Eğlence - Oyun konusunda en çok merak edilenler

1 Satranç ve tavla oynamak caiz midir?

Satranç, okullara varıncaya kadar ülkemizde yaygınlaşmış olan bir oyun çeşididir. Hakkında kurslar, müsabakalar tertip ediliyor, gazete ve dergilerde özel bölümler ayrılıyor; hatta televizyonda ayrı programlar yapılıyor. Neticede, halk içinde, bilhassa gençler arasında değişik zaman ve zeminlerde oynanıyor.

Durum böyleyken, her oyunda olduğu gibi, satrançta da dinimizin getirdiği bir ölçü vardır. Helal ve haramlığı hususunda görüşler mevcuttur. Bunun için, ne kadar yaygın hâle gelirse gelsin, herkes tarafından benimsenmiş olursa olsun, onun ne caiz oluşuna ne de haramlığına bir delil oluşturmaz.

Bilindiği gibi, satranç İran kaynaklı bir oyun olup, diğer ülkelere oradan yayılmıştır. Daha önceleri Araplar arasında fazla bilinmiyordu. Fakat İran fethedilip İranlılarla münasebetler başlayınca, yavaş yavaş İran âdetleri de Müslümanlar arasında görülmeye başladı. İslâmiyet, prensip olarak her milletin, kendi ruhuna uygun olan veya ters düşmeyen hususî âdet ve alışkanlıklarını hoşgörü ile karşılamış, ilişmemiştir. Fakat içinde mahzur taşıyan, zararı mevcut olan davranış, hareket ve âdetleri de yasaklamış; onların terk edilmesini emretmiştir.

Sahih hadis kitaplarında yer almasa da, bazı rivayetlerde satranç “şah sahibi” olarak geçmekte ve oynanmasına cevaz verilmemektedir. Hz. Ali (r.a.)

“Satranç Acemlerin kumarıdır.”

diye satrancı hoş karşılamazken, sahabe-i kiramdan Ebû Musa el-Eşarî, Satrancı ancak günahtan sakınmayanlar oynar.” demiş, büyük fıkıh âlimi İbrahim en-Nehâî ise kendisine satranç hakkında sorulduğunda, “O lânetlenmiştir.” diye cevap vermiştir. Aynı şekilde Abdullah ibni Ömer,

“Satranç diğer kumarlardan daha kötüdür.”

görüşünü benimserken, İmam-ı Mâlik satrancı tavla gibi değerlendirmekte ve haram saymaktadır.1

Bu rivayet ve görüşleri benimseyen İslâm hukukçularının çoğuna göre, satranç oynamak caiz olmayıp, haram kabul edilmektedir. Hanefî mezhebinin tercih edilen görüşü de bu şekildedir.

Ancak bazı âlimler satrancı aynı kategoriye sokmamakta, birtakım şartlar dahilinde oynanmasının caiz olabileceğini düşünmektedirler. Şâfiî mezhebinin kudretli âlimlerinden İmam Nevevî bu hususta şöyle der:

“Satranç, âlimlerin çoğuna göre haramdır. Bir kimse bu oyun sebebiyle bir namaz vaktini geçirir veya bir menfaat karşılığında oynarsa, bize göre de haramdır.”

Hanefî ulemasından İbni Âbidin, satranç için, “Haramdır, bizim mezhebimizde büyük günahtır.” dedikten sonra, İmam Şâfiî’nin ve bir rivayete göre İmam Ebû Yusuf’un satrancı mubah saydıklarını kaydetmektedir. Vehbâniyye, Şarih’in “Satrançta beis yoktur.” sözüne ise, “Bu bir rivayettir.” demektedir.2

İmam Nevevî’nin de belirttiği gibi, satrancın mubah sayılması için dört şartın mevcut olması gerekir:

1. Satranç oynayanlar, oyuna dalmak suretiyle namazın gecikmesine meydan vermemelidir.

2. Satranç, kumara yol açacak şekilde para ve benzeri bir menfaat karşılığında oynanmamalı, yani kazanan ve kaybeden bir şey alma şartını koşmamalıdır.

3. Oynayanlar, oyun esnasında dillerini kötü sözlerden yalan, gıybet ve küfürden sakındırmalıdır.

4. Satranca alışan kimseler, ondan vaz geçemeyecek kadar müptelâ olmamalıdır.

Şu halde, bu görüşe göre, ölçüyü kaçırmamak, ibadetlere mâni olmamak ve günahlara vesile kılınmamak şartıyla, satranç mubah görülmektedir.

Satrancın mubahlığını, oyunun kendi mahiyeti itibariyle ele alan Şâfiî ulemâsından İbni Hacer el-Mekkî ise tavla ile satranç arasındaki farkı şöyle izah etmektedir:

“Tavlada oyun zarlara dayanmaktadır. Fakat satranç düşünce ve zihnî melekeye dayanmaktadır. Bu bakımdan, savaş taktikleri hususunda bundan istifade edilebilir.”

"Ez-Zevâcir" isimli eserinde bu meseleye uzunca yer veren İbni Hacer son olarak şu neticeye varmaktadır:

“Bu meseledeki farklı görüşleri uzun boylu zikretmenin bir faydası yoktur. Kaide anlaşıldıktan sonra, üzerine hükmü bina etmek mümkün olur. Kaide şudur:

"Bu çeşit oyunlar düşünce ve hesaba dayanıyorsa, helâl demekten başka yol yoktur. Satranç bunun gibidir. Şayet zar ve tahmine dayanıyorsa, buna da haram demekten başka çare yoktur. Tavla da bunun gibidir.”3

Netice itibariyle, İmam Şâfiî ve Ebû Yusuf’un şartlarına uyarak, İbni Hacer’in de izahını göz önüne alarak, ruhsat tarafını tercih edip, satranç oynayanların mes’uliyetten kurtulmaları mümkündür.

Dipnotlar: 

1. ez-Zevâcir, 2: 200.
2. Reddü’l-Muhtar, 5: 523.
3. ez-Zevâcir, 2: 201-202.

2 İskambil kağıt, okey, tavla oyunları oynamanın hükmü nedir? Eğer zarsız oynanırsa hükmü nedir?

Ortada karşılıklı bir para koyma -az veya çok- söz konusu ise, bu tür oyunlar haramdır. Böyle bir iddia yoksa mesele haramlıktan çıkar.

Ancak bu, hiçbir sakıncası olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bu tür oyunların alışkanlık hâline gelmesi, zaman israfına düşülmesi her zaman mevzu bahistir. Bu sebeple en doğru hareket, böylesi oyunlara hiç bulaşmamaktır.

Tavla zarla oynandığı için caiz değildir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- Tavla oynamak haram mıdır? "Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur." sözü hadis midir?..

- Mesaj ile çekilişe katılıp hediye almak caiz midir? Genel olarak harama giren ve girmeyen (iskambil kağıdı, okey, tavla) oyunlar nelerdir?

3 Düğünde halaya kalkmak haram mı? Sünnete uygun düğün nasıl olmalıdır?

Düğünlerde, erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı kendi aralarında şarkılı ve türkülü olarak oynamaları caiz midir?

İslâm dininde düğün gibi şenlikler için, erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı olmak şartıyla, kendi aralarında İslâm'ın yasaklamadığı şarkı, türkü ve şiir söyleyip oynamalarında bir sakınca yoktur.

Hazreti Aişe (ra) şöyle anlatıyor:

"Benim yanımda iki cariye şarkı söylerken Ebû Bekir (ra) eve girdi. "Resûlüllah'ın evinde şeytan çalgısı olur mu?" diyerek kızdı. Bunun üzerine Allah'ın Resulü buyurdu ki:

"Onları bırak, bu günler bayramdır."

Peygamber (sav) bir hadiste de şöyle buyurur:

"Nikâhı ilân edip onun için def çalınız." Başka bir hadiste şöyle buyuruyor: "Şiir normal söz gibidir. İyisi iyi, çirkini çirkindir."(el-Mühezzeb, II/326-328).

Şarkı, tanbur ve ud gibi çalgılarla beraber veya fahiş ve gayri ahlakî olursa haramdır.

(Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II/191)

Düğünler Nasıl Yapılmalı?

Evlenmek Peygamberimizin (a.s.m.) hem kavlî, hem de fiilî sünnetidir. Bunun için evliliğin bütün safhaları; nişandan nikâha, çeyizden düğüne kadar nasıl olacağı, nasıl yapılacağı, nelere dikkat edilmesi gerektiği bütün teferruatıyla hadislerde bildirilmiştir. Düğün merasimi de evliliğin önemli bir safhasıdır.

“Düğünlerinizi mescitlerde yapınız.”(Feyzü’l-Kadîr, II/11; Hadis no: 1198)

hadis-i şerifi, düğünlerde nelere dikkat edilmesi hususunda önemli bir ölçüyü vermektedir. Demek ki, mescidde yapılması yasak olan şeyler düğün merasimlerinde de yasaktır. Diğer bir ifade ile, mescitlerde yapılamayan, düğün salonlarında da yapılmamalı.

Bugünkü düğün salonlarında ise, çalgılı, danslı, kadınlı-erkekli merasimler yapılmaktadır ki, bunun ne sünnette yeri vardır, ne mescitlerde... Ayrıca kutsal bir müessese olan aile; günah, hata ve yanlış bir temel üzerine kurulursa, doğacak neslin bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Uygun bir zemine ekilemeyen tohumdan nasıl verimli bir ürün alınamazsa, sünnete aykırı olarak yapılan düğün ve nikâhlardan da sünnete göre yetişecek nesiller beklemek hayal olur.

Bundan dolayı kendi inanç ve tercihlerinizde haklı olarak ısrar etmeniz size çok şey kazandıracaktır. Böyle bir ısrarınız Allah ve Resulünü razı edeceği için aynı zamanda bir ibadet, sünnet çerçevesinde hareket ettiğiniz için de sizi vicdanen huzur ve rahata götürecektir. Ayrıca hakkın hatırını gözettiğinizden dolayı başkaları için canlı bir örnek oluşturmuş olursunuz. Yoksa, “delidir, ne yaparsa yeridir” sözünde olduğu gibi, “düğündür, ne yapılsa mübahtır” şeklindeki bir yaklaşım, ölçüsüz bir harekettir ve kimseye bir faydası yoktur.

Buna benzer meselelerde baştan sıkı tutulmaz, tavizler verilmeye başlanırsa, “taviz tavizi getirir” sözünde olduğu gibi, her yanlış hareket için bir kılıf ve bahane bulunur, aile hayatı önü alınmaz sıkıntılarla çalkalanır durur.

Netice olarak, böyle bir uygulamaya rıza göstermediğinizi, kabul etmediğinizi, mes’uliyet de alamayacağınızı belirtir, açık tavrınızı bildirirsiniz.

(Mehmet Paksu, Kadın, Evlilik ve Aile)

Sünnete uygun bir düğün nasıl olmalıdır?

Sünnete uygun bir düğünü, aslında tercihlerini sünnete göre yapmaya duyarlı halkın örfü belirlemelidir ve nitekim belirlemiştir. Örf, halkın belirli sosyal davranışları ve toplumsal tercihleri kabul edip benimsemesi, yaygınlaştırması ve gelenekleştirmesidir. Bin yıldan beri Müslüman olan toplumumuzun tercih ve kabullerini sünnete göre yeniden kritize etmek ve sünnet şablonuna uyan toplu davranış biçimlerini yaşatmak aslında en mâkul olanıdır. Bilhassa düğünler toplum reflekslerinin en canlı örnekleridir. Halkın dinî ve inanç yapısını, yaşayış biçimini, tercihlerini, zevklerini, anlayışlarını ve hoş görülerini ilk bakışta düğünleri ele verir.

"Sünnete uygun bir düğün" diyerek dar bir şablon çizmek, aslında en başta sünnete uygun düşmez. Düğün şablonumuz her şeyden önce tüm haramlara kapalı, tüm mubah tercihlere açık olmalıdır. Nitekim söz konusu olan düğündür ve bunu halk yapar. Halk ise Müslümandır. Müslüman halkımız, gelenekleriyle taşları aslında yerli yerine koymuştur.

Öyleyse, Müslüman toplumun tercihi olan program alınır, sünnet açısından göze batan noktalar varsa düzeltilir; ama mubah davranış kalıpları daraltılmaz. Bulunduğumuz yörenin haram olmayan tercihlerini ve günah unsuru taşımayan geleneklerini yaşatmamızda sünnet açısından hiçbir sakınca yoktur.

Meselâ, zaten örf ve geleneklerimizde var olan; kızı Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle istemek, kızın olurunu alan kız tarafının bu talebe uygun cevap vermesi, tarafların bu evliliğe yardımcı olmaları, köstek olucu davranışlardan uzak durmaları, kızın mehri konusunda erkek tarafının elinden geldiğince cömert olması, zorlukların anlayışlı yaklaşımlarla aşılması, tarafların birbirlerine karşı mütevazı olmaları ve sevgi ile yaklaşmaları, birbirlerinin hatâlarını örtmeleri, karşılıklı hazırlıkların yapılması, düğün gününün birlikte tesbit edilmesi, halkımızın adına yer yer “okuntu” da dediği ve imkânlar ve örf ölçüsünde küçük hediyeciklerle birlikte dâvetiyelerin dağıtılarak insanların düğüne çağrılmaları düğün öncesi sünnete uygun davranışlardır.

Düğün esnasında nelerin sünnet olduğunu hatırlayalım:

1. Düğün programının yeri, şekli, tarzı, muhtevası düğüne katılacak insanların meşrû çizgileri de dikkate alınarak karşılıklı rızâ ile tesbit edilir. Halkın gönlü hoş tutulmaya çalışılır. Haram bir şey istenmedikçe, halkın istek ve dileklerine cevap vermeye gayret edilir.

2. Düğünün amacı, evliliği halka duyurmaktan ibârettir. Nitekim Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Evliliğin alâmeti nikâhın îlân edilmesidir.”1 buyurmuştur.

3. Düğünde yemek vermek sünnettir.

Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm, Abdurrahman bin Avf radiyallahü anh’ın üzerinde zâferân kokusu (düğünde sürülen koku) görünce sordu:

“Bu ne hal?”

Abdurrahman bin Avf radiyallahü anh:

“Bir kadınla bir miktar altın mehir karşılığında evlendim.” dedi.

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Allah mübârek eylesin. Fakat bir koyunla da olsa düğün ziyâfeti ver.” buyurdu.2

Enes bin Mâlik radiyallahü anh anlatmıştır:

Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir düğününde annem yemek hazırlamış, göndermişti. Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm bana:

“Onu koy. Git filanı, filanı, filanı ve karşılaştığın herkesi çağır.”

buyurdu ve bir çok adamın ismini söyledi. Gittim, Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’ın adlarını söylediği kimseleri ve rastladığım herkesi çağırdım. Üç yüz kadar kişi geldiler.

Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Onar onar halka yapsınlar ve herkes yesin.” buyurdu.

İlk gurup doyuncaya kadar yedi, kalktı. Sonra diğer gurup doyuncaya kadar yedi, sonra diğer gurup yedi. Herkes yedikten sonra Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Yâ Enes! Sofrayı kaldır!” buyurdu.

Ben de sofrayı kaldırdım. Fakat yemeği ilk koyduğumda mı daha fazlaydı, yoksa kaldırdığımda mı fazlaydı; bilemedim.”3

Sabit el-Buhânî radiyallahü anh anlatmıştır:

Hz. Enes’e, “Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm Zeyneb radiyallahü anhânın düğün ziyafetini ne ile yaptı?” diye sordum. Hz. Enes radiyallahü anh:

“Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm sahabelerine doyup terk edinceye kadar ekmek ve et ziyâfeti verdi.” dedi.4

4. Düğün ziyâfetinde fakîrler ihmal edilmez, muhakkak çağırılır. Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Yemeğin en şerlisi fakîrlerin çağırılmayıp, zenginlerin çağırıldığı düğün yemekleridir.” buyurmuştur.5

5. Düğünde harama girmeksizin meşrû çerçevede eğlenmeye imkân verilir. Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:

“Gayrimeşrû birleşme ile meşrû evliliği birbirinden ayıran şey, def çalmak ve ilân etmektir.” buyurmuştur.6

Rubey binti Muavviz radiyallahü anhâ anlatmıştır: Ben gelin olduğumun kuşluk vaktinde Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm evlenme törenime geldi. O sırada küçük kızlarımız deflerini çalmakta ve Bedir günü şehit düşen atalarının kahramanlıklarını nağme ile dile getirmekte idiler. Nihayet içlerinden biri: “Aramızda yarını bilen bir Peygamber vardır.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm: “Bu sözü bırak da, bundan önce söylediklerini söylemeye devam et.” buyurdu.7

6. Evlenen çiftler tebrik edilir ve hayır duâ edilir. Ebû Hüreyre radiyallahü anh bildirmiştir: Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm evlenen insanı tebrik edeceği vakit: “Allah mübârek etsin. Tebrik ederim. Allah sizi mutlu kılsın ve sizi hayırla bir araya getirsin.” buyururdu.8

Yukarıda zikredilen temel ölçüler çerçevesinde, imkânlar ölçüsünde, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle, ulvî hüzünleri ve Rabbânî aşkları seslendirecek biçimde9 meselâ ilâhîler, kahramanlık türküleri veya geleneklerimizde olduğu şekliyle mevlitler okuyan bir grup varsa düğün programına alınabilir. Günün anlam ve önemini belirten ve eşler arası görev ve yükümlülükleri konu alan kısa konuşmalara yer verilebilir. Küçük parodilerle, skeçlerle, eğlendirici ve düşündürücü oyunlarla, ulvî zevkleri tahrik eden şiirlerle ve hoş vakit geçirmeye yönelik küçük çaplı yarışmalarla düğün programı zenginleştirilebilir. Harama girmemeye, nefsi ve şehveti tahrik edecek biçimde kadın-erkek karışık şarkı, türkü, oyun ve sâir eğlencelere yer vermemeye, düğünün bütün safhalarında, düğün gerekçesiyle de olsa israftan ve savurganlıktan kaçınmaya azamî özen gösterilmelidir.

Düğün sonunda evlenen çiftler tebrik edilmeli, hayırlı bir evlilik hayatı ve hayırlı nesiller dlemelidir.

Dipnotlar:

1. Nesâî, Nikâh, 72;
2. Nesâî, Nikâh, 74, 75; Müslim, Nikâh, 79, 80; Tirmizî, Nikâh, 10;
3. Mektûbât, s. 114; Nesâî, Nikâh, 84; Müslim, Nikâh 94; Buhârî,4/234;
4. Müslim, Nikâh, 91;
5. Müslim, Nikâh, 110;
6. Tirmizî, Nikâh, 6;İbn-i Mâce, Nikâh, 1896;
7. Tirmizî, Nikâh, 1096;
8. Tirmizî, Nikâh, 7;
9. İşârâtü’l-İ’câz, s. 72.

4 Futbol oynamak ve izlemek caiz mi? Bir futbol takımının taraftarı olmak caiz midir?..

Futbol oynamak ve izlemek caizdir. Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır:

Top oyunlarında namazın geciktirilmesine veya terkine, vücudun yaralanmasına ve sakatlanmasına sebep olmadığı müddetçe bir mahzurdan söz edilemez. Bu hususlardan birisi söz konusu olunca meşru olmaktan çıkar.

Bugün dünya çapında oynanan spor oyunları, hangi adı taşırsa taşısın, asıl vatanı hangi ülke olursa olsun, gerek ferdî olarak, gerekse takım hâlinde oynanmasında bir sakınca söz konusu değildir. Ancak İslâm uleması yine insanın huzuru ve rahatı için şu hususlara dikkatimiz çekmiştir (Yani oyunlarda dikkat edilmesi gereken konular):

1. Oynarken ve seyrederken kötü sözlerin söylenmesine meydan verilmemeli.

2. Oynayanların ve seyredenlerin eğitimlerini ve zaruri işlerini terk etmeye varacak kadar zaman israfına yol açmamalı.

3. Oynanan oyunlar hiçbir şekilde (sportoto, sporloto ve altılı ganyan gibi) kumara alet edilmemeli.

4. Namaz ve oruç gibi farz ibadetlerin zamanında yapılmasına engel olmamalı.

5. İnsanın bedenen zarar görmesine ve ölümüne sebep olacak kadar tehlike arz etmemeli.

6. Çevreyi rahatsız edecek kadar aşırılıklara meydan vermemeli.

7.
Kıyafet ve sair noktalarda, Kur'ân ve sünnetle ruhsat verilen ölçülerin dışına çıkmamalı. 

5 Spor yapmak caiz midir; güreş ve ok atmaktan başka, hangi spor dalları sünnettir?..

Spor yapmak ve sporcu olmak caiz olmakla beraber, bazı sporları yapmak sünnettir. Ancak spor yaparken örtülmesi gereken yerleri örtmek, harama girmemek, erkek kadın karışık yapmamak ve özellikle farz ibadetlere dikkat etmek gerekir.

Demek ki sporu yapmak caizdir, fakat yapılış şekline göre durum değişmektedir.

OYUN, EĞLENCE VE MÜZİK ne kadar insanî bir olay, yaratılış gereği bir etkinlikse, spor da en azından o kadar insanî bir etkinliktir. Çünkü insan hareketli, heyecanlı ve mücadeleci bir psikolojiye sahiptir.

Spor, ‘fizikî kondisyonu iyileştirmeyi amaçlayan oyun, yarışma ve mücadele anlayışıyla yapılan fiziksel etkinlikler’ olarak tanımlandığına göre, hangi yaşta ve seviyede olursa olsun, hiç kimse kendisini spordan uzak tutamaz, şu veya bu şekilde bir spor türü ile ilgisi vardır; az veya çok yapıyordur veya uzaktan da olsa ilgileniyordur.

İnsanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe dayanan spor etkinlikleri, günümüzde artık çok daha farklı boyutlar kazandı; uluslararası bir faaliyet, evrensel bir dil ve etkin bir tanıtım aracı oldu. Her millet ister istemez bu ortak dili konuşur hâle geldi. TV ve internet gibi kitle iletişim ve haberleşme araçlarının desteğiyle de, ilgi alanını iyiden iyiye artırdı.

Bazı spor etkinlikleri, özellikle millî futbol karşılaşmaları sonunda halkın büyük çoğunluğu tek noktaya kilitlendi. Eğitimi, düşünce yapısı ne olursa olsun, spor insanları kendi ilgi odağına çekti. Zaman zaman milletçe, bazı zamanlar da ümmetçe kendimizi içinde ve arasında buluverdik.

Her etkinlik gibi, spor da bir disiplin ve kurallar bütünüdür. “Oyunu kuralına göre oynamalı.” prensibi en çok sporda geçerlidir. Meseleye insanî boyutun girmesi zaten böyle bir düşünceyi zaruri kılıyor.

Hayat ve inanç disiplini içinde baktığımızda sporun da dayandığı bir geleneği ve mazisi vardır. Bu mazi sünnet çerçevesinde incelendiğinde esaslı, köklü, kalıcı ve o nisbette bağlayıcı yönleri bulunmaktadır.

Saadet Asrının kendine has medenî disiplini içinde sporun belli başlı türlerini görmekteyiz. İşin güzel ve ilginç yanı, o zamanlarda var olan spor türlerinin hemen hepsi bugün de kısmen mahiyet değiştirmiş olarak veya aynen yaşamaktadır.

Peygamberimizin (asm) bizzat meşgul olduğu, teşvik ettiği ve esaslarını belirttiği spor türlerinin belli başlıları şunlardır:

Güreş, koşu, müsabaka, at ve deve yarışları, yüzmek, ok atmak, avlanmak ve bu spor faaliyetlerini ferdî olarak veya toplu halde seyretmek, kazananları ödüllendirmek.

Güreş: Dönemin ünlü pehlivanlarından Rükâne b. Abdülyezid, İslâm’a girmek için Peygamberimizin (asm) kendisini güreşte yenmesini şart koştu ve yapılan karşılaşmada Peygamberimiz onu birkaç defa yendi. Ancak Rükâne sözünde durmadı. Rükane, yıllar sonra, Mekke'nin fethinde Müslüman olmuş ve Medine'ye yerleşmiştir. Rivayet ettiği hadisler vardır.1

Siyer kaynaklarında Peygamberimizin (asm)  Rükâne’den başka bazı kimselerle de güreştiği, ergenlik çağına gelmiş olan sahabe çocuklarının askere alınmaları için her sene düzenlenen merasim sırasında birbirleriyle güreştikleri, ayrıca Hz. Hasan ve Hüseyin’in de Resûlullah’ın huzurunda güreş tuttukları yer almaktadır.

Güreş Osmanlı’da da geliştirilmiş ve bizzat saray tarafından desteklenerek dünya çapında bir ün kazanmıştır. Güreşçilerin pîri olarak da "Allah’ın ve Resûlünün arslanı" olarak bilinen ve şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza (ra) kabul edilmiştir.

Atıcılık ve ok atmak: Bir savaş sporu ve cihad aleti olan ok eğitiminin sünnette çok önemli bir yeri vardır. Peygamberimiz (asm) bir hadislerinde,

“Sizden hiç kimse oklarıyla eğlenmekten geri durmasın.”2

buyurmuştur. Bir başka hadiste, sahabilerden bir grubun eğlenmeye gittikleri söylenince, Peygamberimiz (asm) önce memnuniyetsizlik gösterirken, daha sonra ok atışı için gittiklerinin açıklanması üzerine,

“Atış eğlence değildir. Atış eğlendiğiniz şeylerin en hayırlısıdır.”3

buyurmuşlardır. Hatta, bir hadiste,

“Sizden birinizi üzüntü ve sıkıntı bastığı zaman, yayını kuşanıp üzüntüsünü onunla dağıtmaktan başka yapacak bir şeyi yoktur.”

buyurmakla da, sporun insanı psikolojik olarak rahatlığa kavuşturacağını belirtmiştir.

Peygamberimiz (asm) iyi ok atan sahabilere iltifatlarda bulunurdu. Uhud Savaşında, hedefe isabetli atışları sebebiyle, başka hiç kimseye kullanmadığı “Annem babam sana feda olsun” tabirini Sa’d b. Ebi Vakkas için kullanmıştı.4 Bütün bu teşviklerden dolayıdır ki, sahabe atıcılığa önem vermiş, her fırsatta, hatta akşam namazından sonra hava kararıncaya kadar bile ok atışları yapmıştır.5

Peygamberimiz (asm) ok atış müsabakalarında taraftar bile olurdu. Peygamberimizin bu taraftarlığını, bakınız, Seleme bin Ekvâ ne güzel anlatıyor:

Resûlullah çarşıda ok yarışı yapan Benî Eslem’den bir grupla karşılaştı. Onlara,

“Ey İsmailoğulları! Atın, zira atalarınız atıcı idiler. Atın; ben falan kabileyi tutuyorum.”

dedi. Bu söz üzerine bir grup atıştan vazgeçti. Efendimiz,

“Ne oldu, niye atmıyorsunuz?”

diye sordu. Şöyle cevap verdiler:

”Nasıl atalım, siz öbür tarafı tutuyorsunuz.”

Bunun üzerine, Peygamberimiz:

“Atın, ben hepinizi, her iki tarafı da tutuyorum.” buyurdular.6

Peygamberimizin (asm) taraf oluşu da kendine hastı. En ufak bir şekilde kimsenin gönlünü kırmıyor, her başarıya sahip çıkıyordu.

At ve deve yarışları ve kazanana ödül verilmesi:

Peygamberimiz (asm) ata çok önem verir, at yetiştirmesine ayrı bir özen gösterir ve teşvik ederdi. Rivayetlere göre belli zamanlar içinde kendilerinin on dokuz kadar atı var olmuştu.

İbn Ömer’in ifadesine göre, Resûlullah atını antrenmana tâbi tutar, sonra da onunla yarışa katılırdı.7

“Şu üç şeyde armağan vardır. Deve yarışı, at yarışı ve ok yarışı.”8

buyuran Peygamberimiz (asm), yarışta birinci gelenlere ödüller vererek başkalarını teşvik ederdi.

Bir cihad unsuru olan atı asıl olarak Kur’ân çok güzel övmektedir. Âdiyat suresinin ilk beş âyetinde at şöyle anlatılır:

“Yemin olsun nefes nefese koşan atlara.
Ve çarparak kıvılcım çıkaranlara.
Ve sabah vakti baskın yapanlara.
Ve tozu dumana katanlara.
Ve düşmanın ortasına dalanlara ...”

Yüzme: Peygamberimiz (asm) çocukluk döneminde Medine’de yüzmeyi öğrenmiş, Mekke döneminde Habeşistan’a hicret eden sahabilerine yüzmeyi öğrenmeleri konusunda teşvikte bulunmuş, yüzmeyi bilenlerden memnun olduğunu da ifade etmiştir. Hz. Ömer de, “Çocuklarınıza yüzmeyi öğretin.” diyerek bu konu üzerinde önemle durmuştur.

Yürümek ve koşu:

“İki hedef arasında koşan kimsenin her adımı için bir sevap vardır.” buyuran Peygamberimiz,

“Ok yarışı yapın, bedenen sertleşin, yalınayak yürüyün.”9

ifadeleriyle yürümenin faydasına dikkat çekmiştir.

Peygamberimizin (asm) bizzat kendileri Hz. Âişe annemizle birlikte iki sefer koşu yapmış, ilkinde Hz. Âişe kazanmış, ikincide ise kilo alması sebebiyle kaybetmiş ve koşuyu kazanan Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bu, önceki koşuya bedeldir; ödeştik.”10

Dikkat edildiğinde görüleceği üzere, sünnette var olan bu örneklerde öne çıkan ölçü ve prensipler; insanın kendi fiziksel kondisyonunu koruması yanında, asıl olarak hayatını, hayatiyetini, şerefini ve inancını koruması için, yaşadığı çağı itibarıyla bedenen güç kazanmak, güçlü olmak, savunma için ve dış düşmana karşı gücünü kullanma zarureti hasıl olduğunda buna önceden hazırlıklı olmaktır. Yani, sünnette yer alan spor çeşitleri gayeli, faydalı, hedefi belli oyunlardır. Bu arada kişi bundan hem zevk almakta, hem sağlıklı kalmakta, hem de dolayısıyla bir sünneti işleyerek sevap kazanmaktadır.

Yine, sünnette yer alan bütün bu spor çeşitlerinde genel İslâmî ölçüler de yer almaktadır. Yarış ve müsabakalarda taraflar arasında kine, nefrete ve düşmanlığa sebep olacak davranışlara meydan verilmemektedir. Ok atışı ve at yarışlarında kazanan ve kaybedenler birlikte gözetilerek dereceye girene teşvik mahiyetinde ödüller verilmekte, yarışı kaybedenlerin de kazanma gayreti içine girmeleri istenmektedir. Bu tür yarışlar hiçbir şekilde kumara yol açacak bir hale girmemektedir.

Sahabiler, işlerinde güçlerinde insanlardı, bir kısmı bilim ve eğitimle uğraşıyorlardı. Çoğu çoluk-çocuk sahibiydiler. Bu etkinlik ve meşguliyetler onların günlük işlerini, normal hayat seyirlerini, ibadet görevlerini ihmale götürmediği gibi, şimdiki tabirle "fanatik" bir taraftarlığa da yol açmıyordu. Çünkü onlar ne yaptıklarının farkındaydılar, niçin yaptıklarının şuurundaydılar ve ne kadar zaman ayırmaları gerektiğinin bilincindeydiler.

Sünnetteki genel ölçüler çerçevesinden bakılırsa yarış, koşu, yüzücülük, binicilik, atıcılık, güreş; günümüzde ise birer Uzak Doğu sporu olan judo, tekvando, karate ve eskrim gibi spor dallarından her biri, hem geliştirici, hem de geleceğe hazırlayıcı bir özellik taşıması açısından, imkânlar ölçüsünde gençlere öğretilmelidir. Bu spor dalları ve meşru çizgide kalan diğer oyunlar çocukluk döneminde bir gelişme ve eğlenceye vesile olurken, gençlik döneminde bir hareketlilik ve deşarjı temin eder, ileri yaşlarda ise durgunluğun doğuracağı çeşitli rahatsızlıklara karşı bir savunma ve korunma görevi yapar.

Bu oyun çeşitlerinden atıcılık, binicilik, yüzücülük, koşuculuk; gençlerimizi ilerideki mücadeleye hazırlaması itibarıyla samimi bir niyet ile yapılırsa bir tür ibadet de sayılacağından, diğer sporlara göre daha bir önem taşımaktadır.

Bugün hepimizin karşı karşıya olduğumuz, gözardı edemediğimiz ve görmezden gelemediğimiz bir spor gerçeği vardır. Spor etkinlikleri üzerinde düşünülürse, şu faydaları da temine vesile olduğu görülür:

Birleştirici rolü: Spor değişik düşüncede ve inançta yer alan insanları birleştiren, biraraya getiren, yer yer sevindiren, zaman zaman eğlendiren ve bazen de ağlatan bir özelliğe sahiptir. Ancak bunun da kendi sınırı içinde kalması gerekir. Bu sınır aşıldığı zaman fanatik taraftarlıklar sonucu kavgalara, bazen öldürmelere kadar varan olumsuzluklara sebep olunabiliyor. Bu sınırın korunmasında en önemli esas ise iman ve ahlâkın yapıcı ve birleştirici yönüdür.

Özellikle futbol karşılaşmalarından sonra görülen taşkınlıklar, sokaklarımızı istenmeyen manzaralarla doldurup taşırmaktadır. Dünya Kupası maçında yenilgiye uğrayan Japonya ve Güney Kore’nin centilmenliği, sükuneti ve sakinliği bize çok şey öğretmiş olmalıdır.

- Bu faydalarının yanında, spor, insana yaşama azmi, ibadet aşkı, ve çalışma şevki verir, gönül rahatlığı sağlar.

- İnsanın belli kabiliyetlerini geliştirir.

- Gençlerin enerjilerini boşaltmalarına vesile olur.

- Yerine göre bir tebliğ aracı olarak bile değerlendirilebilir. Dinî ve manevî değerlerine sahip olan sporcunun inancı, ahlâkı ve yaşantısı gençler için iyi bir örnek olabilir.

- Şuurlu hareket edilirse kollektif sporlar insanın medenîleşmesine sebep olur. Birlikte iş görmeyi, yardımlaşmayı, ortak hareket etmeyi temin eder. Ortak duygu ve düşüncenin ortaya çıkmasını ve paylaşımını sağlar.

- İnsanı disiplinli olmaya alıştırır, hareket ve faaliyet altında tutar.

- Ayrıca, spor iyi bir tanıtım ve reklam vasıtası olarak kullanılabilir. Spor sayesinde belli seviyede bir milletin kendine olan güveni tesis edilebilir. Devletlerin dış dünyada kendi gücünü göstermede bir araç olarak kullanılabilir.

Bu hususa bir misal olması açısından, son zamanlarda meselâ futbol, mazlum milletler, Asya ülkeleri ve Müslüman toplulukları için birbirlerine destek olma, sahip çıkma, birbirinin yanında yer alma, Batılı ülkelere karşı varlık gösterme gibi bir özellik de taşıdı. Dünya Kupası maçlarında Türkiye’nin kazandığı maçlar Müslüman ülkeleri ve milletleri ne kadar sevindirmişti.

İnsanın bedenen zarar görmesine yol açtığı için, İslâm âlimleri tarafından makbul bir spor olarak görülmeyen boks maçı bile bir tarihte İslâm dünyasında çok büyük bir heyecan oluşturmuştu. Altmışlı yıllarda Cassius Clay boks ringlerinde fırtına gibi eserken Müslümanlığını ilan etmiş, Cassius olan ismini Muhammed Ali olarak değiştirmiş, kendisini mazlum milletlerin, İslam dünyasının temsilcisi olarak görmüş ve gecenin geç saatlerinden sabaha kadar büyük bir ilgiyle izlenmiş, özellikle Müslümanları heyecandan heyecana taşımıştı.

Bugün dünya çapında oynanan spor oyunları, hangi adı taşırsa taşısın, asıl vatanı hangi ülke olursa olsun, gerek ferdî olarak, gerekse takım hâlinde oynanmasında bir sakınca söz konusu değildir. Ancak İslâm uleması yine insanın huzuru ve rahatı için şu hususlara dikkatimiz çekmiştir:

1. Oynarken ve seyrederken kötü sözlerin söylenmesine meydan verilmemeli.

2. Oynayanların ve seyredenlerin eğitimlerini ve zaruri işlerini terk etmeye varacak kadar zaman israfına yol açmamalı.

3. Oynanan oyunlar hiçbir şekilde (spor toto, spor loto ve altılı ganyan gibi) kumara alet edilmemeli.

4. Namaz ve oruç gibi farz ibadetlerin zamanında yapılmasına engel olmamalı.

5. İnsanın bedenen zarar görmesine ve ölümüne sebep olacak kadar tehlike arz etmemeli.

6. Çevreyi rahatsız edecek kadar aşırılıklara meydan vermemeli.

7. Kıyafet ve sair noktalarda, Kur’ân ve sünnetle ruhsat verilen ölçülerin dışına çıkmamalı.

DİPNOTLAR:

1. Ebu Dâvûd, Libas 21.
2. Müslim, İmaret 168.
3. Kenzü’l-Ummâl, 4:292.
4. Buhârî, Megazi 18.
5. Ebu Dâvûd, Salâ 6.
6. Buhârî, Cihad 78.
7. Ebu Dâvûd, Cihad 67.
8. Ebu Dâvûd, Cihad 67.
9. Mecmaü’z-Zevâid, 5:136.
10. Ebu Dâvûd, Cihad 67.

6 Kadın erkek el ele tutuşup folklör oyunları oynaması caiz midir?

Belli bir mesai sarf eden ve çalışan insanın dinlenmesi ve istirahat etmesi ne kadar hakkı ise, İslâm'ın yasakladığı sınırı aşmamak şartıyla, bazı oyun ve eğlencelerde bulunmak da mümkün ve normaldir. Ama bu oyun ve eğlencelerin bir ucu, dinimizin haram kıldığı şeyerden birisine yaklaşır ve bulaşırsa, o oyun meşruiyetini kaybetmiş olur.

Çeşitli adlarla yapılan “kültürel faaliyetler”de ve “spor müsabakaları”nda aynı şartları aramamız gerekir. Bunlar mubah ve meşru görülen daire içindeyse, haram olduğundan bahsedilemez. Meselâ bu faaliyetlerin bazısı erkek-kız karışık olarak icra edilirse, birtakım dinî mahzurları da beraberinde getireceği açıktır.

Çünkü dinen bir kimse ancak kendisine ebedî olarak nikâhı düşmeyen -anne, kız kardeş, hala, teyze gibi- kimselerle yalnız kalabilir, birlikte bulunabilir, elini tutabilir, konuşabilir. Bunun dışında, hayatî bir durum olmadığı müddetçe, bir erkeğin mahremi olmayan bir kadınla; kadının da mahremi olmayan bir erkekle birlikte bulunması, tokalaşması, elini tutması caiz görülmemiştir.

7 Çocuklara oyuncak bebek veya oyuncak hayvanlar almak caiz mi?

Cansızlara âit resimlerin mahzursuz olduğu bilinen bir hakikattir. Ancak canlıya âit resimler, oyuncak bebekleri, bahsedilen kurt, kuş resimleri çocukların oynamaları için olursa câiz olduğu kitaplarımızdaki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Peygamberimizin (asm) bizzat bir tatbikatından verilen örnek de bunun câiz olduğunu göstermektedir.

Nitekim Resûl-i Ekrem Hazretleri (asm) bir ağaç atla oynayan kız çocuğunu görünce menetmemiş, oynamasına müsaade vermiştir. Bunun gibi delilleri toplamış olan fakihler, çocuk oyuncaklarının cevazına kani olmuşlar, alıp satmanın haram olmadığı hükmünü istihrac etmişlerdir. Bu mevzuda bilgi veren Mısır Müftüsü Haseneyn Mahluf, (Şer’î Fetvalar) kıtabında özetle şöyle demiştir:

"İmam-ı Ebû Bekir bin Arabî, İmam-ı Nevevi, İmam-ı Kastalânî ve diğerleri, cisimli resimler edinmenin haram olmasında ulemanın ittifakını nakletmişlerdir. Yalnız bunlardan çocuk oyuncaklarını istisna etmişlerdir. Mücessem olsa bile Şâri, çocuk oyuncaklarına müsaade etmiştir. Bu oyuncaklar ister çamurdan, ister kumaştan, ister helvadan, ister pamuk ve odundan olsun farketmez; deve, at gibi oyuncak da olsa hepsi câizdir, demişlerdir."
 

8 Eşimle beraber sinemaya gidebilir miyim? Sinemaya gitmek, filim izlemek caiz mi?

Televizyon, bilgisayar ve oyunlar yapmak ve haram olmayan programlar yapmak ve izlemek haram değildir.

Sinema ve televizyon hem iyiye, hem kötüye kullanılabilir. Yani hükmü kullanılışına göre değişir. Televizyonun bizzat kendisi haram değildir. Faydalı programlar izlemek haram değildir. (Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II/188)

Bu meselenin bir kaç yönü vardır:

1. Öncelikle izlenen filimlerde müstehcen, İslam'a aykırı fikir ve davranışların olmaması gerekir. Aksi takdirde böyle filimleri seyretmek caiz değildir.

2. Kadının tesettürüne riayet etmesi gerekir.

3. Kendilerine nikah düşen kadınla erkeğin birbirlerine değecek kadar yakın oturmamaları gerekir. Esasen şüpheli şeylerden kaçınmak en güzelidir. Fitnenin kol gezdiği zamanımızda çok dikkatli olmalıyız.

Zararsız yolları tercih etmenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Günümüzdeki sinema ve konserlerin durumuna bakılırsa açıkça "gitmenin bir sakıncası yoktur" demek zor görünüyor.

Bununla beraber, yukarıda belirtilen sakıncalar yoksa gitmek haram olmaz.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Televizyon başında geçen 1095 saat...

- Televizyondaki görüntülere bakmak caiz mi?..

9 "Meşru dairede eğleniniz ve oynayınız. Ben dini yaşantınızda bir kabalığın (yobazlığın) görünmesinden hoşlanmıyorum." (Hadis-i şerif, Beyhaki) Meşru daireden ve kabalıktan kasıt nedir?

Evvela Beyhakî bu hadisin munkatı' yani senendinde kopukluk olduğundan zayıf olduğunu vurgulamıştır.(bk. Beyhakî, Şuabu'l-İman, 41. Bab, -el-Mektebe eş-şamile-, XIV/61). Sahih olması halinde, mübah/caiz olan eğlencelerle alakalıdır.

"Meşru daire" ifadesi hadiste yer almamaktadır. Ancak Beyhaki'nin de vurguladığı gibi, bu eğlencelerden maksat, meşru dairedeki mübah olan eğlenceler olduğunda şüphe yoktur. Meşru daireden maksat, İslam dininde meşru kabul edilen alan demektir.

İslam'da mübah görülen bütün eğlence türleri buna dahildir. Yüzmek, ok atmak, ata binmek, mızrak oynamak, düğünlerde, sevinç günlerinde def çalmak, halay çekmek, şartlarına uygun yarışmalar düzenlemek gibi hususlar, özetle İslam'da haram olmayan her eğlence türü buna dahildir.

Bediüzzaman'nın aşağıdaki ifadeleri de bu hadisin bir açıklaması gibi görünüyor:

"Madem helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette, gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffette, istikamette sarf etmek lâzım ve elzemdir."(Şualar, On Birinci Şua, s. 204).

"Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir, harama girmeye hiç lüzum yoktur."(Sözler, Altıncı Söz, s.29).

"Kaba" olarak tercüme edilen hadis metnindeki "ğilza" kelimesi, sert, kaba, katı, şiddetli, incelikten uzak, nazik olmayan gibi anlamlara gelir.

Bundan maksat şu olsa gerek: İslam dini, fıtrat dinidir. İnsanın yaratılışında var olan bütün ihtiyaçlarına cevap verir. Bu ihtiyaçları göz ardı eden, bağnaz, kaba incelikten uzak bir din değildir. Helal dairede nefislerin hoşuna giden eğlencelere de açıktır.

Hepimizin yanı başında olan televizyon ve radyoyu da bu anlamda değerlendirmek gerekir. Nitekim Bediüzzaman bu konuyu -özetle ve sadeleştirilerek- şöyle ifade etmektedir: O zaman televizyon olmadığı için radyo misaline dikkat çekilmiştir.

"Radyo insanlar için Allah'ın büyük bir nimetidir. Bu pek büyük nimete karşı insanlar, bir umumî şükür olarak o radyoları her şeyden evvel "kelimat-ı tayibe"/güzel, faydalı sözler olan başta Kur'ân-ı Hakîm ve onun hakikatlerini, iman ve güzel ahlâk derslerini vermek ve insanların lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair konuları işlemek için kullanmalıdır ki, o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, insanlık camiasına zararlı düşer."

"Kuşkusuz, insanlar hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere, nefsin hoşuna giden eğlencelere de ihtiyacı var. Fakat bunlar, genel programlar arasında ancak beşte biri olabilir. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur. Hem insanların tembelliğine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verir. İnsanlar için büyük bir nimet iken, büyük bir bela, bir musibet olur. İnsanlara çok elzem olan gerekeli çalışma ve teşebbüs şevkini kırar. Ne var ki, günümüzde Allah'ın verdiği bu gibi teknoloji nimetlerini, dünya ve ahiret mutluluğunu netice veren İlmî, ahlakî, sosyal, ekonomik ve benzeri alanlarda kullanmak gerekirken, bunlara ancak onda bir pay ayrılmıştır. Umarız ki, insanlar ileride -inşallah- bu hatalarını tamir edecektir." (bk. Emirdağ Lahikası, I/67-68).

10 Dinimizin tiyatro hakkındaki hukmü nedir?

"Tiyatro" kelimesi piyesin temsil edildiği yere denildiği gibi, sahneye konulan oyuna da denir. Soruda adı geçen kelimeden bu mânâ kasdedilir. "Tiyatro", bu mânâda hakka, doğruya hizmet ederse caizdir. Çünkü o, hakiki veya hayali bir olayı canlandırmaktan, şöyle böyle oldu demekten ibarettir.

Fakat hakka, doğruya değil, batıla ve şehvete hizmet edip dinleyicilerin ahlâk ve geleneklerini ifsâd ediyorsa dinen caiz değildir. Sinema ve televizyon hem iyiye, hem kötüye kullanılabilir. Yani hükmü kullanılışına göre değişir. (Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar II.188)

Tiyatro, olayları, fikirleri, düşünceleri sahnede canlandıran bir sanat türüdür. Bu sanat bir açıdan temsil ve kıssalarla bazı gerçekleri anlatan bir fenomendir. Buna göre, her araç gibi, tiyatro da belli bir amaca hizmet eden görüntülü bir anlatım aracı, bir anlatım metodudur. Araçların değeri, hizmet ettikleri düşünceye paralel olarak kendini gösterir.

O halde, kötü bir düşünceyi canlandırmak için kullanılan bir tiyatro sanatı, tabiatıyla kötü; iyi düşünceye hizmet eden ise, iyi olarak kabul edilir.

"İnsanlarla mücadelende en güzel bir üslup kullan." (Nahl, 16/125)

ayetinden, insanlarla olan münasebetlerimizde güzel ve etkin bir anlatım metodunun önemini anlamak mümkündür.

"İnsanların en iyisi, insanlara yararlı olandır." (Keşfü'l-Hafâ, I/393).

hadisinde ifade edildiği üzere, insanların din ve dünyaları için faydalı olan her türlü modern teknolojiden faydalanabiliriz. Kulluk görevlerimizi yerine getirmeye engel olmadığı sürece, modern teknolojiye dayalı her türlü sanattan istifade etmek lazımdır.

11 Kinayeli anlatım yalana girer mi ve şakalaşmak caiz mi?

Şunu öncelikle ifade edelim ki, Cenab-ı Peygamber (asm)’ın hayatında şakaya bolca yer vardır. Bu düşünceyi teyit babından Hz. Enes (ra) şöyle buyurur:

“Resulullah, çocuklarla şakalaşmada insanların en önde olanı idi."

Hz. Peygamber (asm) şaka / latife yaparken belli ölçülere riayet ederdi:

a. Şaka bile olsa sadece doğruyu söylerdi.

b. Şaka da olsa, gereksiz yerde münakaşa etmezdi.

c. İnsanları korkutmazdı.

d. Alay ederek şakalaşmazdı.

Hz. Peygamber (asm) gibi, O’nun engin müsamahasından bir örneği olsa gerek, sahabe de şaka / latife yapardı.

İnsan şahsiyetini, onurunu rencide eden bütün söz ve hareketler, kul hakkını çiğnemektir. Toplum düzeni, bütün fertlerin haklarına riayet ve onlarla ünsiyet etmekle, görüşüp anlaşabilmekle sağlanır. Kendi hakkının çiğnenmesini arzu etmeyen insanın, bir başkasının hakkını gözetmesi kaçınılmazdır. Hukuka riayeti temin için Yüce Allah, insanların mallarına tecavüzü haram kıldığı gibi, insan şahsiyetini kırıcı olan her türlü alayı, gıybet, yalan, iftira, dedikodu ve benzeri sözlü tecavüzleri de haram kılmıştır. Bu cümleden olmak üzere çoğu kere muhatabı küçük düşürecek şekilde yapılan fiilî ve sözlü şakalar da Hz. Peygamber (asm)'in hadîsi ile yasaklanmıştır:

"Kardeşinle mücadele ve şaka etme." (Tirmizî, Birr, 58).

Mizahı çok yapan bazı sahabe hakkında Kur'anî hüküm de (Hadîd, 57/16) nazil olmuştur. Yalanla eş anlamlı şakalar, bizzat yalan olduğu için haramdır. Ancak şaka, yalan, alay, hakaret gibi aşağılayıcı manada olmamak ve aşırı gitmemek kaydıyla yapılırsa buna müsaade edilmiştir.

Hz. Peygamber (asm) ve ashabının arkadaşlarıyla şakalaştığı görülmüştür. Ebû Hureyre'den:

Ashab, Rasûlullah'a, "Ya Rasûlullah, sen de bizimle şaka yapıyorsun." dediler. Rasûlullah buyurdu:,

"Ben sadece doğruyu konuşurum, haktan başka bir şey söylemem." (Tirmizî, Birr, 57)

İbn Abbas'tan:

Bir adam, "Allah Rasûlü şaka yapar mıydı?" diye sordu.

"Evet." diye cevap verdim.

"Peki Rasûlüllah nasıl şaka yapardı?" deyince, "Hz. Peygamber (asm) hanımlarından birisine geniş bir elbise giydirdi. 'Bu elbiseyi giy, Allah'a şükret, eteğini de gelin eteği gibi sürü.' buyurdu, dedim."

Hz. Enes'ten:

Allah'ın Rasûlü, insanların en güzel ahlâka sahip olanı idi. Ebu Umeyr adında bir kardeşim vardı. Rasûlüllah gelip kardeşimi görünce

"Ebû Umeyr, kuş ne yapıyor?" diye sorardı. Kardeşim kuşla oynardı.

Bazı namaz vakitlerinde Rasûlüllah bizim evde olur, bir seccade serilmesini emreder, seccadeyi süpürür ve sular, sonra üzerinde namaza dururdu. Biz de arkasında namaz kılardık. Seccade, hurma lifinden yapılmıştı.

Enes b. Mâlik'ten:

Bir adam, Rasûlüllah'ın yanına geldi, onu devesine bindirmek istedi, Rasûlüllah da,

"Biz de seni dişi devenin yavrusuna bindirelim." dedi. Adam,

"Ya Rasûlüllah, devenin yavrusuna nasıl bineyim?" diye sorunca, Rasûlüllah,

"Bütün develeri dişi deve doğurmaz mı?" buyurdu.

Hz. Enes'den:

Zahir adında bir bedevî, çölden Rasûlüllah'a hediyeler getirmişti. Dönüp gitmek isterken, Rasûlüllah da ona hediyeler verdi ve;

"Zahir, bizim çölde yaşayanımızı temsil eder, biz de onun şehirde yaşayanını temsil ederiz." buyurdu. O, çirkin biri olduğu halde, Rasûlüllah onu çok severdi. O, alışveriş ederken Rasûlüllah (asm) arkasından gelir, onu kucaklar, kendisini adama göstermez ve

"Ben kimim?" diye sorardı. Adam döndüğü zaman Rasûlüllahı tanır, sırtını Rasûlüllah'ın göğsünden ayırmazdı. Rasûlüllah

"Bu köleyi kim satın alacak?.." diye sorar, adam da

"Ya Rasûlüllah, o halde beni değersiz buluyorsun." derdi. Rasûlüllah (asm)

"Allah katında değersiz değilsin, onun katında değerin yüksektir." buyururdu.

Enes (r.a) "Rasûlüllah hanımlarıyla beraber olduğu zaman insanların en hoşu ve en şakacısıydı." demiştir. Peygamberimiz (asm) fazla tebessüm etmeyi ve nezaketle şaka yapmayı severdi.

Aişe vâlidemiz anlatır:

"Bir gün Allah'ın Resûlu benimle koşarak yarıştı ve ben kendisini geçtim. Zamanla şişmanladığımda benimle tekrar koştu ve bu sefer beni o geçti."

Yine bir gün Âişe vâlidemizle Hz. Sevde annemiz Peygamberimiz (asm) ile bir yemekte bulamaç aşını yerken Sevde (r.a) "Bu yemeği sevmiyorum." dedi. Âişe (r.a): "Yemezsen yemeği yüzüne sürerim." dedi. Bu konuşma esnasında önce Hz. Âişe, Hz. Sevde'nin yüzüne, sonra Hz. Sevde, Hz. Âişe'nin yüzüne birer parmak bulamaç sürerek şakalaşmışlar, Hz. Peygamber (asm)de bunları devamlı bir gülümsemeyle izlemiştir.

Hz. Süheyb anlatıyor:

Gözüm ağrıdığı halde hurma yiyordum. Bunu gören Hz. Peygamber:

"Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?" dediler. Ben de:

"Ey Allah'ın Rasûlü, ben ancak ağrımayan tarafla yiyorum." cevabını verince Rasûlüllah azı dişleri görünecek derecede tebessüm ettiğini gördüm.

Sahâbe'den Nüeyman el-Ensarî (r.a) şakacı bir kimseydi. Medine'ye tâze meyve ve süt gelince hemen onlardan alıp Rasûlüllah'a getirerek,

"Ey Allah'ın Rasûlü, bunu senin için satın aldım ve sana hediye ettim." derdi. Birkaç gün sonra malın sahibi Nüeyman'dan malının bedelini istediği zaman, o kişiyi Resûlüllah'a getirip:

"Ey Allah'ın Resûlü, şu adamcağızın mallarının bedelini versene." derdi. Rasûlüllah da

"Ey Nüeyman, sen onu bize hediye etmedin mi?" diye sorduklarında, Nüeyman:

"Ya Rasûlüllah, alırken onun parası yanımda yoktu. Senin de ondan yemeni istiyordum, onun için alıp getirdim." deyince, Rasûlüllah güler ve parasını verirdi.

İşte bunlar sevimli şakalardır. Sınırları taşmamak, başkasını incitmemek şartıyla arada sırada bu tür şaka yapmak müstehaptır. Az ve yerinde olan şakayı Peygamber Efendimiz (asm) de tasvip etmişlerdir. Ancak, şakaların devamlı yapılmasından sakınmak gerekir. Bir kısım mübahlar vardır ki onlara devam edildiği takdirde günaha dönebilirler. Şakanın eziyet, sıkıntı verici ve rahatsız edici olanı yasaktır.

Hz. Peygamber (asm) ve ashabının yaptığı bu tür şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardır. Böylesi şakalar ise insanlar arasında muhabbeti arttırır. Ancak her işte olduğu gibi şakada da aşırı gitmemelidir.

El şakaları ve öldürtücü, yaralayıcı aletlerle yapılan şakalar tehlikeli olabileceğinden yasaklanmıştır.

"Her kim kardeşine -isterse ana baba bir kardeşi de olsa- (korkutmak üzere) demirle işaret ederse, onu bırakmaya kadar melekler o kimseye lanet ederler."

"Sakın sizden biriniz (din) kardeşine silah ile işaret etmesin. Çünkü işaret eden kimse bilmez ki belki Şeytan o silahı elinden kaydırır, işaret edilen adamı vurur da bu yüzden cehennemden bir çukura yuvarlanır.” (Riyâzu's-Salihîn, III/293).

Kocanın eşi ile şakalaşması ve oynaşması, aralarındaki sevgiyi arttıracağı için tasvip, hatta teşvik edilmiştir. (Ebû Davud, Edeb, 84, 85,149; İbn Mâce, Cihad, 40; Ahmed b. Hanbel, II/352, 364, 3/67, 5/32).

Ayrıca kinayeli bile olsa alayımsı konuşmak dinen uygun değildir. Hem kul hakkına hem de Allah hakkına girer. Kötü olduğunu bile bile alaycı bir tavırla "Ne güzel olmuş!.." demek gibi. Alaycı tavır ve konuşmalardan sakınmak gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Yalan söylemek haramdır; ancak zor durumda kaldığımızda ne yapmalıyız? ...

12 Kadının düğünde erkeklerle halay çekmesi caiz mi?

Evlenmek Peygamberimizin (asm) hem kavlî, hem de fiilî sünnetidir. Bunun için evliliğin bütün safhaları; nişandan nikâha, çeyizden düğüne kadar nasıl olacağı, nasıl yapılacağı, nelere dikkat edilmesi gerektiği bütün teferruatıyla hadislerde bildirilmiştir. Düğün merasimi de evliliğin önemli bir safhasıdır.

"Düğünlerinizi mescitlerde yapınız."1

hadis-i şerifi, düğünlerde nelere dikkat edilmesi hususunda önemli bir ölçüyü vermektedir. Demek ki, mescidde yapılması yasak olan şeyler, düğün merasimlerinde de yasaktır. Diğer bir ifade ile, mescitlerde yapılamayan, düğün salonlarında da yapılmamalı.

1 Feyzü'l-Kadîr, 2: 11; Hadis no: 1198.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kadın erkek birlikteliğinde dikkat edilmesi gereken konular nelerdir? Kız arkadaşlarla konuşmanın bir sakıncası var mıdır? ..

13 Futbol oynamanın sakıncası var mıdır? Çünkü oynayanlar şort giydiği için avret yerlerinin bir kısmı görünüyor. Dinen hükmü nedir?

Boş yere geçen her ânın pek çok fırsatları da beraberinde götürdüğü kabul etmemiz gereken bir gerçektir. Çünkü insanın vakti dünyanın ömrüne nisbetle çok az ve kısadır. Bu bakımdan, tek bir saniyesi dahi altından daha kıymetli olan zamanın, ebedî hayata nur ve ışık tutacak meşguliyetlerle geçmesi gerekir. Bunun için, mü’minin ibadeti ve işi bir hayır üzere olduğu gibi, geriye kalan zamanı da manasız olmamalı, meşru dairede yaşanmalıdır. Tâ ki, bir taraftan kazanırken, diğer yandan kaybetmiş olmasın.

Zamanımızda, insanın zamanını katleden o kadar lüzumsuz meşguliyetler vardır ki, bunlardan birçoğu maddî ve mânevî gelişmeye sahip olmadığı gibi, insanı yaratılış hikmetinden uzaklaştırdığı da bir gerçektir. İşte, insan bu çeşit gayesiz ve hedefsiz şeylerden kendisini ne kadar çekip çevirse o derece kâr içinde olur.

“İki şey vardır, insanların çoğu onun değerini bilmezler: Sıhhat ve boş vakit.”(Buhari, Rikak 1; Tirmizi, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15)

Belli bir mesai sarf eden ve çalışan insanın dinlenmesi ve istirahat etmesi ne kadar hakkı ise, İslâm'ın yasakladığı sınırı aşmamak şartıyla, bazı oyun ve eğlencelerde bulunmak da mümkün ve normaldir. Ama bu oyun ve eğlencelerin bir ucu, dinimizin haram kıldığı şeyerden birisine yaklaşır ve bulaşırsa, o oyun meşruiyetini kaybetmiş olur.

Çeşitli adlarla yapılan “kültürel faaliyetler”de ve “spor müsabakaları”nda aynı şartları aramamız gerekir. Bunlar mubah ve meşru görülen daire içindeyse, haram olduğundan bahsedilemez. Meselâ bu faaliyetlerin bazısı erkek-kız karışık olarak icra edilirse, birtakım dinî mahzurları da beraberinde getireceği açıktır.

Çünkü dinen bir kimse ancak kendisine ebedî olarak nikâhı düşmeyen -anne, kız kardeş, hala, teyze gibi- kimselerle yalnız kalabilir, birlikte bulunabilir, elini tutabilir, konuşabilir. Bunun dışında, hayatî bir durum olmadığı müddetçe, bir erkeğin mahremi olmayan bir kadınla; kadının da mahremi olmayan bir erkekle birlikte bulunması, tokalaşması, elini tutması caiz görülmemiştir.

Sportif faaliyetlerde de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Namaz geçirilmeyecek, kumara girmeyecek ve vücudun bir başkasına gösterilmesi caiz olmayan yerlerinin açılmasına meydan verilmeyecekse dinî bir mahzurdan söz edilemez.

Dinimiz gerek faydalalığı, gerekse görünüşte bir faydası olmasa da zararsız oluşu bakımından, ok atmak, mızrak kullanmak, güreş, yüzme, koşu ve at yarışları gibi oyunları meşru kılmıştır. Hattâ bunlardan bazıları da sünnettir.

Hz. Rukâne’nin Müslüman olmasına, Peygamberimiz (asm) ile güreşmesi ve üç defasında da Peygamberimizin kendisini mağlûp etmesi vesile olmuştur.1

Yine Peygamberimiz (asm)'in Hz. Âişe ile yarıştığı, müteaddit defalar onu geçtiği de rivayet edilmektedir.2

Keza Peygamberimiz (asm) Habeşlilerin gösterdiği mızrak oyunlarını Hz. Âişe ile birlikte seyretmiş ve bu tip eğlencelerin caiz olduğunu bizzat kendi hayatında göstermiştir.

Cihad meydanlarında mücahitlerin yardımcısı olan atı övmüş ve savaştan önce tertiplenen at yarışlarında birinci gelenlere çeşitli armağanlar vererek bu sporu desteklemiştir. Burada esas gaye, cihada hazırlık yapmaktır. Savaş öncesi bir eğitim ve idmandır.

Fakat İslâm'ın meşru kıldığı bazı oyun ve eğlencelerde bugün bazı uygulamalarla helâl dairenin dışına taşılmıştır. Meselâ, güreş, yarış ve yüzmede başkalarına gösterilmesi haram olan yerlerin açılması gibi.

Bazı oyunlar da kumara âlet edilmektedir. At yarışları, piyango, spor-toto-loto ve karşılıklı bahis bunlardan bazılarıdır.

Piyango, iddia ve spor toto gibi oyunlar zaten kumar sayılmaktadır. Zira kumarın bütün özelliklerini içinde taşıyor. Piyango şeklindeki kumarın İslam öncesi Cahiliye devrinde de olduğu bilinmektedir. Onlar oklar üzerine işaretler koyar, oktaki çıkan işarete göre para alırlardı. İslâmiyet kumarın herçeşidini haram kıldığından, piyango da bunların içindedir. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

“Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzuk durun ki kurtuluşa eresiniz.”3

İslâmiyet böylece ortaya mal ve para konarak oynanacak hiçbir şans oyununa izin vermemiştir. Eğer fakirlere, zayıflara ve düşkünlere yardım edilecekse, bu tip kurumlar kanalıyla olmasına gerek yoktur. İslâm'ın hukuk, toplum ve ahlâk düzeni, kimsesizleri korumak, hayır müesseselerini yaşatmak için kumar tertibine ihtiyaç duymamaktadır.

Karşılıklı bahis ve iddialaşmak gibi tertip ve oyunlar da aynı şekilde kumar sayılmaktadır. Meselâ, iki kişi yarışa çıkmadan önce birisi, “Eğer beni geçersen sana şu kadar vereceğim, şayet ben seni geçersem bana şu kadar vereceksin.” derlerse, böyle bir bahis kumara girer. Ancak tek taraflı olursa caiz olur. Yani taraflardan birisi, ”Beni geçersen sana şu kadar vereceğim, fakat ben seni geçersem sen bana birşey verme.” der ve anlaşırlarsa böyle bir iddia meşrudur. Bu parayı alan kimsenin onu kullanması caizdir.

Top oyunlarında da, namazın geciktirilmesine veya terkine, başkalarına gösterilmesi caiz olmayan yerlerin açılmasına meydan verilmediği, vücudun yaralanmasına ve sakatlanmasına sebep olmadığı müddetçe bir mahzurdan söz edilemez. Bu hususlardan birisi söz konusu olunca meşru olmaktan çıkar.

Dipnotlar:

1. Tirmizî, Libas: 42.
2. İbni Mace, Nikâh: 50.
3. Mâide, 5/90.

(bk. Mehmed PAKSU, İbadet Hayatımız-1)

14 Konsere ve benzeri yerlere gitmek caiz mi?

Bu meselenin bir kaç yönü vardır:

1. Öncelikle dinlenen müziğin dinen haram sayılan müziklerden olmaması gerekir. Aksi takdirde böyle konsere gitmek caiz olmaz. Ayrıca konser veren kadın ise erkeğin dinlemesi caiz olmaz.

2. Kadın her zaman olduğu gibi tesettürüne riayet etmelidir.

3. Başka kadınla erkeğin birbirlerine değecek kadar yakın oturmamaları gerekir.

Esasen şüpheli şeylerden kaçınmalıdır. Fitnenin kol gezdiği zamanımızda çok dikkatli olmak gerekir. Zararsız yolları tercih etmenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Günümüzdeki konserlerin durumuna bakılırsa açıkça "gitmenin bir sakıncası yoktur" demek mümkün değildir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Dinimizin müzik dinleme konusundaki ölçüsü nedir? Bazı ilahi ve ezgiler var ki sanki bazen dünyevi bir müzikmiş gibi...

15 Sadece kadınların bulunduğu bir ortamda, kadınların kendi aralarında herhangi bir müzik eşliğinde eğlenmesi caiz mi? Bunun belli bir süresi var mı?

Peygamberimiz (asm) döneminde kadınlar kendi aralarında def çalıp oynamaktaydılar. Bunun süresi de on beş dk. değil daha fazla idi. Yani bu konuda bir sınırlama yoktur.

İslâm dininde düğün gibi şenlikler için erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı olmak şartıyla kendi aralarında İslâm'ın yasaklamadığı şarkı, türkü ve şiir söyleyip oynamalarında bir sakınca yoktur.

Hazreti Aişe (ra) şöyle anlatıyor:

"Benim yanımda iki cariye şarkı söylerken Ebû Bekir (ra) eve girdi. "Resûlüllah'ın evinde şeytan çalgısı olur mu?" diyerek kızdı. Bunun üzerine Allah'ın Resulü (asm) buyurdu ki: "Onları bırak, bu günler bayramdır."

Peygamber (asm) bir hadiste de şöyle buyurur:

"Nikâhı ilân edip onun için def çalınız."

Başka bir hadiste şöyle buyuruyor:

"Şiir normal söz gibidir. İyisi iyi, çirkini çirkindir." (1).

Şarkı, fahiş ve gayri ahlakî olursa haramdır.

Kadınların kendi aralarında ahlâka aykırı olmamak şartıyla şiir ve şarkı söylemelerinde, defle oynayanları seyretmelerinde bir mahzurun olmadığını Müslim’de geçen aynı babdaki hadislerden öğrenmekteyiz.

Bir bayram günü Ensar kadınlarının def eşliğinde kahramanlık şiirleri söyleyip eğlenmelerini duyan Hz. Ebû Bekir (ra), onlara engel olmak istemişti. Fakat Peygamberimiz (asm.),

“Yâ Ebâ Bekir, her milletin bir bayramı vardır; bu da bizim bayramımızdır.”

buyurarak onları kendi hallerinde bırakmalarını tavsiye etti.(2)

Bunun için bu çeşit meselelerde İslâm'ın kabul edip hoş karşıladığı ruhsat ve cevazları reddetmemeli, insanların meşru dâiredeki eğlencelerine engel olucu bir teşebbüse girilmemelidir. Çünkü müziğin ve her türlü dansın ayyuka çıktığı günümüzde, meşru çerçevede kalarak tertip edilen merasimler gençlerin hevesatını müsbete kanalize etmeye vesile olacağından faydalıdır.

Kaynaklar:

1. el-Mühezzeb, II/326-328.
2. Müslim, İydeyn 16-22; Buhârî, İydeyn 25.

(Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar II/191)

İlave bilgi için tıklayınız:

Dinimizin müzik dinleme konusundaki ölçüsü nedir? Bazı ilahi ve ezgiler var ki sanki bazen dünyevi bir müzikmiş gibi...

16 Satranç oynamak haram değilse, haram olduğunu bildiren hadisleri nasıl değerlendirmeliyiz?

- Bütün bu hadislerin sahih olup olmadığını araştırmaya şimdiki vaktimiz uygun değildir. Ancak bu rivayetler için gösterilen kaynaklar, hadisin sıhhati için yeterli değildir. Çünkü bunlarda sahihler yanında zayıf ve uydurmalar da vardır. Kaldı ki, söz konusu rivayetlerin önemli bir kısmı alimlerin kendi yorumlarıdır.

Heysemi, satrançla ilgili bir hadis rivayetine yer vermiş, onun da zayıf olduğunu belirtmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, h. no:13263)

- Satranç haram olan kumara vesile yapılarak oynanırsa, haram olduğunda alimler görüş birliğindedir. Çünkü harama alet olmuştur. Harama alet olan şey ise haramdır. Ama kumar sayılacak bir şekilde oynanmıyorsa, yani araya bir şeyler koymadan, sırf zihin jimnastiği olmak veya yarışma yapmak için oynanıyorsa, bu konuda İslâm hukukçuları farklı görüşler belirtmişlerdir.

Hanbeli hukukçuların sahih olan görüşü de satrancın her ne olursa olsun haram olduğu şeklindedir. Ancak Hanbelîlerin diğer görüşüne göre, oynarken araya bir şey konmazsa, farzı terke ve haramı işlemeye sebep olmazsa satranç oynamak mekruhtur. (İbn Kudame, el-Muğnî, IX, 171)

Hanefî ve Malikilere göre satranç tahrimen mekruhtur yani harama yakındır. (el-Bâci, el-Münteka, VII, 278; İbn Abidin Haşiyesi, VI, 394).

Hanefîlerden İmam Ebû Yusuf'a göre de satranç mubahtır / günahı yoktur. (İbn Abidin Haşiyesi, VI, 394)

- Soruda geçen hadis rivayetlerinin değerlendirilmesi açısından da önemli bir nokta şudur ki, bazı alimlerin Satrancı haram görmemelerinin nedeni, bu konuda onun haram olduğunu gösteren sahih bir hadis rivayetinin olmamasıdır. Kaldı ki, İbn Abbas, İbn Zubeyr, Ebu Hureyre ve said b. Museyyeb’den bunun caiz olduğunu hatta kendilerinin de oynadığını gösteren rivayetler de vardır. Kaldı ki bunun zekâyı geliştirdiğine dair bilgiler de vardır. (Zuhayli, a.y; Nevevî, el-Mecmu, 20/239)

İbn Hacer Heytemi kendisi -bir senetle değil- Deylemi’nin rivayetini nakletmiştir. (ez-Zevacir, Daru’l-Fikr, 1407/1987, 2/392) Deylemi’nin rivayetlerinin durumu bellidir.

Bununla beraber, İbn Hacer, satrancın tavla gibi olmadığını, onun dakik bir hesap ve sağlam bir fikir jimnastiğine dayandığını belirtmek suretiyle onun haram olmadığına dikkat çekmiştir. (bk. İbn Hacer, Tuhfetu’l-Muhtac, Beyrut, 1357/1983, 10/216)

İbn Hacer’in şu mealdeki ifadeleri de dikkate değer:

“Satrancın kötülüğü hakkında gelen birçok rivayeti dikkate alan üç mezhep alimleri bunun haram olduğunu söylemişlerdir. Ancak, Hadis Hafızları, bu konuda ne sahih ne de hasen hiçbir rivayetin olmadığını bildirmişlerdir. Sahabenin büyüklerinden bazı kimseler satranç oynadığı gibi, Tabiin ve ondan sonra gelenlerden sayısız kimseler satrancı oynamışlardır. Hatta Said b. el-Müseyyeb de arasıra satranç oynuyordu." (İbn Hacer, Tuhfe, 10/217)

- İslam alimleri bazen bağlı bulundukları mezhebin görüşü doğrultusunda yorum yapar ve zayıf olan hadisleri de bir şekilde kabul ederler.

Buna bir misal; “Satranç oynayan melundur.” hadisi konusunda yapılan yorumlardır. Mesela, Şafii olan İmam Nevevî bu hadis rivayetinin sahih olmadığını belirtmiştir. Fakat Hanefi olan el-Kari, “bu zayıftır, fakat onu destekleyen başka mürsel rivayetler de vardır” anlamına gelen bir yorumu tercih etmiştir. (krş. Aclûnî, 2/276)

Halbuki, en büyük hadis otoritelerinden biri kabul edilen Sehavi de bu rivayetin zayıf olduğunu ve bu konuda Merfu/Peygamberimize ait hiç bir sahih rivayetin bulunmadığını belirtmiştir. (Aclunî, a.y; Sehavî, el-Mekasıdu’l-Hasene, h. no:1175).

- İmam Nevevi, satrancı tavla gibi görenlerin yanlış olduğunu söylemiştir. (Mecmu, 20/228)

İlave bilgi için tıklayınız:

- SATRANÇ.
- Satranç ve tavla oynamak caiz midir?

17 Bayanlar arası eğlencede damatla gelin dans edebilir mi?

Düğünlerde damadın, kadınların rahatça hareket ettikleri ve genellikle de tesettüre riayet etmedikleri bayanlara mahsus özel salona girip gelinle oynaması veya dans etmesi uygun olmaz. Kına gecesi eğlenen bayanların yanına damat da dahil hiçbir erkek giremez.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Kadınlar arasında düğünde oynamak günah mı?..

18 Kadın erkek karışık, plaj gibi yerlerde cankurtaran olmak caiz midir?

Rapor alarak veya başka bir yoldan bu işten kaçınmak mümkün ise, onu kullanarak kurtulmaya bakmalısınız.

Bu mümkün değilse meşru olan işinizden, ekmek kapınızdan mahrum olmamak için, isteğiniz dışında verilen bu işi, gözünüzü mümkün olduğu kadar sakınarak yaparsınız. Maksadınız, "denizde boğulan var mı?" diye bakmak olmalıdır.

Başka iş bulduğunuzda ise, bu işi terk edersiniz.

19 Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün İsrailogullarından birilerinin düğününe rasgeldiğinde, onlar çalgıyı kesince, "Niye devam etmiyorsunuz, bu sizin kendi kültürünüz." demiş midir? Bu konuda hadis var mıdır?

İsrailoğullarıyla ilgili bir düğün bilgisine rastlayamadık. Ancak oyun, eğlence konusunda hadisler vardır. Bunlardan birisi şöyledir:

Hz. Aişe (ra) anlatıyor:

"Habeşliler Mescitte oyun oynuyorlardı. (Bir rivayette mızraklarla oynuyorlardı). Hz. Peygamber (a.s.m), beni abasıyla örtmüştü ve ben de onları seyir ediyordum. Derken, Ömer onları azarlamaya başladı. Hz. Peygamber (a.s.m) ise onlara: "Siz oyununuza devam edin, ey Erfide (Habeş) oğulları!" diye buyurdu.(bk. Buharî, salat,69, Îdeyn, 25; Cihad, 79; Müslim, Îdeyn, 17-21; Nesaî; Îdeyn, 35).

Bazı rivayetlerde, Hz. Ömer (ra)'in onları azarladğın görünce, Hz. Peygamber (a.s.m), ona "Ya Ömer, onları bırak oynasınlar, onlar Erfide/Habeş oğllarıdr."(Müslim; Nesâî, a.g.y.).

Serrac'ın yaptığı rivayete göre, Hz. Peygamber (a.s.m), sözlerine şunu da eklemiştir;

"Bunu Yahudiler görsün de, dinimizin nasıl bir hoşgörü dini olduğunu, benim de nasıl hoş görülü bir tevhit diniyle gönderildiğimi anlasınlar."(bk. İbn Hacer, Fethu'l-Barî, II/444).

Belki de soruda yer alan İsrailoğullarıyla ilgili husus, bu son rivayet şeklinden kaynaklanmıştır. Ancak hadiste çalgı tabiri yoktur.

20 Sirke gitmek, cambaz izlemek caiz midir? Hangi sporları izlemek caizdir?

Dünyadaki beşerî hayatın tabii bir şekilde devamı, hayvanları da içine almaktadır. Gıda, libas, nakil gibi en zarurî ihtiyaçlarımızın giderilmesinden, tezyinat ve süslenmeye varıncaya kadar hayvanlardan yararlanmaktayız.

Hayvanları insanların hizmetine veren ve çeşitli şekillerde onlardan faydalanılmasını helal kılan Allah Teala, buna karşılık hayvanlara şefkat ve merhamet gösterilmesini ister. Hz. Peygamber (asm) 

“Merhamet edene Allah da merhamet eder. Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.” ( Ebu Davud, Edeb 58 )

anlamındaki hadisleriyle, insanları hayvanlara karşı iyi davranmaya yönlendirdiği gibi aksi davranışlarda bulunanları da ikaz etmiştir. Devesini aç bırakan ve yoran kişiye de,

“Allah’tan kork, yemini güzel ver ve ona zor gelen işleri yükleme." buyurmuştur. (Ebu Davud, Cihad 44)

Hz. Peygamber (a.s.m)’in bu söz ve uygulamaları çerçevesinde, hayvanlara karşı yapılması gereken hususları şöylece belirtmek mümkündür:

Hayvanların hayat haklarına riayet etmek, beslenmelerine özen göstermek, temizlik ve bakımlarını yapmak, yavrularına ihtimam ve hayvan neslinin korunmasına dikkat etmek, fazla yük vurmamak, hayvanları fıtrî vazifelerinde kullanmak, onlara eziyet etmemek ve benzeri hususlardır.

Günümüzde sirklerde yaygın olarak eğitilmiş çeşitli hayvanlar gösteri amaçlı kullanılmaktadırlar. Hayvan hakları ile ilgili yukarıda ifade edilen hususlara dikkat etmek şartıyla, eğitilmiş hayvanların sirklerde akrobasi amaçlı kullanılmasında ve bu gösterilerin izlenmesinde dini bir sakınca yoktur.

Ayrıca sirk gösterilerinde gösteri yapan erkek ve kadınların bakılması haram olan yerlerinin açık olmaması, gösterilerin ve konuşmaların İslamın ruhuna aykırı bulunmaması gibi durumlara da dikkat etmek gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Spor yapmak caiz mi?..

21 Nevruz bayramını kutlamanın ve tatlı yemenin bir sakıncası var mıdır?

1) Daha önceki cevabımızda “Biz şahsen, aklı başında hiçbir Müslümanın Nevruzu veya Yılbaşını tazim etmek, Hristiyanlık veya Mecusilik dinine göre bir ibadet niyetiyle kutladığını düşünemiyoruz. Bu sebeple, kanaatimize göre, bu tür eğlencelere katılanlar günahkâr olabilir, fakat kâfir olmazlar” ifadesi kullanılmıştır. Günahkar olmak, haram işlemekten kaynaklanır.

2) Hz. Ali’ye bir adam bir gün bir nevruz hediyesi getirir. Hz. Ali bunun sebebini sorunca da  adam, “Bu gün nevruzdur, bu hediyeyi bunun için getirdim.” der. Hz. Ali buna itiraz etmediği gibi, “Her gün bu fuyruz/feyruzu yapın (her gün böyle güzel hediyelerle hediyeleşin)" demiştir. (Beyhaki, es-Sünenu’l-Kübra, 9/392)

Bu ifadeden anlaşılıyor ki, Nevruz Bayramı niyetiyle yapılmış bir tatlıyı aynı günde de yemek haram değildir. Bu gibi gayri İslamî bayramlarda  önemli olan ilgili bayramın kutlandığı dinin bir ritüeli olduğu için katılmaktan kaçınmaktır. Çünkü, bu durumda ilgili dinin bir prensibini uygulamış olursun ki bu yanlıştır.

3) Önceki maddede işaret edildiği gibi, Nevruz Bayramına özel olarak yapılan bir tatlıyı özellikle diğer günlerde yemekte bir sakınca yoktur.

Kaldı ki, bugün artık bu tür bayramlar dini ritüel kimliğini kaybetmiş, sadece birer eğlence halini almıştır. Bu sebeple bunlarla ilgili hususlar da artık bir eğlence anlamına gelir.

Tekrar edelim, yeter ki kişi bunu gayri İslamî bir dinin ritüeli olduğu için benimsemiş olmasın.

4) Nevruz gününde bayramlaşmak da niyete göredir. Eğer maksat bir adet olduğu için, bir bahar bayramı, Allah’ın insanlara bahşettiği yeni bir mevsim olduğunu düşünerek bayramlaşmanın hiçbir sakıncası olmaz.

Yok eğer, maksat gerçekten Mecusilerin bayramını kutlamak ise bunun haramın ötesinde dini bir risk taşıdığında şüphe yoktur.

Bu gibi bayramları kutlamaktan kaçınmak en ihtiyatlı yoldur. Çünkü, bunun tenzihen de olsa mekruh olduğunu düşünebiliriz. Önceki cevabımızda, Beyhaki’nin bu konudaki kanaatini de yazmıştık.

Son olarak şunu da hatırlatalım ki, Nevruz bayramının dinsizliğe yol açan yanlış unsurları değil, İslam’a göre de bir sakıncası olmayan doğru unsurlar içerdiğine dair bilgiler vardır.

Nitekim, bazı rivayetlere göre, Nevruz gününü bayram olarak ilan eden İran krallarından Cemşid, tahta oturup devlet erkânına -Nevruzun önemini belirtmek üzere- şöyle dedi:

“Cenab-ı Hak hepimizi yoktan var ederek akıl ve fikirle diğer hayvanlardan mümtaz kıldı. Bu sebeple hepimize lazım ve lâyık olan temiz su ile yıkanıp Allah’ın dergâhına secdeye kapanarak şükredelim. Sonra bu günü ve bu usulü yapmaya dikkat etmenizi isterim.” (bk. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 2: 688-89)

22 Kadınları kendi aralarında eğlenmesi caiz midir? Bu eğlence videoda sonrada izlemek için kamera çekimi yapılırsa hüküm nedir?

Kadınların kendi aralarında ahlâka aykırı olmamak şartıyla şiir ve şarkı söylemelerinde, defle oynayanları seyretmelerinde bir mahzurun olmadığını Müslim’de geçen hadislerden öğrenmekteyiz.

Bir bayram günü Ensar kadınlarının def eşliğinde kahramanlık şiirleri söyleyip eğlenmelerini duyan Hz. Ebû Bekir (ra), onlara engel olmak istemişti. Fakat Peygamberimiz (a.s.m.),

“Yâ Ebâ Bekir, her milletin bir bayramı vardır; bu da bizim bayramımızdır.”

buyurarak onları kendi hallerinde bırakmalarını tavsiye etti. (Müslim, İydeyn: 16-22; Buhârî, İydeyn: 25)

Ancak, kadınlar arasındaki bu eğlenceyi kameraya alıp erkeklere göstermek caiz değildir. Eğer böyle bir ihtimal varsa, kadınların böyle bir oyuna girmemeleri gerekir.

23 Senaryo gereği başı açık kadınla film çekmek caiz midir?

Sinema çok önemli bir tebliğ, eğitim, telkin aracı. Çağımızda bu aracı kullanmada zorunluluk var. Bir filmin film, bir senaryonun senoryo olabilmesi için asgari şartlar vardır; onlar gerçekleşecek, aksihalde film tutmaz, amaç gerçekleşmez.

Gayri müslim bir kız elbette açık olur, gerçek hayatta böyledir ve böyle görünmektedir. Mesele Müslüman olduktan sonraki davranışı ile ilgilidir. Bir Müslümanın da davranışlarında bozukluklar olabilir, senaryo bunu da olduğu gibi verecek, ama maksadı ve hedefi ıslah olacaktır.

24 Kulakları ve gözleri çalgılardan korumakla ilgili hadis sahih midir?

Soruda kaynak olarak gösterilen DEYLEMİ’de geçen ilgili hadisin tercümesi şöyledir:

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah cennetteki bir ağaca vahiy ederek: ‘(Dünyada) kendilerini zikrimle meşgul edip, çalgıları ve  mizmarları (ağızla üflenen aletleri) dinlemeyen kullarımı (sen güzel seslerle) meşgul et.' buyurur. Bunun üzerine o ağaç tesbih ve takdis (içerikli ilahiler)le onlara öyle sesleri onlara dinletir ki hiç bir mahluk onları işitmemiştir.” (Deylemi, 4/373-374,  h.no: 7084; Kenzu’l-Ummal, h. no: 39378)

Bu hadis rivayeti oldukça zayıftır. (bk. Sefinetu’n-Necat)

İlave bilgi için tıklayınız:

Müzik / çalgı aletleri (bağlama, gitar, piyano, org, saz vb.) kullanmak ve şarkı söylemek caiz mi?

25 Çalgı ve müzikten zevk almak küfür müdür?

Önce genel olarak çalgıların durumuna bakalım:

Çalgıların haram olduğunu gösteren en sahih hadis, Buhari’de geçen şu hadis-i şeriftir. Bu konu daha önce sitemizde yer almakla beraber, şimdi de konuya yeniden bakmakta fayda vardır:

Ebû Mâlik el-Eş'arî’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.m) şöyle buyurdu:

"Muhakkak ki, ümmetimden öyle bazı topluluklar / birtakım insanlar olacak ki, bunlar zina yapmayı, ipek elbiseler giymeyi, şarâb içmeyi, çalgı aletlerini çalıp eğlenmeyi halâl ve mübâh sayacaklar…” (Buhari, Eşribe, 6)

Hadiste “çalgı aletleri” olarak tercüme ettiğimiz “el-Meazif” kelimesi, “Mizefe”nin çoğuludur. Bu kelimeye, alimler tarafından “çalgı aletleri, müzik, eğlenceye dönük sesle (şarıkı-türkü), defler” şeklinde -yaklaşık da olsa- farklı olan manalar verilmiştir. (bk. İbn Hacer,10/55)

- İbn Hazm gibi bazı alimler, -Yukarıdaki Buhari hadisi dahil- çalgılarla ilgili hiç bir rivayetin sahih olmadığını belirtmiş ise de, diğer alimler tarafından bu görüşü reddedilmiştir. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 10/52-53)

- Bazı ehl-i tesavvuf zatlar Def ve Ney çalmanın caiz olduğunu söylerken, diğer bir kısmı bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. (bk.Gazali, İhya, 2/271-277, V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 3/573-575)

- Hanefi alimleri de “çalgı aletlerinin hepsinin haram olduğunu” belirtmişlerdir. (bk. İbn Abidin, 6/348)

- İmam Gazali de şeriatta açıkça yasaklanan bazı aletler dışında, def gibi bazı altlerin caiz olduğuna taraftardır. (bk. İhya, a.g.y)

- Özellikle Suud alimlerinden oluşan bir ilmi heyetin konuyla ilgili verdiği sayılı fetvalara göre, soruda sorduğunuz bütün çalgı ve müzikler haramdır. (bk.Fetava’l-Lecneti’d-daime; Mecmuu Fetavi İbn Baz, ilgili yerler).

- İmam Şafii muzik için “mekruh” ifadesini kullanmıştır. Ancak Şaffi alimlerinden bazıları bundan hareketle, müzik için mubah hükmünü getirirken, diğer bazıları haram olduğunu belirtmişlerdir. (bk. Mecmuu Fetavi İbn Baz,3/418)

Bir Şafii olan Bediüzzaman hazretleri, insana Allah’ı hatırlatmayan, onu sahipsiz bir düşünceye sürükleyen ve yetimâne hüzün veren sesler ile geçici firaktan gelen hüzünler veren sesleri ayırdığı bir açıklamasında, şu ifadelere yer vermiştir:

“...Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar (sesleri) helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.” (İşarat-ül İ'caz,70)

- Soruda yer alan: “Çalgı dinlemek haramdır, orada oturmak fısktır, ondan zevk almaksa küfürdür, yani küfran-ı nimettir." manasına gelen hadis rivayeti Bezzaziye’den nakledildmiştir. (bk. İbn Abidin, 6/349- bu hadis için ayrıca bk.. el-İhtiyar,4/165-166; el-Bahru’r-raik, 8/215)

Burada, konunun fakihler tarafından gösterilen hükmü açıktır.

- Hadiste yer alan “küfür” kavramı, bizzat orada “küfran-ı nimet” olarak açıklanmış ve “Çünkü insanın kendi organlarını yaratıldıkları gayeler doğrultusunda kullanmadığı zaman, bu tavır o nimete karşı bir şükür değil, bir nankörlük olur.” şeklinde değerlendirilmiştir.

- Bu konuda, Ehl-i Sünnet alimlerinin ittifakla kabul ettiği ilke şudur:

“Büyük olsun, küçük olsun hiçbir günah insanı küfre götürmez. Onu işleyen kimse kâfir olmaz.”  

- Son olarak şunu da belirtelim ki, bir kısım Hanefi fıkıh kitaplarında yer alan bu hadisin kaynağına -bütün araştırmalarımıza rağmen- rastlayamadık.

Sonra, bir Arapça Web sitesinde yer verilen bir fetvada da “bu hadisin bir aslına rastlamadıklarına” vurgu yapıldığını gördük. (bk. www.İslamweb.net/Rakamu Fetva:214891)

İlave bilgi için tıklayınız:

Müzik ve çalgı aletleri (bağlama çalmak) hakkında dinimizin hükümleri nelerdir?

Dinimizin müzik dinleme konusundaki ölçüsü nedir? Bazı müzikler...

İmam Gazali'nin hiç bir çalgıya izin vermediği doğru mudur? Musiki konusunda...

26 Şaka yapan kişi münafık mı?

İlgili ayetlerin meali şöyledir:

“Onlara soracak olsan, 'Biz öylesine dalmış eğleniyorduk.' derler. De ki: Allah ile Onun ayetleriyle ve Resulü ile mi eğleniyorsunuz? (Ey münafıklar!) Hiç boşuna özür dilemeyin. Gerçek şu ki: Siz iman ettiğinizi açıkladıktan sonra, içinizdeki inkârı açığa vurdunuz. Sizden bir kısmınızı, (tövbeleri veya alay etmemeleri sebebiyle) affetsek de bir kısmını suçlarında ısrar etmelerinden dolayı cezalandıracağız." (Tevbe, 9/65-66)

- Bu ayetlerin nüzul sebebi hakkında farklı rivayetler vardır. Hepsinin ortak paydası, münafıkların kendi aralarında İslam’ı ve Müslümanları alay konusu yapmalardır.

Tefsir kaynaklarında -görebildiğimiz kadarıyla- en çok kabul gören rivayetlerden biri şöyledir:  

İbn Ömer anlatıyor: Tebük gazvesinde münafıklardan biri şöyle demiştir: “Ben bu topluluk (Müslümanları kastediyor) kadar kalpleri ürkek, dilleri yalancı, düşmanla karşılaştıklarında bu kadar korkak kimse görmedim.”

Bu sözleri duyan bir sahabi, ona: “Yalan söylüyorsun ve sen kesin münafıksın.” dedi ve Resulullah (asm)’a bunu haber vermek için ona gitti. Fakat baktı ki, Kur’an (ilgili ayetler) ondan önce gelmiştir. Bu sözleri söyleyen kişi de devesine binip Resulullah’ın yanına gelmiş ve “Ey Allah’ın Resulü! Biz yolu katetmek için yolda -yolcuların yollarda konuştukları gibi- eğlenmek için konuşuyorduk.” dedi. Hz. Peygamber (asm) ise, ona bakmıyor; yalnız “Siz Allah ile Onun ayetleriyle ve Resulü ile mi eğleniyorsunuz?” mealindeki ayetin ifadesini tekrarlıyordu. (bk. Taberi, Razi, ilgili ayetlerin tefsiri)

- Ayette yer alan “sizden bir kısmınızı” mealindeki ifadeden anlaşılıyor ki, Müslümanları alaya alanlar bir gruptur. Bir cemaatin en azı üç kişiliktir. Bunu düşünen müfessirler, “buların üç kişi olduklarını, iki kişinin alay ettiğini, bir kişinin de bunları dinlerken gülüp eğlendiğini” bildirmişler. (bk. Razi, ilgili yer)

- Buna göre, yukarıda bu olayın Tebük’te cereyan ettiğini bildiren rivayeti de üç kişi olarak değerlendirmek mümkündür. İbn Ömer, olayın asıl sorumlusu ve en çok alay eden bir kişi üzerinden konuyu açıklamıştır.

- Nüzul sebebi ne olursa olsun, mesele münafık olan kâfirlerle alakalıdır. “Gerçek şu ki: Siz iman ettiğinizi açıkladıktan sonra, içinizdeki inkârı açığa vurdunuz.” mealindeki Kur’an’ın ifadesinde geçtiği üzere, bunlar dilleriyle hep Müslüman olduklarını söylemiş ve kalpleriyle de küfürlerinde ısrar etmişlerdir.

Bu sebeple, bunların yaptıkları; bir şaka değil, fırsatını buldukları anda içlerindeki küfürlerini dışa yansıtmalarıdır.

- Samimi bir mümin, dinin kutsal saydığı şeyleri şaka konusu yapmamalıdır. Bununla beraber, şayet cahilliğinden böyle bir şaka yaparsa, günahkâr olmakla beraber, onun kâfir olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü imanına şahadet eden birçok yönü vardır. Bilindiği üzere;

“... her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve sanatları kâfir olmak lâzım gelmez.” (bk. Nursi, Münazarat, s. 32)

“...Meselâ: (Peygamberimiz) Demiş bu şey küfürdür. Yani o sıfat imandan neşet etmemiş, o sıfat kâfiredir. O haysiyet ile o zât küfür etti (küfür olan bir davranış gösterdi) denilir. Fakat mevsufu (bu küfür sıfatını ortaya koyan kişi) ise imandan neşet ettikleri gibi ve imanın tereşşuhatına da hâize olan başka masume evsafa mâlik olduğundan, o zât kâfirdir denilmez. İllâ ki, o sıfat küfürden neşet ettiği yakînen biline… “ (bk. Nursi, Sünuhat-Tuluat-İşarat, s. 16)

27 Fantastik romanda melek kanatlı canlandırma uygun mudur?

Amaç dini ve ahlaki eğitim olursa, dine ve ahlaka aykırı bilgi ve telkin bulunmazsa, hedef kitlede müspet etkiler bırakacağı umuluyorsa, bunlarda sakınca olmaz.

28 Erkek öğretmen, kız öğrencilere spor yaptırabilir mi?

Doğrusu, her cinsin beden eğitimini hemcinsinin yaptırmasıdır (erkeğe erkek, kıza kız öğretmen).

Size işiniz gereği erkeklere ve kızlara beden eğitimi yaptırma işi verilmiş ise ve siz bu mesleği yapmaya maişet bakımından muhtaç iseniz, mümkün olduğunca kendinize hakim olarak eğitim yaptırırsınız.

29 Photoshopta göz rengi saç rengi değiştirmek günah mı?

Bu fotoğraf üzerinde oynamayı cinsellik uyandırmak veya kusuru göstermeyerek ilgili şahısları aldatmak için yapıyorsanız caiz olmaz.

Ayrıca tesettürsüz bayanların teşhir edilecek resimlerini çekmek de caiz olmaz.