Mehdîyim diye ortaya çıkanlar oluyor. Bunlara karşı tavrımız ne olmalıdır? Mehdî, Mehdîlik dâvâsında bulunacak mıdır?

Tarih: 14.06.2007 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

"Siyasî, dinî, millî, ticarî, pek çok menfaatler uğrunda bindörtyüz küsür senedenberi Mehdî'den ve Mehdîlikten meded uman nice liderler, şarlatanlar, ihtilâlciler, akıl hastaları ve onlara kananlar görüldü."(1)

Bunlar doğru. Ancak "Mehdîlik istismar ediliyor" diye Mehdîlik inancına karşı delil getirmeye çalışmak doğru olamaz. Hangi mesele vardır ki istismar edilmemiş olsun veya kapısı istismara açık olmasın. En sağlam delillere dayandığı halde peygamberliği bile istismara kalkanlar olmamış mıdır? Daha Asr-ı Saadetteyken Müseylimetü'l-Kezzab, Esved el-Ansî gibi kimseler peygamberlik iddiasında bulunabilmişlerse, hatta ve hattâ geçmişte nemrut ve firavun gibi şahsiyetler ilâhlık dâvâsına kalkabilmişlerse, mehdîlik konusunun da istismarı önlenemez. Ancak bu noktada yapılması gereken, herşeyi yerli yerine oturtmak, dinin tavsif ettiği gibi anlatmak, doğru olanı gösterebilmek olmalıdır. İlim adamına düşen de budur. O zaman istismarların hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayacaktır.

İşte meseleyi yerli yerine oturtamama, hadisleri anlaşılması gerektiği gibi anlayamama sonucunda, ya rivayetleri olduğu gibi alıp inkâra kalkma veya âdetullaha, fıtrat kanunlarına ve imtihan sırrına ters düşer bir tarzda Deccal, Mehdî ve İsa Aleyhisselâmı bekleme gibi yanlışlıklar kaçınılmaz oluyor. Bu gerçeği şu satırlar ne güzel anlatır:

"'Âhirzamanda Hz. İsa Aleyhisselâmın nüzûlüne ve Deccalı öldürmesine ait ehadis-i sahihanın (sahih hadislerin) mânâ-yı hakikileri anlaşılmadığından, birkısım zâhirî ulemâlar, o rivayet ve hadislerin zâhirine bakıp şüpheye düşmüşler. Veya sıhhatini inkâr edip veya hurafevârî bir mânâ verip âdetâ muhal (imkânsız) bir sûreti bekler bir tarzda, avam-ı müslimîne zarar verirler. Mülhidler (dinsizler) ise, bu gibi zâhirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek, hakàik-ı İslâmiyeye (İslâm hakikatlerine)tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar."(2)


Öyleyse bu müteşâbih hadislerin gerçek tevilleri ortaya konmalıdır.

Doğru bir Mehdî inancı

Her şeyin yanlışı zararlı, tehlikeli olabileceği gibi yanlış bir Mehdî inancı da birçok sıkıntılara, zararlara sebep olabilmektedir. Bu böyle diye doğrusunu da öğrenmekten kaçınılamaz. Doğru, aşırılıklardan uzak olandır. Buna, İstanbul'un fethi sırasında yaşanan şu olay ne güzel bir örnektir: Fatih, tahta çıkışının birinci yılında Edirne'de devlet adamlarıyla ünlü âlimlerini toplar ve onlarla çocukluğundan beri rüyalarına giren İstanbul'un fethi meselesini istişare ediyor. Fakat toplantıya katılanlar bir türlü fetih harekâtına girişilmesine yanaşmamaktadırlar. Gerekçe olarak da, İstanbul fethinin ancak Hz. Mehdî'ye nasip olacağını ileri sürmekteler. Akşemseddin duruma hemen müdahale ederek şu izahı getirir: "İstanbul'u evvelâ Sultan Mehmed Han fetheyleyecektir. Daha sonra Frenkler alacaklar, Mehdî işte onlardan İstanbul'u kurtaracak, fetheyleyecektir."
Daha sonra münakaşalar, mübaheseler yapılır, Fatih de Akşemseddin'i haklı bularak İstanbul'un fethi hazırlıklarına başlar.(3)

Bu örnekte de görüldüğü gibi birşeyin yanlışını savunmak başkadır, doğrusunu bilmek, savunmak daha başkadır. Yanlış yapılır endişesiyle doğrudan vazgeçilmez. "Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata fedâ edilmez."(4)

Bazı ehl-i takvânın mehdîliği kabullenmeleri

İstismarcılar bir yana, bazı ehl-i takvâ insanların da mehdîlik dâvâsına kalktıklarını, bir kısmının sükûtî de olsa kabullendiklerini görüyoruz. Bunun sebebi ne olabilir?

Bu soruya Mektûbât'ta şöyle cevap verilir:

"Ben müteaddit insanları gördüm ki, bir nevi mehdî kendilerini biliyorlardı ve 'Mehdî olacağım' diyorlardı. Bu zâtlar yalancı ve aldatıcı değiller. Belki aldanıyorlar. Gördüklerini hakikat zannediyorlar. Esmâ-i İlâhînin nasıl ki tecelliyâtı, Arş-ı Âzam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmâya mazhariyet de, o nisbette tefâvüt eder; öyle de, mazhariyet-i esmâdan ibaret olan merâtib-i velâyet dahi öyle mütefâvittir.

Şu iltibasın (karıştırmanın) en mühim sebebi şudur: Makàmat-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdî vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve kutb-u âzama has bir nisbeti göründüğü ve Hazreti Hızır'ın bir münasebet-i hassası olduğu gibi bazı meşahirle (meşhur evliyalarla) münasebattar bazı makàmât var; hattâ o makamlara, 'makam-ı Hızır,' 'makam-ı Üveys,' 'Makam-ı Mehdiyet' tabir edilir.

İşte bu sırra binâen, o makama ve o makamın cüz'î bir nümûnesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebettar zâtlar zannediyorlar. Kendini Hızır telakkì eder veya Mehdî itikad eder veya kutb-u âzam tahayyül eder. Eğer hubb-u câha tâlip enaniyeti yoksa, o halde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla dâvâları şatahât sayılır; onunla belki mes'ûl olmaz. Eğer enâniyeti perde ardında hubb-u câha müteveccih ise, o zât enaniyete mağlûp olup, şükrü bırakıp fahre girse, fahirden git gide gurura sükût eder; ya divanelik derecesine sükût eder, veyahut tarik-i haktan sapar. Çünkü, büyük evliyayı kendi gibi telakkì eder, haklarındaki hüsn-ü zannı kırılır. Zira nefis ne kadar mağrur da olsa, kendisi, kendi kusurunu derk eder. O büyükleri de kendine kıyas edip, kusurlu tevehhüm eder. Hattâ enbiyalar hakkında da hürmeti noksanlaşır.

İşte bu hale giriftar olanlar, mizan-ı Şeriatı elde tutmak ve usûlü'd-din ulemâsının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek ve İmam-ı Gazzalî ve İmam-ı Rabbanî gibi muhakkikîn-i evliyânın tâlimâtlarını rehber etmek gerektir; ve dâima nefsini ittiham etmektir; ve kusurdan, acz ve fakrdan başka nefsin eline vermemektir. Bu meşrepteki şatahât (mânevî sarhoşluk), hubb-u nefisten neş'et ediyor. Çünkü, muhabbet gözü, kusuru görmez. Nefsine muhabbeti için, o kusurlu ve liyakatsız bir cam parçası gibi nefsini, bir pırlanta bir elmas zanneder.
"(5)

Mehdî, Mehdîlik dâvâsında bulunacak mıdır?

Hayır. Mehdî açıkça, “Ben Mehdîyim. Allah tarafından görevlendirildim. Bana uyun” diye ortaya çıkmaz. Bunu söylemekle görevli de değildir. O, ancak eser ve hizmetleriyle tanınır.

Hz. Mehdî'nin, "Kendisini Mehdî olarak îlan edeceğini kabul etmemekteyim" diyen Mevdûdî, peygamberler dışında kimsenin bir iddiâ hakkına sahip olmadığını, dolayısıyla Hz. Mehdî'nin, “Ben Mehdî'yim” diye ortaya çıkmayacağını, Mehdîliğin iddiâyı değil, icraatı tazammun ettiğini belirtmekte ve peygamberlik ölçülerine göre hilafeti tesis edecek olan Mehdîyi ancak insanların eserleriyle tanıyabileceklerini de söylemeyi ihmal etmemekte ve sonra da görüşlerini şöyle dile getirmektedir:

Kanaatime göre Mehdî de, diğer inkılabçı liderler gibi sert mücadele ile yolu üzerindeki mûtad engellere karşı koyma zorunda kalacaktır. Saf İslâm esası üzerine yeni bir fikir ekolü vücuda getirecek ve halkın zihniyetini değiştirecek, ilmî ve siyasî mahiyette kuvvetli bir harekete girişecektir. ‘Cahiliye’ onu parçalamak üzere bütün kuvvet ve kudretini bir araya toplayacak, fakat âkibette “Cahiliyye” mağlup edilecek ve kuvvetli bir İslâm devleti kurulacaktır.”(6)


------------------------
(1) Prof. Dr. Avni İlhan, Mehdilik. (İstanbul: Beyan Yayınları, 1993), s. 181-182.
(2) B. Said Nursî, Kastamonu Lâhikası (Germany: 1994), s. 53.
(3) Hüseyin Enisî, Menakıb-ı Akşemseddin, v. 9a-10b. Süleymaniye Kütüphanesi (Hacı Mahmud Efendi Bulümü, no. 4666'dan naklen, Müneccimbaşı Tarihi, İsmail Erünsal Tercümesi, I:258. sayfadaki dipnotu.)
(4) Nursî, Mektûbât, s. 459.
(5) Nursî, Mektûbât, s. 431, 432.
(6) Mevdûdî, İslâmda İhya Hareketleri, s. 47-48.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun