i Ekrem Efendimiz ve ashab-ı kiram, huşu içinde susup ezanı dinlediler. Ezan bitince, Hz. Bilâl kaamet getirdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, o muhteşem cemaata imam olup önce öğle namazını kıldırdı. Sonra yine kaamet getirilerek ikindi namazını kıldırdı. Böylece Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir ezan iki kaametle iki vaktin namazını birleştirdi.9

İlk İşâret

İkindiden sonraydı, vakit akşama yakındı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, devesi Kasvâ'nın üzerindeydi. Bu sırada şu âyet-i kerime nâzil oldu:

"Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmı seçtim."10

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu âyeti okuyunca, ashab-ı kiram son derece sevinip ferah duydular. Sadece biri ağlıyordu: Hz. Ebû Bekir. Sahabîler buna bir mânâ veremediler. Niçin ağladığını sorduklarında, "Bu âyet, Resûlullahın (a.s.m.) vefâtının yakın olduğuna delâlet ediyor. Onun için ağlıyorum."11 cevabını aldılar.

Hz. Ebû Bekir'in söylediği ve anladığı sır doğru idi. Zira bu âyet, Fahr-i Kâinat Efendimizin dünyadan göç etme zamanının yaklaşmış olduğuna ilk işâret idi. Çünkü, teklif ve tebliğ edilmesi gereken şeyler bittiğine göre, teklif ve tebliğ edenin vazifesi de son bulacak demekti.

Aynı sırrı, Hz. Ömer'in idrak ettiğini kaynaklar zikrederler.12

Arafat'tan Müzdelife'ye

Cuma günü, güneş battıktan sonra Fahr-i Kâinat Efendimiz (a.s.m.) devesi Kasvâ'nın üzerinde ve terkisinde Üsâme bin Zeyd ile birlikte, Arafat'tan Müzdelife'ye geldi. Bu sırada akşam namazı vakti çıkmış, yatsı namazı vakti girmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bir ezan iki kaametle önce akşam, arkasından da yatsı namazını kıldırdı.13

Peygamber Efendimiz cumayı cumartesiye bağlayan geceyi Müzdelife'de geçirdi. Cumartesi günü sabah namazını orada edâ ettikten sonra Meş'ar-ı Harama geldi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabına "Cemre'de* atılacak ufak taşları toplayınız." diye emretti ve taşların nasıl atılacağını gösterdi. Sonra Akabe Cemresine birer birer yedi ufak taş attı. Her taş atışında "Allahü ekber" diyerek tekbir getiriyordu. Bu arada ashab-ı kiram da aynı şekilde Cemre taşlarını atıyorlardı.

Peygamberimiz (s.a.v.) Akabe Cemresinde yedi taşı attıktan sonra Mina'ya döndü.

Kurban Kesme

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz oradan kurban kesme yerine gitti. Ömr-ü saadetlerinin her bir senesi için bir kurban olmak üzere altmış üç kurbanı bizzat mübarek elleriyle kesti.14 Saçlarını traş ettirdi. Kesilen saçlarını hatıra olsun diye sahabîlerine birer ikişer dağıttı. Bu da ashabından ayrılığının yaklaştığına işaretti. Ayrıca:

"Ey insanlar! Haccın usûl ve erkânını benden öğrendiniz. Bilmem, ama belki bundan sonra benimle görüşemezsiniz."

buyurarak da bu işâreti kuvvetlendirdi.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in saçının ön kısmı traş edildiği sırada, Hz. Halid bin Velid, "Yâ Resûlallah" dedi, "alnın üzerindeki saçınızdan bana verir misiniz?"

Peygamber Efendimiz onun bu isteğini kabul etti ve kendisine saçının ön kısmından birkaç tel verip hayatında devamlı muzzaffer olması için duâ etti. Hz. Halid, mübârek saçları alıp gözüne sürdü, sonra da külâhının önüne yerleştirdi.

Resûl-i Ekrem Efendimizin o saç ve duâsının bereketi hürmetine Hz. Halid girdiği her harpten muzaffer çıkmıştır. Nitekim kendisi de, "Ben, onu hangi tarafa yönelttimse, orası fetholundu."15 demiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in İfâza Tavafı

Resûl-i Ekrem Efendimiz, kurban bayramının birinci günü öğle vaktinden önce ifâza (ziyâret) tavafını yapmak üzere Kâbe-i Muazzamaya gitti. Müslümanlara da gitmelerini emir buyurdu. Tavafını yaptıktan sonra öğle namazını kıldı. Zemzem Kuyusundan su içti.16

Resûl-i Ekrem Efendimiz o gün akşama doğru Mina'ya döndü.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, kurban bayramının ikinci ve üçüncü günü, güneş batıya doğru eğrildiği zaman yaya olarak Mina Mescidinden sonraki İlk Cemrenin yanına vardı. Oraya birer birer yedi tane çakıl taşı attı. Her birini atarken "Allahü ekber" diyerek tekbir getiriyordu.

Bundan sonra İkinci Cemre, ondan sonra da Cemre-i Akabe denilen Üçüncü Cemre'nin yanına vardı. Her birisine birer birer yedi taş attı. Her birini atarken "Allahü Ekber" diyerek tekbir getiriyordu.17

Muhassab'a Gidiş

Zilhicce'nin on üçü, salı günü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Mina'dan Muhassab denilen taşlık yere gitti. Orada çadırı kurulmuştu. Bu sırada ashab-ı kirama hitaben şöyle buyurmuştu.

"Allah, sözümü güzelce ezberleyip, sonra da onu duymayanlara ulaştıran kimselerin yüzünü nurlandırıp neşelendirsin. Olabilir ki, anlayan kendisinden daha iyi anlayana onu ulaştırır."

"İyi biliniz ki, üç şey mü'min ve Müslümanların kalblerine kin ve kıskançlık sokmaz.

1. Allah'ın rızasını gözeterek ihlâs ile amel,
2.. Müslüman olan âmirlere nasihat ve itaatta bulunmak,
3. Müslüman cemaata îtikâd ve sâlih âmelde tabi olmak."
18

VEDÂ TAVAFI

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz sabah namazından önce, Beytullaha tavaf için gidileceğini Ashab-ı Kirama ilân etti. Daha Sonra Kabe-i Muazzamaya gidip veda tavafını yaptı.19

Zilhicce'nin on dördü, çarşamba günü. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ve ashab-ı kiram, Vedâ Tavafından sonra, Mekke-i Mükerremeden Medine-i Münevvereye doğru yola çıktılar. Gadir-i Hum Vadisinde konakladılar. Efendimiz orada öğle namazını kıldırdı. Namaz bitince ashabına,

"Ey insanlar! Biliniz ki, ben de bir insanım! Çok sürmez yüce Rabbimin elçisi gelecek, beni ebedî âleme çağıracak. Ben de onun dâvetine icâbet edeceğim. Yakında size vedâ edeceğim."

dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Eğer sadâkatle sarılırsanız, sizi doğru yolda muhafaza edecek iki şey bırakıyorum: Onların birincisi Allah'ın Kitabı Kur'an'dır ki, içinde hidâyet ve nur vardır. Ona sımsıkı sarılınız! İkincisi de Ehli Beytim'dir."20 **

Bu sözlerinden sonra Hz. Ali'nin elinden tuttu.

"Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır." buyurdu ve arkasından, 

"Allah'ım! Ona dost olana dost, düşman olana düşman ol!" diye niyazda bulundu.21

Peygamberimiz (s.a.v.)'in (a.s.m.) yakında ebedî âleme göç edeceğini haber veren yukarıdaki sözleri, ashab-ı kiramı hüzne boğdu. Uğrunda canlarını fedâ ettikleri, öz nefislerinden daha çok sevdikleri Kâinatın Efendisi aralarından gidecekti.

Şimdiden âdeta kendilerini bir yetim kabul edip gözyaşları döküyorlardı.

Medine'ye Varış

Medine görününce Peygamber Efendimiz üç defa tekbir getirdi. Sonra âdetleri olan duâyı yaptı:

"Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah tektir, ortağı yoktur. Mülk Onundur. Bütün hamd de Ona mahsustur. O, her şeye kadîrdir."
"Rabbimize yönelici, günahlarımızdan tövbe edici, Rabbimize kulluk, secde ve hamd edici olarak dönüyoruz."
22

Medine'ye girince Efendimiz doğruca Mescid-i Şerife vardı. Orada iki rekât namaz edâ ettikten sonra Hâne-i Saadetine döndü.

Bu, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin ilk ve son haccı oldu.

Dipnotlar:

1. Sîre, 4:248; İnsanü'l-Uyûn, 3:312.
2. Tabakât, 2:173-175; Müsned, 3:110; Zâdü'l-Mead, 3:213.
3. Tabakât, 2:173; Müsned, 2:14; Tirmizî, 3:209.
4. Tabakât, 2:173; ibn-i Kesîr, Sîre, 4:301.
* İstilâm: Hâcerü'l-Esved'e elle dokunmak, yahud onu öpmek, bunlar mümkün değilse, karşıdan el sürmek işareti yapmak demektir.
5. Müsned, 3:320; Müslim, 4:40; ibn-i Mâce, 2:1023.
6. Müsned, 1:28.
7. Tabakât, 2:173; Zâdü'l-Mead, 3:267.
8. Sîre, 4:250-252; Taberî, 3:168-169; Müsned, 1:384, 453, 5:30, 262, 412; Müslim, 4:41-42; ibn-i Mâce, 2:1024-1025.
9. Megazî, 3:1102; Müslim, 4:41; İbn-i Mâce, 2:1025.
10. Mâide Sûresi, 3.
11. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, 2:1569.
12. Taberî, 6:52; İbn-i Kesîr, Tefsir, 2:13.
13. Buharî, 2:177; Müslim, 4:42; Ebû Davud, 2:191.

* Cemre, kendisi ile teyemmüm etmek caiz olan küçük taş veya toprak parçaları veyahut da taş demektir. Minâ'da üç küçük taş kümesi vardır: Cemre-i Ulâ, Cemre-i Vusta ve Cemre-i Akabe.

14. Müslim, 4:42; Zâdü'l-Mead, 1:275.
15. Üsdü'l-Gâbe, 2:111.
16. Tabakât, 2:182; Müslim, 4:42-43; İbn-i Mâce, 2:1026.
17. Müsned, 2:152; Nesâî, 4:276-277.
18. Müsned, 4:80-82; ibn-i Mâce, 2:1016.
19. Buharî, 1:82.
20. Müsned, 4:367.

* * Resûl-i Kibriyâ Efendimizin, biz Müslümanlara bıraktıkları arasında ikinci olarak Ehli Beyt'ini zikretmesi mânidardır. Bunu nasıl anlamak gerekir?

"Resûl-i Ekrem (a.s.m.) gayb-âşina nazarıyla görmüş ki; âl-i Beyt'i, Âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nûraniye hükmüne geçecek, Âlem-i İslâmın bütün tabakatında, kemâlâtı insaniyye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zâtlar, ekseriyeti mutlaka ile Âl-i Beytten çıkacak. Yâni, nasıl ki, milleti İbrahimiyede ekseriyeti mutlaka ile nurâni rehberler Hz. İbrahim Aleyhisselâmın âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (a.s.m.) vezaif-i azime-i İslâmiyette ve ekser turûk ve muâlikinde Enbiya-i Benî İsrail gibi, Aktab-ı Âl-i Beyti Muhammediyyeyi (a.s.m.) görmüş. Onun için, "Kul la es'elüküm aleyhi ecren ille'l-meveddete fılkûrba" demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş. Bu hakikatı te'yid eden diğer rivâyetlerde ferman etmiş: 'Size, iki şey bırakıyorum, onlara temessük etseniz, necât bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim.' Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbâı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir."

"İşte bu sırra binâendir ki; Kitab ve Sünnete ittibâ ünvânıyla bu hakikat-ı hadisiyye bildirilmiştir. Demek, Âl-i Beytten, vazife-i Risâletçe muradı: Sünneti Seniyyesidir. Sünneti Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz."

"Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki; Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini [çoğalacağını> izni İlâhî ile bilmiş ve İslâmiyet za'fa düşeceğini anlamış. O halde gayet kuvvetli ve kesretli bir cemâati mütesanide lâzım ki, Alemi terakkiyat-ı mânevîyesinde medar ve merkez olabilsin. İzni İlâhi ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş."

"Evet, Âl-i Beytin efrâdı ise, i'tikad ve iman hususunda sâirlerden çok ileri olmasa da, yine teslim ve iltizam ve tarafgirlikle çok ileridirler. Çünkü; İslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyetten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık; zayıf ve şânsız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikata taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu, bilbedâhe hisseden bir zât, hiç taraftarlığı bırakır mı? Âl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî islâmiyet cihetiyle Din-i islâm lehinde ednâ bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünkü, fıtrî taraftardır. Başkası ise, kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder.' (Bediüzzaman Said Nursî, Lem'alar, s. 19-20.)

21. Müsned, 4:281, 368, 370; Tirmizî, 5:633.
22. Müsned, 4:187-189; Ebû Davud,3:91.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun