Muska da sihre benzemez mi?

Tarih: 19.08.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Ayette sihrin faydası da olduğu söyleniyor...

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle sihrin, dua ile hiç bir ilgisi yoktur. Biri haram ve büyük günahtır, hatta insanı şirke sokabilir; diğeri ise ibadettir, kulluktur. 

1. Bakara Suresi'nde sihirden bahsedilirken, onun herhangi bir faydasından söz edilmemektedir. Bilakis  orada sihir öğrenenlerden bahsedilirken, açıkça sihrin zararlı ve de faydasız bir şey olduğuna dikkat çekilmiş ve -mealen- “Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı.” ifadesine yer verilmiştir. İlgili ayetin meali şöyledir:

"Onlar, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurduğu şeye uydular. Oysa Süleyman hiçbir zaman kâfir olmadı. Fakat insanlara büyüyü ve Babil’de Hârut ile Mârut’a indirileni öğreten şeytanlar kâfir oldular. Oysa o iki melek 'Biz imtihan için gönderildik; sakın kâfir olmayın.' demeden kimseye bir şey öğretmezlerdi. Onlar ise, bu iki melekten, karı ile kocanın arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Gerçi Allah’ın izni olmadıkça onlar hiç kimseye zarar veremezler. Fakat onlar, kendilerine yarar değil, zarar getirecek şeyleri öğreniyorlardı. And olsun, o büyüye müşteri olan kimsenin âhirette hiçbir nasibi olmadığını onlar da biliyordu. Ruhlarını ne kötü bir şeye sattılar! Keşke bunu da bilselerdi." (Bakara, 2/102)

2. Bir hadis-i şerifte hesap görmeden cennete gidenlerin özellikleri şöyle bildirilmiştir:

"Vücudunu dağlamayan, muska gibi şeyler taşımayan, bir şeylerin uğursuzluk getireceğine inanmayan ve Rablerine gereği gibi tevekkül edenler." (bk. Buharî, tıp, 17; Müslim, İman, 371).

Burada vurgulanan dağlama ve muska/okuma gibi tedavi şekillerinde şirke götürecek yanlış bir algılamadan ötürü söz konusu edilmiştir. Cahiliye devrinde bu yanlışlıklar çokça olduğundan, Efendimiz (asm)'ın bu uyarıları, bu konulara dikkat çekmeye, tevhit inancını pekiştirmeye yöneliktir. Yoksa, muska taşımanın, okuma ile tedavi olmanın haram olduğunu göstermez. Çünkü Efendimiz (asm)'iı bizzat Kur’anla, -hemen her gece yatağa uzanırken, Felak-Nas surelerini okuyup avuçlarına üfleyerek onlarla vücudunu meshederek- ve dağlamayla tedavi olduğu, hatta bazen tavsiye ettiği bilinmektedir.(bk. Nevevî, İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi).

Şunu unutmamak gerekir ki, irşat üslubu, muhatabın o anki ihtiyacına göre bir konuya yoğunlaşmayı gerektirir. Mesela, söz konusu hadiste, hesap görmeden cennete gidenlerin durumu, tevekkülün en arı duru hali nazara verilerek anlatılmış, bununla -Kur’an veya diğer ilaçlarla tedavi olmanın şirk olduğuna değil-, tevhidin mertebelerine işaret edilmiştir.

Eğer Kur’an veya Allah’ın isimlerini ihtiva eden muskayı taşımak şirk olsaydı, aspirin kullanmak daha da şirk olurdu... Doktora gitmek de şirk olurdu... Hatta birinden yardım istemek, örneğin “Elimden tut, bana su ver.” demek de şirk olurdu.

İslam’ın genel prensibi şudur: Herkesin farklı iki konumu vardır:

Birincisi, itikadî konumu. Bu noktada mümin olabilmek için, istisnasız her şeyin Allah’ın mülkü, onun tasarrufunda, onun emir ve iradesiyle ancak hareket edebildiği, zerreden Herkül burcuna kadar, her şeyin yegâne yaratıcısı ve ilahının ancak Allah olduğuna iman etmek gerekir. Bu itikat noktasını düşünürken, şifayı ilaçtan, elmayı ağaçtan, doymayı ekmekten beklemek, hatta gülmeyi ve ağlamayı bazı sebeplere vermek şirktir. Nitekim Kur’an’da “güldürenin de ağlatanın da Allah olduğu” ifade edilmiştir.

İkincisi, amelî konumu: Bu noktada insanın yapması gereken şey, Allah’ın sebepler dairesinde yarattığı vesilelere yapışmaktır. Yani, tedavi için doktora gitmek, doymak için yemek yemek, susuzluğu gidermek için su içmek, elmayı ağaçtan almaya çalışmak...

Bu iki hususu bir arada tutmak için şu gerçeği iyi anlamak gerekir:

Tevhit noktasında; bütün sebeplerin yaratıcısı olan Allah, hiçbir sebebe gerçek anlamda bir yetki ve etki vermemiştir. Bu husus, tevhit inancının ayrılmaz özelliğidir, böyle iman etmek şarttır.

Sebepler noktasında; Allah’ın Hakim isminin bir tecellisi olan sebepler dünyasında sebeplere yapışmak, Allah’ın kâinattaki cari olan kanunlarına riayet etmek anlamına gelir. Bu kanunlara göre hareket etmemek, Allah’ın sebepler dairesindeki hikmetli nizamına karşı bir isyandır.

Demek ki, maddi-manevi ilaç kullanacağız, şifayı Allah’tan bekleyeceğiz... Yemek yiyeceğiz; doyuran Allah’tır diyeceğiz…

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun