İmamı Rabbani, Hz. Osman Nuh (as) gibi, Hz. Ali İsa (as) gibi, sözüyle ne demek istemiştir?

Tarih: 28.02.2015 - 00:34 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İmamı Rabbani Hz. Osman’ın Nuh as gibi, Hz. Ali’nin de İsa as gibi olduğu, bu yüzden onda velayet ağır bastığı ile ilgili şeyler var.
- Bunun gibi şeylerden ne anlamamız lazım?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu gibi şeyleri önce İmam-ı Rabbani’nin nerede söylediği önemidir. Soruda kaynağını yazarsanız bize yardım etmiş olursunuz. Yoksa bu sözleri gerçekten söylemiş mi, söylemişse hangi makamda söylemiş, bunu tespit etmeden yorumlamak doğru olmaz.

- İmam-ı Rabbani’ni bu bilgileri, 251. Mektupta yazmıştır. (Arapça Mektubat, 1/299)

Burada Dört Raşid halifenin durumu söz konusu edilmiştir. Şöyle özetlenebilir:

Dört Halifenin her birinin hem veraset-i nübüvvetten aldıkları yönleri, hem de velayet-i Muhammediyeden aldıkları mertebeleri vardır.  

- Veraset-i nübüvvet tarafı ağır basan Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in velayetlerinin önceki peygamberlerden Hz. İbrahim’in makamıyla irtibatı vardır. İnsanları hakka davet cihetiyle Hz. Musa’nın nübüvvet makamıyla münasebeti vardır.

- Hz. Osman’ın durumu, berzahiyet durumudur. Yani, veraset-i nübüvvetten aldığı hisse ile velayet-i Muhammediye’den aldığı hisse eşittir. Biri diğerinden daha ağır olmadığı için buna “berzahiyet” denilmiştir.

Hz. Osman’ın bu durumu Hz. Nuh’un nübüvvet makamıyla münasebeti vardır. Çünkü, Hz. Nuh, makam-ı nübüvvet cihetiyle 950 sene insanları hakka davet etmesine rağmen, ona tabi olanların sayısı iki elin parmağı kadardır. Fakat nübüvvetinde mündemiç olan velayet ciheti itibariyle, insanlık alemine en çok etki eden peygamberlerden biridir.

Hz. Osman’ın onunla münasebeti, belki de en uzun bir süre halife olarak görev yapmasındandır.

- Hz. Ali’nin durumu daha çok Hz. İsa’ya benzemektedir. Hz. İsa’da velayet nübüvvetten daha ağır bastığı gibi, Hz. Ali’de de velayet-i Muhammediye ciheti, veraset-i nübüvvet cihetinden daha ağırdır.

Hz. Ali’nin hilafeti zamanında -dış etkenler sebebiyle- tesis-i ahkam-ı nübüvvete az katkısı olması, Hz. İsa’nın durumuna benzer. Onda da velayet tarafı fazladır. Dininin ahkam kısmı, Hz. Musa’nın şeriatıdır.

- İmam Rabbani burada dört halifenin faziletlerini Ehl-i sünnet itikadına göre değerlendirmiştir.

Bu değerlendirmeyi şöyle dyorumlayabiliriz:

Nübüvvet cenahı velayet cenahından üstündür. Dört Raşit halifede de hem nübüvvet hem velayet cenahından feyizler vardır.

Buna göre, kimde nübüvvet feyizleri daha fazla ise, o daha faziletlidir. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’de veraset-i nübüvvetten gelen feyiz, velayetten gelen feyizden daha fazladır.

Hz. Osman’da bu cenah da eşit ağırlıktadır.

Hz. Ali’de ise velayet cenahı daha ağıdır, nübüvvetten gelen feyiz velayetten gelen feyizden daha azdır.

Öyleyse, bu zatların faziletleri, bulundukları hilafet sırasına göredir.

Bu konuyu daha iyi anlamak için Bediüzzaman hazretlerinin “Lem’alar, Dördüncü Lem’a” adlı eserinin Dördüncü Nükte'sinden şu ifadelere bakmakta fayda var:

“Hazret-i Sıddık-ı Ekber'in ve Faruk-u A'zam'ın (ra) şahsî kemalâtıyla ve veraset-i nübüvvet vazifesiyle zaman-ı hilafetteki kemalâtı ile beraber bir mizanın kefesine, Hazret-i Ali'nin (ra) şahsî kemalât-ı hârikasıyla, hilafet zamanındaki dâhilî bilmecburiye girdiği elîm vakıalardan gelen ve sû'-i zanlara maruz olan hilafet mücahedeleri beraber mizanın diğer kefesine bırakılsa; elbette Hazret-i Sıddık'ın (ra) veyahut Faruk'un (ra) veyahut Zinnureyn'in (ra) kefesi ağır geldiğini Ehl-i sünnet görmüş, tercih etmiş.”

“Hem On İkinci ve Yirmi Dördüncü Sözlerde isbat edildiği gibi: Nübüvvet, velayete nisbeten derecesi o kadar yüksektir ki; nübüvvetin bir dirhem kadar cilvesi, bir batman kadar velayetin cilvesine müreccahtır. Bu nokta-i nazardan Hazret-i Sıddık-ı Ekber'in (ra) ve Faruk-u A'zam'ın (ra) veraset-i nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ı risalet noktasında hisseleri taraf-ı İlahîden ziyade verildiğine, hilafetleri zamanlarındaki muvaffakıyetleri Ehl-i Sünnet ve Cemaatçe delil olmuş. Hazret-i Ali'nin (ra) kemalât-ı şahsiyesi, o veraset-i nübüvvetten gelen o ziyade hisseyi hükümden iskat edemediği için, Hazret-i Ali (ra) Şeyheyn-i Mükerremeyn'in zaman-ı hilafetlerinde onlara şeyhülislâm olmuş ve onlara hürmet etmiş. Acaba Hazret-i Ali'yi (ra) seven ve hürmet eden ehl-i hak ve sünnet, Hazret-i Ali'nin (ra) sevdiği ve ciddî hürmet ettiği Şeyheyni nasıl sevmesin ve hürmet etmesin?”

“Bu hakikatı bir misal ile izah edelim. Meselâ: Gayet zengin bir zâtın irsiyetinden evlâdlarının birine yirmi batman gümüş ile dört batman altun veriliyor. Diğerine beş batman gümüş ile beş batman altun veriliyor. Öbürüne de üç batman gümüş ile beş batman altun verilse; elbette âhirdekiikisi çendan kemmiyeten az alıyorlar, fakat keyfiyeten ziyade alıyorlar.”

“İşte bu misal gibi Şeyheynin veraset-i nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ı risaletinden tecelli eden hakikat-ı akrebiyet-i İlahiye altunundan hisselerinin az bir fazlalığı, kemalât-ı şahsiye ve velayet cevherinden neş'et eden kurbiyet-i İlahiyenin ve kemalât-ı velayetin ve kurbiyetin çoğuna galib gelir.”

“Müvazenede bu noktaları nazara almak gerektir. Yoksa şahsî şecaatı ve ilmi ve velayeti noktasında birbiri ile müvazene edilse, hakikatın sureti değişir. Hem Hazret-i Ali'nin (ra) zâtında temessül eden şahs-ı manevî-i Âl-i Beyt ve o şahsiyet-i maneviyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecelli eden hakikat-ı Muhammediye (asm) noktasında müvazene edilmez. Çünki orada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sırr-ı azîmi var.” (bk. Lem'alar, Dördüncü Lem'a, s. 24-25)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun