Dünya yuvarlak olduğundan, nereye dönersek dönelim zaten Kâbe'ye yönelmiş olmuyor muyuz?

Tarih: 18.10.2006 - 12:51 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Namazda iken kişinin göğsünün kıbleye dönmesi şarttır. Bu bakımdan kıble cihetine dönülmesi gerekir. Ayrıca nereye dönülürse dönülsün kıbleye dönülmüş olmaz. Kişinin bulunduğu noktadan Kâbe'ye en yakın yön neresi ise kıble yönü o şeklde tayin edilir. Bunun aksini iddia eden kişinin durumu işinden çıkıp evine yönelecek kişinin nasıl olsa dünya yuvarlaktır tam zıttı yönde gitsem de evime ulaşacağım demesi gibi bir çelişkiyi ve hezeyanı içinde barındırır.

Kâbe tarafına dönmemezi emreden Allah'tır. Bu nedenle kıblenin Kâbe olması farzdır. Biz Kâbe tarafına Allah'ın emri olduğu için döneriz.

“Dünyada kuruluşu en eski yapı hangisidir?” sorusuna şüphesiz “Kâbe'dir” cevabı verilir. Dünyada hiçbir merkez, Kâbe kadar ziyaret edilmiyor. Bu haliyle Mekke ve Kâbe, siyasi sınırları ortadan kaldırarak insanlar arasında birleştirici, bütünleştirici ve toplayıcı bir rol oynayan bir merkez olmuştur tarih boyunca. Ve insanlar yine hiçbir dini merkezle günün yirmi dört saatinde aralıksız bağlantı halinde değildirler.

İbadetlerde insanların yöneldiği Kâbe, Eski Dünyanın (Avrupa, Asya ve Afrika) merkezidir. Bu üç kıtaya hemen hemen aynı uzaklıkta bulunur. Stratejik önemi vardır ve ulaşım merkezlerinin de odak noktasında yer alır.

Elinize bir dünya haritası alır ve Kuzey Amerika'dan Avustralya'ya, Kuzeydoğu Asya'dan Güney Amerika'ya doğru birer çizgi çekerseniz, bu çizgilerin kesiştiği yerde, yani merkezde Mekke'yi, dolayısıyla Kâbe'yi görürsünüz. Bu çizimler yapılırken, kıtaların en uç noktalarından başlamalısınız.

Kıtaların, şimdiki haline gelmeden milyonlarca yıl önce, tek bir parça halinde olduğu malumdur. Yerin yüzeyi sert kabuk bağlamışken, altı cehennemi sıcaklıkta sıvı haldedir ve kıtalar bir sandal gibi yüzer. İşte kıtalar bir arada iken de Mekke, karaların tam merkezinde bulunuyordu. Amerika kıtalarını ve diğer kara parçalarını bir araya getirip tam merkezini bulacak olursanız, o noktada yine Mekke'yi görürsünüz.

Karaların merkezi olan Mekke (veya daha doğrusu Kâbe), Dünyanın da merkezi midir?

Coğrafyacılar, Dünyanın herhangi bir noktasını kolaylıkla bulabilmek ve en pratik yoldan en doğru biçimde gösterebilmek için, dünyayı enlem ve boylam adı verilen çizgilerle sembolik olarak küçük karelere bölmüşlerdir. Ancak bu çizgilerin başlangıç noktaları, teorik olarak (keyfi) belirlenmiştir. Ortada kesin ilmi gerçekler yoktur. Mesela İngiltere'de Greenwich'ten geçtiği kabul edilen boylam çizgisi 0 (sıfır) kabul edilir.

Yuvarlak olarak kabul edilen Dünyamızın, aslında basık ve ortasının şişkin olduğu bilinen bir gerçektir. Bu şişik bölgenin tam ortasından geçen en büyük enleme ise, “0” enlemi denmektedir. Bu enlem, bilinen adıyla Ekvator'dur. Ve Ekvator'un nispi olarak Dünyayı tam ortadan ikiye ayırdığı kabul edilir.

Kutuplar veya kutup noktaları, Ekvator'un oluşturduğu dairenin tam merkezinden geçen bir eksenin iki uç noktasıdır. Ama gerçek durum böyle değildir. Bu bir kabuldür. Dünyanın gerçek kuzey ve güney kutbu vardır. Dünyanın sıvı demir-nikel üzerinde bir dinamo gibi döndüğünü ve bu dönüş esnasında dinamo gibi elektromanyetik alan ve elektrik oluşturduğunu biliyoruz. İşte bu manyetik kuvvet, dünyanın kuzey ve güney kutup noktalarından çıkarak atmosferin en dış tabakasını teşkil eden manyetosfer denen manyetik koruyucu tabakayı oluşturur. Bu sebeple kuzey yarım kürede pusulalar, hep Kuzey Kutbu'nu gösterir.

Enlem ve boylamların gösterdiği kutup noktaları ile pusulanın gösterdiği manyetik kutup noktaları neden birbirinden farklı yerlerdedir?

Dünyanın eliptik olarak 23’ 27’’ lık bir eğime sahip olduğunu biliriz. Dünyanın başı böyle eğdirilmeseydi; tek bir mevsimi mesela hep yazı ya da kışı yaşardık. Günler, buna göre uzar ya da kısalırlar. İşte bu eğim, kutupların yerini de değiştirmiş olur. Gerçekte enlem ve boylamları çizerken Dünyanın bu eğimini, yani mıknatısların sürekli yöneldiği gerçek manyetik Kuzey Kutbu'nu ve Güney Kutbu'nu dikkate alırsak, yeni bir Ekvator çıkar. İşte o zaman 'O' (sıfır) no'lu en büyük enlem olan Ekvator, bu yeni haliyle Mekke'nin tam ortasından geçecektir. Bu da Kâbe'nin dünyanın ortasında olduğunu ifade eder.

Öte yandan, bu düzeltilmiş şekilde çizilen Oğlak ve Yengeç dönenceleri de, yine Mekke'nin bulunduğu bloktan geçmektedir. Bu mantığa göre çizilen boylam ise, (iki kutbu birleştirerek), yine aynı blok içerisinde, dönenceleri ve Ekvator'u keser. Bu kesişme noktası yine Mekke'dir. Bu enlem ve boylamların Mekke'de kesişmeleri Kâbe'nin yerinin çok özel olarak belirlendiğini ve insanların ibadetlerinde niçin oraya yöneldiklerinin sırlarını taşır. Böylece anlaşılır ki Kâbe, kıtaların şimdiki halinde de, eskiden tek bir parça olduğu dönemde de Dünyanın bir merkezidir.

Öyleyse hac olayı da, bu şekilde Dünyanın merkezine yapılan bir yolculuktur. Ayrıca hac, fizik dünya ile fizik ötesi dünyayı birbirine bağlayan Hacer-ül Esved radarının yaydığı psişik enerjinin doğrudan alınıp verildiği, direkt temasın en kısa yoldan yapıldığı, eşi ve benzeri olmayan bir manyetik alanın İlahi nurun tavaf edilmesi olayı olarak da tarif edilebilir. Bediüzzaman Hazretleri bu gerçeği, “Kâbe arşı ferşe bağlayan amud-u nuranidir... (nurani sütun)” ifadesiyle dile getirmekte ve Dünyanın manevi alemlere Kâbe'den bağlandığını belirtmektedir. O yerin kudsiyetinin maddi değil manevi olduğu ve insanların ibadet esnasında bu manevi sütuna yönelmekle orayla bir bağ kurdukları ve böylelikle miracın İlahi sırrının tezahür etmesi gibi bilmediğimiz birçok alış verişin olacağını düşünmek gerekir.

İnsanlar ister havada, ister karada, isterse deniz altında bulunsun, Kâbe'den geçen sütuna yönelmeleri, kıble için yeterli oluyor ve o bölgedeki manevi atmosfer öbür alemlerle olan manevi bağların ve isteklerin daha hızlı ve yüksek seviyede cereyan etmesine sebep oluyor.

Yeryüzündeki iklimlerin veya verimli yerlerin farklılık göstermesi gibi, bazı yerlerin ve zamanların da kudsiyeti farklı olabiliyor. Dolayısıyla oradaki manevi konsantrasyon da değişkenlik gösteriyor. Her şeyi hikmeti icabı fiziki ve kimyevi kanunlara bağlayan Allah, ruhun imbisatı ve yücelmesini öbür alemlerle rezonans ve kontak halini de belli şartlara ve kanunlara bağlamış. Kâbe gibi yoğun ve manevi atmosfer altında ruhların hakikatları emmesi, inkişafı ve sümbül vermesi çok daha kolay olmaktadır. Diğer yerler Kâbe'ye nispeten çorak ve bir çöl gibi kurak kalmaktadır. Gerçekten de oraya gidenlerin bunu bilfiil yaşaması, o gerçeği tasdik etmektedir.

İşte Kâbe'ye gidenler o manevi sütunun içine girdiklerinden apayrı bir hava solumakta, ibadetleri, duaları ve istiğfarları, çok farklı bir buuda erişmektedir. Bu hal, hususen mübarek gecelerde çok daha feyizdar bir keyfiyet kazanır.

“Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de alemler için mübarek ve doğru yol gösteren Kâbe'dir. Burada apaçık deliller vardır. İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse güvenlik içinde olur.” (Al-i İmran, 3/96-97).

Yine bir araştırmaya göre manyetik çizgiler Kâbe'de kesişiyor ve odaklaşıyor. “Van Allen Kuşakları” da denilen dünyanın bu manyetik koruyucu kalkanı vasıtasıyla korkunç enerjiye sahip kozmik şualar dünyaya gelmiyor ve bu çizgilere kapılarak belki de Kâbe'de toplanıyor.

Kâbe'nin birtakım kozmik enerjileri bünyesinde toplayarak yeryüzüne dağıttığı, böylece bir tür transformatör fonksiyonu gördüğü söylenebilir. Bunun sonucunda da her gün milyonlarca Müslüman, Kâbe'ye dönerek oradan yayılan psişik enerji ve onun yanı sıra namaz sırasında yapılan hareketler ile uyuma geçer. Söz konusu hareketler bu enerjinin, insanın ruhi ve fiziki varlığının bütün unsurlarına nüfuz etmesini sağlar. Kâbe'de tavaf yapıldığında yani enerjinin odak noktasının çevresinde dönüldüğünde, bu psişik enerji ile en üst seviyede bağlantı kurulur. Nitekim insanların, tavaf sırasında normal ötesi garip olaylar yaşadıkları bilinmektedir. Bunlar arasında zaman kaymaları, ışınlama olayları, apor olayları cereyan etmekte ve oraya giden herkes, ayrı bir atmosferi soluduklarını, bambaşka dünyaya girdiklerini ifade etmektedirler.

Kâbe ile ilgili olarak bir doktordan dinlediğim hatıramı, konuyla ilgili bulduğumdan aktarmak istiyorum:

"Doktora üstü araştırmalar için bulunduğum Almanya'da bir Türk doktoru, Tıp Fakültesindeki öğrencilik yıllarında gördükleri anatomi derslerinde, Kurbağaların anatomik incelemelerinde şahit olduğu olayı şöyle anlatmıştı:"

'Kurbağanın kalbi dışarı çıkarıldığında, 10 dakika kadar daha çalışmasına devam eder. Kalpte üçlü bir koruma sistemi bulunduğundan, iç içe koruma başka yere bağlı değildir. Bu esnada kalbin alt sivri kısmının bir tarafa yönlendiği görülür. Ve kalp ne tarafa çevrilirse çevrilsin, o kısım bir pusula gibi hep aynı yöne döner. Bütün öğrencilerin hayretle takip ettikleri bu hadisede kalbin döndüğü yön, kıbledir.' "

Bu gerçekten akıl almaz bir şeydir. Bilindiği gibi kainatın merkezi, eşref-i mahlukat olan insanoğlunun yaratıldığı Dünyadır. Dünyanın merkezi ve kalbi ise Kâbe'dir. Başlı başına küçük bir kainat olan insanın merkezi ve Kâbesi de onun kalbidir. Bu bakımdan her iki kalp de birbirine bakar.

Çünkü ilahi tecelliler ve feyizler, bu Kâbelerde doğar ve zuhur eder. Kalp, maneviyatın zuhur yeridir. Dünyanın manevi çekim odağı da Kâbe olduğundan, tüm kalplerin o hakikatten hissesi bulunur ve sürekli oraya bakar.

“... Kalpler, ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur.” (Ra'd, 13/28)

mealindeki ayet de bu hakikate işaret eder.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kıbleye yönelişte 45 derecelik açı hatası namazı bozar mı? Kıble sapması olduğu bilinen camilerde kılınan namazlar geçerli midir?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

sabaneltutan

çok iyi açıklanmış şimdiye kadar duymadığım bilimsel olarak açıklanmış bilgiler var bu bilgiler ispat edilerek kamuoyunda duyurulursa birçok insan islamiyete yyaklaşacağını düşünüyorum

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
vrltrkylmz.

Bulunduğumuz yerin Kabeye en yakın olan yönüne dönüyoruz, öyle değilmi?

Ayrıca açıklamalarda çok güzel, Maaşallah.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun