Kur’an-ı Kerimi indiren Allah, neden insanların inanması ve inanmaması üzerine bu kadar eğiliyor?

Tarih: 06.11.2012 - 09:58 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İnsanların inanma ve inanmaması neden bu kadar Kur’an'da vurgulanıyor?

- Kitabın yarıdan fazlası neden inançsızlar üzerinedir?

- Neden birçok ayet savaş ve öldürmek üzerinedir?

- Allah emirlerinin dinlenilmemesi üzerinde neden bu kadar çok duruyor? Allah neden kendisine inanmayanlar ile mücadele edilmesini istiyor; kendisi hepsini bir anda yok edemez mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Büyük bir gemi düşünelim, bu gemide hizmet eden yüzlerce insan var. Bu insanların hizmet gayesi; geminin gideceği hedefe ulaşmasıdır. Gemi çalışanlarının hepsi hizmet ve vazifesini eksiksiz olarak yapıyorlar. Biz de geminin dümenciliğini yapıyoruz. Bizim vazifemiz dümeni hedef rotasında tutmak. Şimdi biz bu vazifeyi terk edip, gemiyi karaya oturtsak, bütün gemi emekçilerinin emeğine ve hizmetine tecavüz etmiş sayılmaz mıyız?

O zaman gemide ne kadar çalışan hizmetli varsa, hepsinin bizden hakkını istemesi ve alması gerekir. Elbette böyle bir görevi olan kişiyle, ne kadar ilgilenilse ve yapacağı işi ihmal ediyorsa ne kadar çok hatırlatılsa o kadar yeridir... Hiç kimse, "Neden buna görevini sık sık hatırlatılyor ve bununla daha çok ilgileniliyor." demez ve diyemez.

İşte şu kainat büyük bir gemi hükmündedir. Bu kâinat gemisi içinde olan unsurlar ve mahlukat ise; hava, toprak, su, güneş, hayvanat, nebatat gibi, misaldeki geminin hizmetlileri ve emekçileridir. İnsan ise; bu kainat gemisinin dümencisi hükmündedir. Vazifesi ise; kainat sahifesinde tecelli eden İlahi isim ve sıfatları talim edip gereğince amel etmektir. Yani insanın şu kainat gemisindeki vazifesi ve gayesi; iman ve ibadettir.

Kainattaki diğer bütün mahlukat, insanın bu ibadetine ve kulluğuna göre planlanmış ve ona hizmet etmek için programlanmıştır. Dolayısı ile insan, vazifesi olan iman ve ibadeti terk ederse, bütün kainat mürettebatının hukukuna ve hakkına ve emeğine tecavüz etmiş olur.

Kainat kamusal bir alandır, insan bu alanda vazifesini yerine getirmemekle yani iman ve ibadeti terk etmek ile bütün kamunun hukukunu çiğnemiş sayılır. Allah da hem kendi hakkı için, hem de kamunun hakkı için insana kamusal dava açar ve cezasını keser. Zira insanın imansızlık ve ibadetsizliği şahsi bir cinayet değil; kamusal bir cinayettir.

- Allah iyi insanlar ile kötü insanları birbirinden ayırmak için bir imtihan düzenlemiştir. İmtihana tabi tuttuğu insanlara akıl ve özgür irade vermiştir. Aklı olmayan delileri ve çocukları bu imtihandan muaf tutmuştur. İmtihanı kazanma veya kaybetme noktasında âdil ve eşit bir statü belirlemiştir. Şöyle ki: her insana kötülüğe sevk eden bir nefis yanında iyiliğe sevk eden bir akıl ve vicdan vermiştir. Sonsuz merhametiyle kullarının imtihanı kazanmalarına yardımcı olmak için aklı doğru yönlendiren vahiy  ve peygamberleri göndermiştir.

İşte en son vahiy kaynağı olan Kur’an’da sık sık uyarıların yapılması, imtihanı kaybetmenin faturasının çok ağır,  kazanmanın mükâfatının ise pek büyük olacağını vurgulamasının hikmeti budur.

- Kur’an’ı en çok ilgilendiren husus iman konusudur. Özellikle Allah’a ve ahiret gününe iman, Kur’an’ın ders vermek istediği temel maksatlarının başında gelen iki büyük husustur. Çünkü imtihanın ana dersleri iman esasları  ve adalet ile kulluktur. İman dersinden geçmeyen doğrudan sınıfta kalır. Buna mukabil, iman derslerinden geçen/İmanla kabre giren kimse başka derslerden zayıf almışsa da /yani bazı günahları olsa da affa uğraması veya ceza çektikten sonra cennete girmesi söz konusudur.

Allah korusun, imansız kabre giren/yani iman dersinden sıfır çeken kimsenin imtihanı kazanıp cennete girme ihtimali sıfırdır ve asla söz konusu değildir. İşte Kur’an’da sık sık imandan bahsedilmesinin hikmeti budur.

- “Kitabın yarıdan fazlası neden inançsızlar üzerinedir?” sorusundaki iddia, temelden yoksun bir hayal mahsulüdür. İmanın güzellikleri yanında, imansızlığın çirkinlikleri üzerinde durmasının hikmeti yukarıda açıklanmıştır.  

Kur’an’ın, tarih boyunca bazı  kavimlerin başına gelen felaketlerden imanlı olanların kurtulduklarından, imansızların ise yok olup gittiklerinden söz etmesi, dünyada yaşanmış canlı birer örnek olduklarındandır. Bu da imtihana pozitif katkısı olduğu için kitaba girmiştir.  

Hastasına sık sık bazı ilaçları tavsiye ve bazı yiyecekleri yasaklayan bir doktor, aklı başında her hasta tarafından “Çok iyi bir doktor, benimle çok ilgilendi...” şeklinde değerlendirilecek.

Keza öğrencilerini yönlendiren, çalışmalarını teşvik eden, vakitlerini boş yere harcamamalarını salık veren bir öğretmenin, aklıselim sahibi öğrencileri nezdindeki konumu da “öğrencileriyle ilgilenen çok iyi niyetli bir öğretmen” şeklinde olacaktır.

- Savaş ayetlerinde yapılan teşvikler, saldırıya maruz kalan müslümanların  kendilerini savunmaları için onları cesaretlendirmeye, taktik ve strateji öğretmeye yöneliktir. Her ülke kendini savunma hakkına sahitir. Her devlet yetkilisi bu savaşı kazanmak için bütün gayretini göstermekle yükümlüdür. Kur’an da bunu yapmıştır.

- “Allah neden kendisine inanmayanlar ile mücadele edilmesini istiyor? Kendisi hepsini bir anda yok edemez mi?” şeklindeki sunun cevabı şöyle verilebilir:

Bu dünya hayatında iyi insanların yanında kötü insanlar da vardır. Hayat kurtarmaya can atanların yanında, can almaya can atanların varlığı bir realitedir.

Allah bütün evrenin sultanı olarak, güzel isimlerinin kâinatın her tarafında tecellileri söz konusu olduğu gibi, insanlık camiasında da o isimlerin o güzel yansımalarını görmek ister. Bu da ister istemez rezil olanlarla şerefli olanları, cani olanlarla mert olanların, ahlaksız olanlarla erdemli olanların karşılıklı mücadelelerini gerektiriyor. Çünkü gece ile gündüz, karanlık ile aydınlık bir arada olamayacağı gibi, kötü insanlarla iyi insanların her konuda uzlaşmaları mümkün değildir.

Haksız yere gözünü kırpmadan adam öldüren insî şeytan türü bir canavarın, karıncaya basmaktan çekinen melek gibi bir insanın birbirleriyle mücadele etmeleri kaçınılmazdır.  Cebrail ile şeytan hiç barışır mı?

İşte Kur’an’da kaçınılmaz olan b u mücadelede imanlı olanlara mücadele stratejisi öğretiliyor ve asla adaletten ayrılmamalarına dair öğüt veriliyor. İşte o öğütlerden biri şudur:

“Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Maide, 5/ 8)

“Kendisi hepsini bir anda yok edemez mi?”  soruya gelince, elbette Allah dileseydi hepsini bir anda yok ederdi. Daha ötesi dileseydi, sevmediği insanlardan hiç birini yaratmazdı. Demek ki, Allah’ın muradı kötü insanların yok olmaları değil, onları ıslahıdır. İmtihanın adalet anlayışı bunu gerektirir.

Ancak iyi insanların da bu uğurda gayret etmeleri, haksızlıklarına karşı -yukarıdaki ayette geçtiği üzere- düşman da olsa kimseye haksızlık etmemeleri, onların zulümlerine karşı zalimce davranmamaları tavsiye edilmiştir. Bunları becermek onlar için de bir imtihan sorusudur.

Demek ki, bu konuda sadece kötüler, zalimler değil, aynı zamanda iyiler, mazlumlar da bir sınav vermektedir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Yaratıcının bizim ibadetimize ihtiyacı yoksa, bizim nasıl ibadete ihtiyacımız var? Birkaç hareketten oluşan bir ibadet biçimi neden bu kadar önemlidir?

Allah ibadeti terk edenleri niçin cehennemle tehdit etmektedir?

İnsan niçin yaratılmıştır, Allah'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı vardır?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun