İnsanı yakmak insanlık dışıdır...

Dayiş denilen ne idiği belirsiz grup, Ürdünlü pilotu diri diri yakarken Kur’an-ı Kerim’de geçen “Size yapılan saldırı ve tecavüzlere misli ile mukabelede bulunun” mealindeki âyeti (Bakara:2/194)  delil göstermişler. 

Bir başka delilleri de Şûrâ suresindeki bir ayet imiş: “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir davranıştır, ama kim bağışlar, ıslah etme yolunu tutarsa onun mükâfatını Allah verir; hiç şüphe yok k, O, zalimleri sevmez”(42/40).

Başkaları da ben de sıkça tekrar ediyoruz: Şu ümmete en büyük kötülük içlerindeki beyinsizlerden, hırsı aklını aşanlardan, fasıklardan, zalimlerden, haddini bilmeyenlerden geliyor.
Bir adam çıkıyor “Ben Mehdî’yim, ben İsâ’yım, ben ermişim, ben halifeyim, ben hatasız günahsız ve mutlak teslimiyeti hak eden liderim…” diyor, her malın bir müşterisi de olduğu için etrafına adam topluyor, bunların ortak özelliği sorgusuz sualsiz, tenkitsiz, itirazsız itaat istemek olduğu için tabileri, hangi emri alırlarsa onu ölümüne yerine getiriyorlar ve karşılığnda cenneti garanti ediyorlar(!)

Dayiş denilen grubun lideri halifeliğini ilan etti ve hata (felaket, fitne) buradan başladı. Çünkü İslam’da halife olacak kişide aranan şartlar vardı ve hilafet ilanından önce buna ehil olan kişiyi belirleyecek ve öncelikle bey’at edecek “ümmeti temsil eden” bir heyet… gerekiyordu. 

Ortada ümmeti temsil eden böyle bir heyet yok. Kendi kendine “gelin güveyi olma” kabilinden “halifeyim” diyor, etrafındaki birkaç akılsız veya menfaat grubu bey’at ediyor, sonra da ehl-i sünnetin ortaya koyduğu ilkelere aykırı olarak “kendine bey’at etmeyenleri” kâfir ilan ediyor, onlara savaş açıyor, ümmeti bölüyor, içeriden ve dışarıdan bunca bela ve fitne yetmiyormuş gibi bir de bu bela kara bulut gibi ümmetin başına çöküyor.

Eğer örnek devirlerde uygulanan bir hilafet sistemi olsaydı bu, ümmeti temsil ederdi, bey’at etmeyenleri kâfir ilan etmezdi, onlar silaha sarılmadıkça kendilerine dokunmazdı, kararlarını yine ümmeti temsil eden en ehliyetli alimlerle istişare ederek alır ve yürütürdü. Eğer böyle yapsaydı ona şunlar söylenecekti:

1. Bu ayetleri yanlış yorumluyorsunuz; mesela bir kadına tecavüz eden bir kimsenin cezası ona tecavüz etmek olamaz. Buradaki “misli ve dengi” ifadesinden maksat “suça ve cinayete denk olacak, onu engelleyecek, başkalarına ibret olacak, insanların ıslah olmalarına katkıda bulunacak ölçüde” ceza demektir.

2. İslam müctehidleri (büyük hukuk alimleri) idam cezasının hangi araçla ve şekilde yapılacağı konusunu tartışmışlar, başta Ebu Hanîfe olmak üzere birçoğu, “cinayet ne ile işlenirse işlensin idam kılınçla olur” demişlerdir. Unutmayalım ki, o devirde en az acı veren idam şekli budur.

3. Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Şüphe yok ki, ateşle ancak Allah cezalandırabilir” (Buhârî, 2954).

Evet halîfe alimlerle istişare ederdi ve bu sahih hadis ortada iken, ona dayanan ictihadlar şöyle dururken asla insanı yakarak ceza verme şeklinde bir vahşete meydan verilmez; aksine bir zaruret bulunmadıkça rahmet, sevgi, af, barış, kötülüğe karşı bile iyilik dini olan İslam’ın nurlu yüzüne leke sürülmezdi.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+