İlim sahibi olmayanlar, ilim mi tahsil etmeliler?

Tarih: 10.11.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İlim sahibi olmayanlar, hiç tartışmalı meselelere girmeyip klasik bilgilerle mi yetinmeli, yoksa risk alarak bu tartışmaların derinliklerine atılıp ilim mi tahsil etmeliler?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konu gerçekten karmaşık ve insanların zihnini bulandıran bir yapıya sahiptir. Bunun felsefî boyutunu kurcalamak çok uzun bir makale yazmayı gerektir ki, bizim şu andaki konumumuz buna uygun değildir. Bu itibarla "arife tarif yeter" kabilinden birkaç madde halinde -bize göre önemli- birkaç noktaya işaret etmekle yetineceğiz. Gerisini sizlerin keskin zekavetinize havale ederiz.

Dünyada var olan bütün dinlerin ve düşüncelerin içerisinde aynı hakikate işaret eden ortak noktalar vardır. Mükerrem bir varlık olan insanın benimsediği her şeyin yanlış olması mümkün değildir. İşte bazı kimseler, farklı din ve ideolojilerde bu ortak noktaları gördüğü zaman bunların yan yana, omuz omuza olduklarını sanarak yanlışa düşer. Bu defa hangisinin daha doğru olduğu konusunda şüphe etmeye başlar. Halbuki aynı kaynaktan beslenenler bile çok farklı kulvarlarda gezebiliyor. Örneğin arı da su içer, yılan da su içer. Fakat biri bal yapar, biri zehir kusar.

Yılan gibi zehirlemekten hoşlanalar dışında, hiçbir insan bile bile yanlışa, batıla müşteri olmaz, ona taraftar olmaz. Ne var ki hak ve hakikat definesini kazarken bazen kucağına batıl ve yanlışlar düşer, altın ararken eline bakır gelir, o da -yapısındaki sahiplenme duygusuyla- bulduğunu alıp koynunda saklar. Bu da her kitabı okumanın, her felsefî veya dinî hüviyetli düşünce üzerinde yoğunlaşmanın bir risk taşıdığını göstermektedir.

İnsan yapısı gereği her konuda uzman olamaz. Bu sebeple, inanan bir kimse olarak kendisini çok ilgilendiren İslam dini hakkında ehlisünnet akidesini esas almak ve o konuda -kendi ihtiyacı nispetinde- derinleşmeye çalışmak gerekir.

“Alimlerin sorumluluğu daha fazladır, öyleyse fazla öğrenmemek daha iyidir” varsayımından hareketle cehaleti tercih etmek aklı başında hiçbir insana yakışmaz. İlk emri “Oku!” olan bir dinin mensubu olarak şeytanın ve nefsin bu tembellik telkinine kapılmak çok tehlikeli bir tuzağa düşmek anlamına gelir. Çünkü ilim bizzat bir fikrî ameliyedir, aklî ameldir, kalbî fiildir. Onun için her zaman sevaba medardır. Oysa amel ilimsiz olamaz. Bilmeden namaz kılınmaz. İlmi bırakan ameli de bırakmış sayılır. Tabii ki, bu ilimden maksadımız, iman esaslarını tahkikî ders veren kaynaklar ile, günlük hayatımızda ihtiyaç duyduğumuz dinî meselelerdir. Söz gelimi, dini anlamda zengin sayılmayan bir kimsenin hac ve zekat konusunu öğrenmemesi bir bilgi kaybı değildir. Fakat fakir de olsa bir hocanın bunları bilmesi gerekir.

“En râsıh / köklü / sarsılmaz iman avamın imanıdır” denilir. Çünkü onların basit zihinlerinde şüphe virüsleri hayat bulmaz. Bu durumda olanların zihinlerini bulandıracak tartışma zeminlerine girmeleri elbette doğru değildir. Ancak, materyalist fen ve felsefeden gelen dalaletin verdiği şüpheler içinde olan kimsenin, gerçekleri öğrenme adına kendini sağlam kaynaklardan bilgilendirmek zorundadır. Hasta olan bir kimsenin ilaç kullanmaması, hastalığını görmezlikten gelmesi, şifa kulvarına değil, musalla taşına götüren bir yoldur. Bunun gibi, yanlış virüslerin pençesine düşmüş bir kimsenin bunları görmezlikten gelmesi, sağlam bilgilerle tedavi olmaması, manen ölüm fermanına imza atmak anlamına gelir.

Bir şey daha var ki, yüzme bilmeyenlerin denizde boğulması gündeme geldiği gibi, yüzme bildiği halde denizin yüzmeye müsait yerine girmeyip, kenarlarında yüzmeye çalışanların da bir bataklığa saplanma riskiyle karşı karşıya kalabilir.

Unutmamak gerekir ki, sırf hakikati öğrenme yolunda gösterilecek her samimi çabanın doğruyu bulmaya olumlu katkıları olacaktır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun