Hassas Ayar Sâbitesi

İçinde yaşadığımız kâinat ve tabiat hangi özellikleriyle muhteşem çeşitlilikteki hayata ve canlı türlerine ev sahipliği yapmaktadır? Dünya'nın gezegenler içinden seçilmesine ve Yüce Beyan'da arzın semayla birlikte zikredilmesine sebep olan hususiyetleri nelerdir? Hayatın ilk izlerini ortaya çıkarmak için Güneş Sistemi'nde yoğun araştırmalar yapılmaktadır. Astronomi, astrofizik, astrobiyoloji ve kozmokimya gibi bilim dallarında yapılan araştırmalar, kâinatın başlangıç ânından itibaren hayatın yaratılmasına vesile olacak şekilde inşa edildiğini, canlılığın yapıtaşları olan biyomoleküllerin inşasında kullanılan elementlerin orijinal olduğunu, bir başka gezegende istenen nispetlerde ve bütünüyle bulunmadığını, art arda ve hikmetli yürütülen hâdiselerin neticesinde ortaya çıktığını göstermiştir. Yer-küredeki hayatın ilk tohumları, kozmik ölçekte birbirine denk düşen hâdiselerle atılmıştır. Meselâ, yıl-dızlarda nükleer sentez esnasında hidrojen ve helyumun dışındaki elementlerin üretimini mümkün kılan organik kimyevî işlemler, organik bileşiklerin sentezi için gerekli elementlerin yeterli miktarda sentezi, yıldızlar arası ortamda aminoasitlerin üretimi, yerkürede hidrosfer ve atmosferin yaratılması, yeryüzünü canlılar için ev şeklinde inşa etme sürecinin hazırlıklarıdır. Kısacası içinde yaşadığımız kâinatın, hayata dost ve onu destekleyici bir yapı ve işleyiş sırasına sahip olduğu gösterilmiştir. Yerkürenin hayata ev sahipliği yapmasının görünen sebepleri arasında fizikî kanunları tanımlayan parametrelerin değerlerinin dar aralıklarda tercih edilmesi vardır. Kâinatın sürekli genişlediğini ve soğuduğunu îmâ eden ve astronomların mutabık kaldığı dört gözlem vardır. Bunlar, uzak galaksilerin spektrumlarının kırmızıya kayması, kozmik mikrodalganın arka zemininin (tabii fon) termal ve 2,73 K (Kelvin) değerinde olması, deuteryum, helyum gibi hafif elementlerin geçmişte yüksek sıcaklık fazında sentezlenmiş olmaları, uzak kâinattaki galaksilerin daha genç olduğuna dâir ve Büyük Patlama modeliyle uyumlu tespitlerdir. Kâinatın sürekli genişleyen bir durumda olmasının arka plânında, çekim kuvvetleri ve bunlarla bağlantılı kozmolojik bir sabite vardır. Bu husus dergimizde ele alınmıştır.1 Kâinattaki genişlemenin durabilmesinin veya devam etmesinin, Omega sabitesi olarak ifade edilen değerin, 1'den büyük veya küçük olmasına bağlı olduğu vurgulanmıştır.
Kâinattaki fizikî sâbiteler
Kâinatın kompozisyonun mahiyetine dair güncel modellerden birine göre, kâinatta % 74 ka-ranlık enerji, % 22 soğuk karanlık madde, % 4 baryonik madde ve % 0,5 nötrino bulunduğu tahmin ediliyor. Kâinatın başlangıcında (yaklaşık 14 milyar yıl önce) üretilen helyum (toplam maddenin yüzde 24'ü) nispetinin günümüze kadar korunması, yıldızların birleşme (füzyon) reaksiyonları sıra-sında üretilen helyumun bu miktarı çok fazla oranda etkilememesi, kâinattaki bütün atom ve atom altı parçacıkların sayısı, elektronun kütlesinin protonun kütlesine oranı, elektron ve protonun kütle-leri ve elektrik yükleri, bilim ve teknolojide kullanılan fizikî sabitelerle (Işık Hızı, Planck, Avogadro, Boltzmann ve Gravitasyon sabitleri), sebepler plânında, kâinatın ve arzın hayata uygunluğu kesintisiz devam ettirilmektedir. Bu fizikî sabitelerin zamanla değişmiş olabileceğine dair hipotezler olsa da, şimdiye kadar yapılan araştırmaların hiçbirinde, fizikî sabitelerin zamanla değiştiğine dâir bir gözlem yapılmamıştır. Protonun kütlesi elektronunkinden 1.836 kere daha fazladır. Ama buna rağmen, bilmediğimiz bir sebepten dolayı elektronun yükü protonunkiyle aynıdır: 1,6 x 10-19. Kâinattaki bütün protonlar 1,6 x 10-19 değerinde pozitif yüke sahiptirler. Nötronlar 1,67 x 10-24 gram değerinde sabit bir kütleye sahiptir. Eğer nötronun kütlesi bugün olduğundan % 2 daha fazla olsaydı, nötronlar kısa sürede bozunuma uğrardı. Nötronun kütlesi normalde olduğundan çok daha az hafif olsaydı, bu sefer protonlar istikrarsız bir yapıya sahip olurlardı. Fizikçiler, nötronun küt-lesinin, şimdikinden, meselâ binde 2 oranında az olması hâlinde, bugünkü yapıda atomların var ol-masının imkânsız olacağını söylemektedir. Bu durumda hayat için gerekli hiçbir element var olamaz ve kâinattaki tek element hidrojen olurdu.

Yıldızların yaratılmaları sırasında güçlü etkileşim kuvvetinde, % 0,5'ten daha fazla, elektro-manyetik etkileşim kuvvetinde % 4'ten daha fazla değişme olsaydı, herhangi bir yıldızda hiç karbon veya oksijen oluşamayacaktı. Daha da enteresan olanı, güçlü etkileşim kuvvetinde % 0,5'lik bir azalma, hassas ayar sabitesindeki % 4'lük bir artışla birlikte gerçekleşseydi, yıldızlarda karbon üretimi, büyük kütleli (20M) yıldızlarda onlarca kat artmaya, küçük kütleli (1.3M) yıldızlarda yüzde yüze yaklaşan bir azalmaya sebep olacaktı. Ölçek içinde fizikî sabitelerde sınırlı varyasyonlar gözlenirken, ölçek seviyesinde veya sınırlarında kararlı bir değişmezlik vardır. Gravitasyon (Kütle çekim) kuvveti (G) bu ölçek seviyesindeki değişmezliğe güzel bir örnektir.

Fizikî sâbiteler neye işaret eder?
Bugünkü şekliyle algıladığımız kâinatın varoluşunun görünen sebepleri arasında Büyük Patla-ma'dan sonra ortaya çıkan sabiteler önemli bir yer tutar. Kâinattaki sabitelerin şimdi sahip oldukları değerlerin aynısına sahip olması gerektiği, düşünen ve akledenler için oldukça çarpıcı bir fenomendir. Bu değerlerin, şans, tesadüf, içsel (kendiliğinden) yönelim ve örgütlenme gibi kavramlar kullanılarak, kendiliğinden oluşabileceği hususu, yapılan ilmî hesaplara göre ihtimal dışıdır. Bu noktayı gören ve idrak eden tanecik fizikçisi George Ellis, fizikteki temel sabiteler hakkındaki bilgilerimizin, bir plânla-yıcı ve organize edicinin varlığına en sağlam deliller arasında yer alması gerektiğine inanır. George Ellis'e göre kâinatın ve tabiatın kuruluşundaki "gayelilik", açıkça bir gayeye yönelik olarak çalışan bir Plânlayıcı'yı göstermektedir.2

Son yıllarda bilim insanlarının kendi aralarında tartıştıkları husus, yaşadığımız kâinatın hayat açısından ne kadar hususi, ayrıcalıklı ve hayata dost olduğudur. Bazıları, kâinatta güçlü bir antropik (İnsan merkezlilik) prensibin, bazıları ise zayıf bir antropik prensibin işletildiğini kabul etmektedir. Güçlü antropik prensip, "Büyük Patlama'dan itibaren fizikî sâbitelerin ve tabiat kanunlarının; insanların bu yerkürede yaşayabilmesini sağlayacak şekilde oluşturulduğunu" belirtir. Zayıf antropik prensibi savunanlara göre, "İnsanın yaşadığı hayatın olduğu sadece tek bir kâinat vardır. Fakat etkin eşleşmeler ve denk gelmelerle, doğru değerler bulunduğunda canlılık ve hayat ortaya çıkmaktadır." Bu prensibi savunanlar, "tabiattaki kanun ve sabitelerde bir değişiklik olsaydı, bildiğimiz canlılığın ve hayatın ortaya çıkma ihtimalinin son derece düşük olacağını" vurgular. Ancak kuantum kozmolojisi ve nano ölçekteki hassas ayar fenomenleri, zayıf ve güçlü antropik prensibin arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaktadır. Bilim insanlarının çoğu, güçlü antropik prensibi "bilimsel" bulmazken, en ateist bilim insanları dâhil herkes, kâinatta zayıf antropik prensibin (seçilmişliğin, korunmuşluğun ve gayeliliğin) iz ve işaretlerinin her ölçekteki hâdiselerde birer mühür gibi bulunduğunu kabul ediyor. Çünkü herkesin mutabık kaldığı husus, hem kozmozdaki (gökteki) hâdise ve süreçlerde hem de yeryüzünde hayatın makromoleküllerinde hassas ayar fenomenine dâir işaret ve izlerin sürekli gözlendiğidir. Güneş Sistemi'nde Dünya dışındaki bir gezegende veya kâinatın başka bir yerinde, Dünya'ya benzer ikinci bir hayat keşfedilebilirse, ancak o zaman hassas ayar fenomeninin tartışmaya açılabileceği belirtilmektedir.

Bu hassas ayar fenomenini kabul etmeyen Dawkins gibi az sayıdaki ateist filozof-bilim insanı, fizikî sâbitelere ait değerlerin oldukça farklı olduğu çok (belki de sonsuz) sayıda kâinat bulunmasının imkân dâhilinde olduğunu iddia eder. Gözlemlediğimiz kâinatın sahip olduğu değerinin, başlangıçtan itibaren kendiliğinden, tesadüfen hassas ayarlanmış olmasını ve sürekliliğinin korunmasını, aklen, ilmen kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca alfa değerinin niçin hassas ayarlanmış olduğunu da açıklamaz. Dawkins ve Dennett gibi ateist ve agnostik filozof-bilim insanları, açıklamada zorlandıkları esas noktanın, kaos içinden düzenin çıkması (düzenli karmaşıklık) ve bunun sürdürülmesi olduğunu belirterek, bu düzenli deterministik karmaşıklığın, varlık ve hâdiselerde "içsel" ve tabiî bir mekanizma olduğunu kabul eder.3 Ancak bu açıklama, akıl sahipleri için tatmin edici değildir. Ayrıca hücre içindeki yüzlerce girift kimyevi reaksiyonların hayatı ortaya çıkaracak şekilde nasıl örgütlendiğini açıklamaz. Gerçekten de son derece karmaşa içinde olması beklenen kâinatta, Yaratıcı tarafından konulan kanunların işletilmesi, bu kanunların dışına çıkılmaması ve bunun neticesinde insan merkezli bir düzenin tesis edilmesi, her akıl ve şuur sahibi insan tarafından kabul edilen bir gerçektir. Dolayısıyla varlık ve hâdiselerin yaratılış programından bir kesit olan kaos içinden ortaya çıkarılan deterministik düzen, bilim insanlarını şaşırtmakta, hayrete sevk etmekte; kalbi, vicdanı sönmemiş, insaf sahibi araştırmacıların da iman ve marifet ufkunu artırmaktadır.

Kaynaklar
1. Polatöz, M.S.1998. Kâinatın Geleceği.
2. Aydın,.S.1995. Günümüz Batı Dünyasında Bilim ve Din.
3. Plantinga,A.(2009). Dawkins Karmaşası: Natüralizm Saçmalığı. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 50:1 (2009), ss.179-191. Çeviren: Erdem,E.
4. BarrowJ.D. Morris S.C. et al. (editor). 2008. Fitness of the Cosmos for Life: Biochemistry and Fine-Tuning. Cambridge University Press. Cambridge. sh:97-167

(Hamza AYDIN)
 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun