İmamet konusunda Ehl-i sünnetin mi yoksa Şia'nın mı haklı olduğu nasıl ispat edilebilir?

Tarih: 23.05.2015 - 04:29 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Caferilikte İmamet meselesinin kaynağı, onların hadis kaynaklarında başta Hz. Cafer-i Sadık yoluyla gelen ''sahih rivayetlerde'' Allah'ın emriyle Hz.Ali'nin halife seçildiğinin yer almasıdır. Bizim hadis kaynaklarımızda ise böyle bir emir yok.
- Caferiler hadis usulünde cerh ve tadil gibi metodları kendi allamelerinin sıkı sıkıya uyguladıklarını ve kendi ''sahih rivayetlerinden'' şüphe etmediklerini söylüyorlar.
- Bizler de kendi sahih rivayetlerimize güveniyoruz.
- Her iki tarafta cerh-tadil gibi çok sıkı denetimlerden geçerek gelmiş hadislere göre yorum yaparak kendi iddialarını ortaya koyuyorlar.
- Caferiler Allah'ın emrini değiştirdiğimiz için -haşa- Ehl-i sünnetin Hıristiyan ve Yahudilerden daha kötü olduğumuza inanıyorlar. Bütün sahabelerin dinden çıkması mümkün değil diyoruz. Onlar ise, bütün sahabeler dinden döndü, bazı peygamberlerin ümmetleri de toplu halde dinden dönmüştü, diyorlar.
- 1400 yıl önce peygamberimizin(sav) böyle bir emir verip vermediğini nasıl anlayabiliriz?
- Aynı cerh-tadil metotların uygulandığı hadislerde, kendi kaynaklarımızın güvenilir onlarınkinin yanlış olduğunu nasıl ispatlayabiliriz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Her şeyden önce eğer Caferiler/Şialar bizi veya biz onları ikna etmiş olsaydık, şimdi ortada bir münakaşa ve ihtilaf diye bir şey olmayacaktı. Bu kadar zamanın geçmesine rağmen bu ihtilaf devam etmişse, bundan sonra bu ihtilafı tamamen ortadan kaldırmak çok zor görünüyor.

- Biz Ehl-i sünnet olarak bütün dünyanın delillerini toplasak, yine de bazı Caferileri ikna edemeyebiliriz.

- Ayrıca bizim görevimiz, Hz. Peygamber (asm)'in ve sahabenin yolu olan ehl-i sünneti ve görüşlerini anlatmak ve yaşamaktır. Kabul ettirmek gibi bir görevimiz yoktur ve olamaz. Kişi, kendi iradesini kullanacak, Allah da kabul ettirecektir. O kısımlara karışamayız.

- Daha önceki ümmetlerin kavimleri peygamberlerine iman etmedikleri zaman, hepsi helak edilmiştir. Bu, Allah’ın sünneti denilen sosyolojik bir prensibidir. Hz. Muhammed (asm)’in sahabelerinin böyle toptan değil fert fert de helak olmaları söz konusu olmadığına göre demek ki onlar samimi müminlerdir.

- Bununla beraber, eski kavimlerdeki insanlar baştan iman etmemişler. İman ettikten sonra toptan mürted olmuş ve bu yüzden helak olmuş hiçbir tarihi bilgi yoktur.

Oysa, Şia’nın iddiası, Hz. Muhammed (asm)’in sahabeleri iman ettikten sonra üç-beş tanesi hariç hepsi -haşa- toptan mürted olmuştur. Onların toptan helak olmamaları Şia’nın yalancı olduklarının ve çok büyük bir iftiranın içine düştüklerinin açık delilidir.

- Hz. Ebu Bekir’in hilafeti döneminde sahabelerin mürtet olmuş bazı bedevi kabilelerle savaşmaları, sahabenin mürtet olmadıklarının başka bir delilidir.

- Fetih suresi başta olmak üzere değişik ayetlerde Allah, sahabeden büyük bir övgüyle söz etmektedir. Bu ayetlerde Allah’ın övgü ile ilgili ifadelerinin hiçbirinde bu övgünün muvakkat/geçici bir süreliğine olduğunu gösteren tek bir ima bile yoktur. O halde Allah’ın sahabe hakkındaki bu övgülerinin şahadetiyle onlar mürted olmamışlardır.

- Ehl-i sünnet ve cemaat, Kur’an ve sünnetle sabit olan sahabenin Allah katındaki büyüklüğünü düşünerek onlara karşı saygılarını her durumda muhafaza etmeye çalışmışlardır.

- Mealleri verilecek ayetlerde sahabenin Allah katındaki değerlerine işaret eden ifadeleri görmek mümkündür:

“Ve işte böylece biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun.” (Bakara, 2/143)

“(Ey Ümmet-i Muhammed!) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran, 3/110)

“İman edip hicret edip de Allah yolunda cihad edenler(muhacirler) ile onlara kucak açıp yardım eden Ensar var ya, işte gerçek müminler bunlardır. Bunlara bir mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.” (Enfal, 8/74).

“İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!” (Tövbe, 9/100); (Not: Sahabeyi mürtetlikle suçlayanlar bu ayeti inkâr etmiş olurlar)

“Gerçekten Allah, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, müminlerden razı oldu. Onların kalplerindeki ihlâsı bildiği için üzerlerine sekîne, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırdı. Allah azîz ve hakîmdir/ mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih, 48/18-19)

“Muhammed Allah’ın resulüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler. Sen onları rükû ederken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve rıza ararken görürsün. Onların alâmeti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. Bunlar, Tevrat’taki sıfatları olup İncîl’deki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir. İşte böylece Allah, onlar gibi iman edip makbul ve güzel işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Fetih, 48/29)

- Sahabenin faziletini gösteren pek çok hadis vardır. Şimdlik, en sahih kaynaklarda yer alan aşağıdaki kapsamlı bir hadisle iktifa edeceğiz:

“Asırların an hayırlısı benim asrımdır, sonra onun arkasından gelen, sonra da onun arkasında gelen asır...” (Buhari, Fedailu’l-Ashab,1 ; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 52)

“Allah içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaad buyurur ki: Daha önce müminleri dünyada hakim kıldığı gibi kendilerini de hakim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslâm dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir. Çünkü onlar, yalnız bana ibadet edip hiçbir şeyi bana şerik yapmazlar. Artık bundan sonra kim küfrana saparsa, işte onlar yoldan çıkıp Allah’a karşı gelmiş olurlar.” (Nur, 24/55)

mealindeki ayette Hz. Peygamber (asm)'in vefatından sonra “iman edip makbul ve güzel işler işleyenler” olarak nitelendirilmiş olan kimselerin halife olacaklarına işaret edilmiştir.

Ve Kur’an’ın bu ayeti Medine’de inen ayetler sistemine göre tam Hz. Ebu Bekir’in hilafet dönemi olan 633. sıraya konulmuştur. Diğer bir ifadeyle bu sisteme göre, bu ayetin başına kadar 632 ayet yerleştirilmiştir.

- Bu ayetin açık ifadesinde geçtiği üzere, sahabe içinde “iman edip makbul ve güzel işler işleyenler”in başında gelen ve cennetle müjdelenmiş dört halifenin hepsinin peş peşe halife olmaları bu ayetin hakkaniyetini tasdik etmektedir. Şia’nın hilafet anlayışı bu ayetin açık ifadesine tamamen ters düşmektedir.  

- İslam ümmeti prensip olarak Allah’ın Kader’ine iman etmektedir. Ve Kader’e iman etmeyi imanın şartlarından saymaktadır. Buna göre, dört raşit halifenin hepsinin halife olmaları, Allah’ın (bu ayette de ifade edildiği üzere) bu hilafeti onlar için takdir ettiğinin açık göstergesidir. Halbuki, Eğer Hz. Ali ilk halife olsaydı, şu üç halifeden hiçbiri halife olamayacaktı. Çünkü onların ömrü vefa etmeyecekti.

- Hülasa: Bütün Caferilerle ve genel olarak Şialarla bu zeminde anlaşmak çok zor olabilir. Ancak her iki tarafa da düşen birinci görev, İslam’ın ve Müslümanların içinde bulunduğu bugünkü perişanlıktan çıkmaları için yegâne bir çare olan “İttihad-ı İslam”ı zedeleyecek davranışlardan sakınmaktır. Bu da ancak bu gibi ihtilaflı meseleleri münakaşa etmemekle olur.

- Bir Ehl-i sünneti alimi ve meslekçe Ehl-i beytin savunucusu olan, -hatta belki Şia’nın da beklediği 12. İmam olan- Bediüzzaman Hazretlerinin şu çağrısına kulak vermek her iki taraf için de en akıllıca ve insaflıca bir davranış olur:

“Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlub ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz'î meseleleri bırakmak elzemdir.” (bk. Lem'alar, s. 26)

İlave bilgi için tıklayınız:

Hadislerin birçok raviden geçtiğini dikkate alırsak, hadislere neden güvenelim ve neden hadis inkarcılığı yapmayalım?

Şii alimler, neden Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadisleri kabul etmiyorlar?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun