Nisa Sûresi, 28. ayette; "İnsan zayıf yaratıldı." buyurulmaktadır. Bu ayeti nasıl anlamalıyız?

Tarih: 04.02.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İnsan, zaafları olan bir varlıktır. Kur’an, şu ayetiyle bu gerçeği bildirir:

“... İnsan zayıf yaratıldı.”(Nisa, 4/28)

Bu zayıflık, daha dünyaya gelir gelmez kendini göstermeye başlar. Diğer canlıların yavruları kısa zamanda hayata uyum sağlayıp, kendi başlarına hayatlarını devam ettirebilecek seviyeye ulaşırlar. İnsan yavrusu ise, bir-iki yılda ancak ayağa kalkar. 15-20 yılda ancak bir kısım fayda ve zararları öğrenir. Ömrü boyunca da hayat kanunlarını öğrenmeye muhtaçtır.

Ayrıca, insan çok hassas bir canlıdır. Ne fazla sıcağa gelebilir ne fazla soğuğa... Ne açlığa dayanabilir ne susuzluğa... Bir mikrop onu yere serer. Bir kuyruklu yıldız onu ürkütür. Geçmişi düşünür, üzülür. Geleceği düşünür, endişe eder. Emelleri ebede uzanır.

Bir de ”beşeri zaaflarımız” vardır. Bu zaaflar, birtakım huy ve karakterlerimizdir. Bunlardan bir kısmını şu şekilde ele alabiliriz:

1. Nisyan (Unutkanlık)

İnsan, nisyana müpteladır. Her insanın hayatında pek çok nisyan örnekleri vardır. İlk insan Hz. Âdem de aynı nisyanı yaşamıştır. Ayet bunu şöyle anlatır:

“Doğrusu daha önce Âdem’den ahid almıştık da unuttu...” (Taha, 20/115)

Hz. Âdem’e, yasak ağaca yaklaşmaması emredilmiştir. Şeytanın vesvesesiyle yaklaşır ve o ağaçtan yer. Bunun sonucunda dünyaya gönderilir. (Bakara, 2/35-37)

Hz. Âdem’in tabiatı aynen Âdemoğullarında da vardır. Nisyanın en kötüsü, insanın kendini unutması, ne için yaratıldığını aklına getirmemesidir. Buna, gaflet denir. Cenab-ı Hak, bazı musibetlerle insanı gaflet uykusundan uyandırır. Onu, yaratılış gayesine yöneltir. Fakat pek çok insan yine unutur. Kur’an, bu hâli şöyle bildirir:

“İnsana zarar dokunduğunda gerek yatarken, gerek otururken, gerek ayakta iken bize dua eder durur. Fakat ondan zararı giderdiğimizde, daha önce o zarar için bize dua etmemiş gibi, geçer gider...”(Yunus, 10/12)

2. Harislik ve Cimrilik

Beşeri zaaflarımızdan biri de mala düşkünlüktür. Kur’an, bu hususu şöyle haber verir:

“İnsan helu’ (haris ve cimri) yaratıldı. Kendisine bir zarar dokunduğunda feryadı basar. Bir hayır dokundu mu ( yoksullara) yardım etmez (sıkı sıkı tutar)...”(Mearic, 70/19-21)

“Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, ikinci bir vadi dolusu altını ister...” (Müslim, Zekat, 117)

hadisi, bu beşeri zaafımıza dikkat çeker. Bebeklerde bile aynı tabiatı görmek mümkündür. Onun elindekini almak çok zordur, ama sizin verdiğinizi hemen alır.

3. Acelecilik

İnsan, aceleci bir varlıktır. Bir anda neticeye ulaşmak ister. Ahiret saadetini dünyada tatmaya çalışır.

“'Ya Rabbena! Bize dünyada ver.’ der. Bu kimsenin ahirette bir nasibi yoktur.” (Bakara, 2/200)

Halbuki, bu dünya sabrı ve sebatı gerektirir. Asıl olan dünya mutluluğu değil, ahiret saadetidir. Ahiretin elmaslarını, bu dünyanın cam parçalarıyla değiştirmenin bir anlamı yoktur. Sonsuz hayata nispetle bu kısa hayat, bir an gibidir. Fakat insan, ahireti bilmediğinden bütün himmetini dünyaya sarf eder. “Hayat ancak bu hayattır.” deyip, onun lezzetlerini elde etmeye çalışır. Kur’an'ın bildirdiği gibi,

“İnsan çok acelecidir.” (İsra, 17/11)

4. Övülmek

Hemen her insan övülmeyi sever. Yaptığını sever, beğenir. Halbuki, övündüğü şeylerde kendisinin hissesi pek azdır. Mesela, sesinin güzelliğiyle iftihar eder. Halbuki, Allah ona böyle bir ses vermeseydi, elinden hiçbir şey gelmezdi.

Kur’an-ı Kerim, bu meselede şu hatırlatmayı yapar:

“Yaptıklarıyla gururlanan ve yapmadıklarıyla övülmeyi sevenlerin, azaptan emin bir yerde bulunduklarını zannetme!”(Âl-i İmran, 3/188)

Ayette reddedilen iki durum vardır:

1. Yaptığıyla gururlanmak.
2. Yapmadıklarıyla övülmekten hoşlanmak.

Halbuki insan, kendini methetmek için değil, Allah’a hamd etmek için yaratılmıştır.

5. Hizmette İhmal

İnsanın tabiatında hizmetten kaçmak, ücrete koşmak vardır. Bir iş yapılacağı zaman kimse ortalıkta görülmek istemez. Fakat ücret ve mükafat zamanında, herkes talip olur. Kur’an'da zikredilen şu olay, buna güzel bir örnektir. Şöyle ki:

Peygamberimiz, 1.400 sahabeyle umre niyetiyle Mekke’ye doğru yola çıkar. O zaman Mekke henüz müşriklerin idaresindedir. Bir savaş çıkabileceği endişesiyle, bir kısım bedevi insanlar sefere katılmazlar; sudan bahanelerle geri kalırlar. Fakat aynı insanlar, Hayber ganimetleri için yola çıkıldığında orduya katılmak isterler. Cenab-ı Hak, onların bu sefere katılmalarını men eder. (Fetih, 48/11-15)

6. Bahanecilik

Müsbet alanlarda bir varlık gösteremeyenler, birtakım bahanelerle kendilerini avuturlar. Nedense kendi kusurlarını görmek istemezler. Mesela, Hudeybiye Seferine katılmayan bir kısım bedevilerin bahanelerine bakalım:

'Mallarımız, ailelerimiz bizi alıkoydu. Bizim için mağfiret dile.’ diyecekler. Onlar, ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlar...” (Fetih, 48/11)

“Suçun sahibi olmaz” derler. Halbuki,

“Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur.” (Nursi, Lem’alar, 84.)

Kusurunu gören, o kusurdan kurtulmaya çalışır.

İşte, insanın mahiyetinde böyle nice zaaflar vardır. Bu zaaflar, aslında insanın manevi terakkisinde mühim birer esastırlar. Meleklerde böyle zaaflar olmadığından, onlarda mücadele de yoktur. Mücadele olmayınca, terakki de söz konusu değildir.

İnsanın meleklere üstünlüğünün mühim bir sırrı, bu zaaflarında gizlidir. Fıtraten cimri bir insanın, nefsini aşarak cömertlikte bulunması, elbette kolay bir şey değildir. Nefsini medhe meyilli bir kişinin, “Bütün medih ve muhabbet Allah’adır. Bütün iyilikler, güzellikler O’ndandır.” diyebilmesi şüphesiz az bir hüner değildir.

Bu zaaflar aşılmayacak zaaflar değildir. Zira,

“Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez.” (Bakara, 2/286)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun