Kehf Sûresi 17. ayette; "Allah kime hidâyet verirse doğru yolda olan odur; kimi de hidâyetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkânı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın." deniliyor. Burada Allah' ın insanı zorlaması söz konusu mu?

Tarih: 04.02.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı
Neden kimi insan inanır kimi ise inanmaz? Kimin inançlı olacağını kim, Allah mı belirliyor?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu soruda iki şık var: Birincisi Cenâb-ı Hak külli irâdesiyle nasıl diliyorsa, öyle mi oluyor; yoksa insan kendi iradesiyle mi yapıyor? Bu sorudaki âyet şöyledir:

"Men yehdillâhu felâ mudille leh. Ve men yud'lil felâ hâdiye leh: AIlah (C.C) bir kimseyi hidayete erdirirse kimse onu saptıramaz. O kimi de dalâlete iterse, kimse onu hidayete getiremez."(Kehf, 18/17)

Mânâ olarak, hidayet; doğru yol, rüşd, peygamberlerin gittiği istikâmetli olandır. Dalâlet ise, sapıkların yolu; doğru yolu kaybetme ve istikametten ayrılma demektir.

Dikkat edilirse, bunların her ikisi de birer iş, birer fiildir. Ve insana ait yönü ile birer ufûle, birer fonksiyondur. Bu îtibarla, bunların her ikisini de Allah'a vermek gereklidir. Arzettiğimiz gibi, her fiil Allah tarafından yaratılmaktadır. Allah`ın tasarrufu dışında olan hiçbir fiil gösterilemez. Dalâleti (yoldan çıkmayı), "Mudil" isminin gerekçesiyle yaratan, hidâyeti (doğru yola ulaşmayı), "Hâdi" isminin tecellisine bağlayan ancak Allah (C.C)'dir. Evet, ikisini veren de Hak'tır.

Ama, bu demek değildir ki; kulun hiçbir müdahalesi, alakası olmadan, Allah tarafından zorla yoldan çıkarılıyor veya hidâyete, yani doğru yola sevk ediliyor da, o da ya dâll (sapık) veya râşid (dürüst) bir insan oluyor.

Bu meseleyi kısaca şöyle anlamak da mümkündür: Hidâyete ermede veya dalâlete düşmede, işlenen bir fiil ne kadarsa; meselâ, bu iş on ton ağırlığında bir iş ise, bunun onda birini dahi insana vermek hatadır. Hakiki mülk sahibi Allah'tır ve o iş mutlaka mülk sahibine verilmelidir.

Bunu bir örnekle izah edecek olursak:

Allah hidayet eder ve hidayetinin vesileleri vardır. Camiye gelmek, nasihat dinlemek, fikirlerini nurlandırmak, hidayetin birer yoludur. Kur'ân-ı Kerim'i dinlemek, mânâsını araştırıp derinliklerine nüfuz etmek de hidâyet yollarındandır. Resûl-i Ekremin (S.A.V) huzuruna gitmek, ders verirken önünde oturmak, onu can kulağı ile dinlemek; veyahut, bir İslam aliminin dersini dinlemek, onun cenneti andıran iklimine girmek, onun gönülden ifâde edilen sözlerine kulak vermek ve ondan gelen tecellîlere gönlünü ayna yapmak, hidâyet yollarından birer yoldur. İnsan bu yollarla, hidâyete yakınlamış olur. Evet, câmiye geliş küçük bir yakınlaşma olsa da Allah (C.C) camiye gelişi hidâyete vesile kılabilir. Hidâyet eden Allah'tır; fakat, bu hidâyete ermede Allah'ın kapısını, "kesb" ile yani istemek fiiliyle döven/çalan kuldur.

İnsan, meyhâneye, puthâneye gider; böylece "Mudill" isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve "Beni saptır" demiş olur. Allah da isterse onu saptırır. Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz. Dikkat buyurulursa, insanın elinde o kadar cüzi bir şey vardır ki, bu ne o hidâyete ne de dalâlete hakiki sebep olacak mahiyette değildir.

Şöyle bir misâl arz edeyim:

Siz, Kur'ân-ı Kerim'i ve vâz u nasihatı dinlediğiniz, keza, ilmî bir eser okuduğunuz zaman, içiniz nûra gark olur. Halbuki bir başkası minarenin gölgesinde ezân-ı Muhammedi'yi duyarken, vâz u nasihati işitirken, hatta en içten dualara kulak verirken rahatsız ve tedirgin olur da; "Bu çatlak sesler de ne?" diye ezanlar hakkında şikayette bulunur.

Demek oluyor ki; hidâyet eden de dalâleti veren de Allah'tır (C.C). Ama bir kimse delâletin yoluna girdiyse, Allah (C.C) da, binde 999,9 ötesi kendisine ait işi yaratır; -tıpkı düğmeye dokunma gibi- sonra da insanı, dalâlete meyil ve arzusundan ötürü ya cezalandırır veya affeder.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun