Kutuplarda namaz nasıl kılınır? Özellikle saatin bulunmadığı (keşfedilmediği) zamanlarda kutuplarda nasıl namaz vaktlerini nasıl tayin ediyorlardı?

Tarih: 14.02.2007 - 07:10 | Güncelleme:

Soru Detayı
Bir arkadaşım bana, "İslamiyet, saatin bulunmadığı zamanlarda, kutuplarda nasıl namaz vaktinin tayin edildiğine cevap veremiyor." gibi bir şeyler söyledi? Ne söylemeliyim? Yani normalde saat olduğunda en yakın yere göre namaz kılınıyor. Saat de 1500'lü yıllarda bulunduğundan, ondan önce ne yapılıyordu? Güneş saatleri altı ay gündüz olan yerlerde işe yarar mı?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu soruyu soranların samimî olup olmadığını bilmiyoruz. Zira, şimdiye kadar bu soru hep İslâmiyet’in âlemşümûl bir din olduğunu inkâr eden mülhitler tarafından soruldu. Ve demek istendi ki: Siz İslâmiyet’i âlemşümûl kabul ediyorsunuz ama, altı ay gece ve altı ay gündüz olan bazı yerlerde namazıyla, orucuyla bunu yaşamak acaba mümkün olacak mıdır?

Hemen arz edeyim ki, dünyada hiçbir sistem hatta, bu sistem sadece iktisâdî bir sistem dahi olsa, kat’iyen, İslâm’ın ulaştığı âlemşümûl hüviyete ulaşamaz. İşte günümüzdeki bin-arıza sistemler ki, insan bunlara sistem demeye sıkılır. Hatta bunların içinde, daha sistemin nazariyecisi hayatta iken, birkaç defa revizyona tâbi tutulanları da var... Meselâ, Marks’ın iktisâdî sistemi, Engels’le beraber birkaç defa gözden geçirilip düzeltilmiş olmasına rağmen, birbirini takip eden enternasyonellerde, yer yer yine tâdilâta girilmiş, rötuşlar yapılmış ve her defasında ayrı bir kılığa sokulmuştur.

Bu husus, günümüzdeki her iktisadî sistemde böyle olduğu gibi, bütün zamanlarda ve çeşit çeşit sistemlerde de, sık sık göze çarpan tabiî kusur ve beşerîliğe ait bir arızadır.

Şunu da hemen ilâve edeyim ki, ben böyle mukayese ile işi örtbas edip hafife almak niyetinde değilim. Ne var ki, bazılarının meslek ve meşrebi diyalektik olduğundan bizim için de muvakkat bir tenezzül ve çocuk edâsına girmeye sebep oluyor...

Sâniyen, acaba dünya nüfusunun kaçta kaçı bu türlü yerlerde yaşıyor ki, onların biraz da hususiyet arz eden durumlarıyla, öyle âlemşümûl bir din tenkide tâbi tutuluyor. Evet, o buzullar ve karanlıklar diyarında yaşayanlar, insanlığın kaçta kaçıdır? Belki de milyonda biri bile değil. Öyle ise, küre-i arzın her tarafını ve bütün beşeri bir tarafa bırakarak, üç-beş gayr-i medeni ve zavallı kimselerin durumlarını mevzû kanunlara menat gibi gösterip tereddüt imâl etmeye çalışmak, nasıl samimiyetle ve ilmîlikle telif edilecek ki!..

Sâlisen, acaba kutuplarda Müslüman var mıdır ki, Müslümanların namaz meselesi dert ediliyor da, kutuplarda yaşayan insanların namaz kılacakları soruluyor? Eğer bir gün insanlık kutuplarda yerleştikten sonra, bazı kimseler ibâdet ü taatı sormaya gelirlerse o zaman böyle bir soru irat etmenin de mânâsı olur. Yoksa şimdilik öyle bir soruyu sırf mâsum gönüllere şüphe atmak için uydurulmuş kabul edeceğiz. Materyalistlerle konuşurken, gönül istemediği hâlde dil, diyalektik yapıyor, affola!

Şimdi de İslâm’ın bu hususta bir şey deyip demediğini kısaca arz edelim. Şurası muhakkak ki, hiçbir noktada açıklık bırakmayan İslâm bu mevzûu da ihmal etmemiştir. Evet bu husus bir hâdise münasebetiyle, tâ ilk asırda vuzûha kavuşturulmuştur. İmam Buhârî’nin Sahih’i ile, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, Efendimiz (asm)’le Ashâbı arasında şöyle bir müzâkerenin cereyan ettiğini görüyoruz. Peygamberimiz (asm) buyuruyor:

“Dinden dönüldüğü zaman, Deccal çıkar.”

Başka bir rivayette:

“O, şarktan zuhûr eder ve kırk günde, yeri bir baştan bir başa dolaşır. O’nun bir günü sizin bir seneniz... Ve bir günü de vardır ki, bir ayınız; diğer bir günü bir haftanız; sâir günleri ise sizin günleriniz gibidir.”

buyurur. Sahabi sorar:

“Miktarı bir sene olan o günde, bir günlük namaz yeter mi?”

O cevap verir:

“Hayır, takdir ve hesap edersiniz.” (Müslim, Fiten, 110, nr. 2937; Müsned 4, 181)

Yani, bütün bir gece ve gündüz olan ayları ve haftaları yirmi dört saatlik günlere böler, ibadetinizi ona göre yaparsınız.

Mesele fukahanın eline geçince, herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde, Şafiî’nin “El-Umm” kitabından, mezhebindeki “Minhaç”a kadar ve Hanefîlerin, kadîm kitaplarından “Tahtâvî” hâşiyesine kadar, üzerinde durulmuş ve işlene işlene herkesin bileceği bir mesele haline getirilmiştir.

Bu mevzû, vakitlerin namaza sebep olması bahsinde ele alınır ve izah edilir. Biz bu mevzûda sadece meselemizle alâkalı kısma temas edeceğiz.

Vakitler, namazların sebepleridir. Vakit bulamayınca, namaz da farz olmaz. Meselâ, bir yerde yatsının vakti tahakkuk etmiyorsa, yatsı namazı da farz olmaz. Ama bu, günün bir vaktinin bulunmadığı yerler içindir; yoksa Deccal hadîsinde anlatıldığı gibi, senenin büyük bir kısmı gece veya gündüz olduğu yerlerde, o uzun gün veya geceyi, günlerimiz ve gecelerimiz ölçüsüne göre bölüp, hesap ve takdir etmekle vazifelerimizi yerine getiririz. Yani o mıntıkaya en yakın yerin imsakiyesini kullanarak, mevcut gece ve gündüzü, belli bölümlere ayırıp, geceleri, gecede yapılan ibadeti, gündüzleri de, gündüz yapılan ibadeti eda ederiz. Tıpkı yeme, içme, yatma ve kalkmada, tabiî ve fıtrî olarak bu parçalama işini yaptığımız gibi...

Evet, aylarca güneşin batmadığı ve doğmadığı yerlerde, fıtrat kanunlarına karşı nasıl iki büklüm isek, oruç, namaz ve hac gibi ibadetlerde de yaşadığımız hayata hemâhenk olarak, aynı âhengi muhafaza etme mecburiyetindeyiz.

Hâsılı, diyebiliriz ki, İslâm, bu hususu da kat’iyen ihmal etmemiş, kutuplara en yakın yerlerden, beş vaktin tahakkuk ettiği bir daireye ait evkât cetvelinin kullanılması prensibini getirmiştir.

Burada diğer bir meselenin de ele alınması uygun olacaktır. O da vaktin bulunmadığı yerde namazın da tahakkuk etmeyeceği hususudur. Evet, gerçi vakitler namazlara sebep gösterilmiş ise de, namazın hakiki sebebi Allah’ın emridir. Binâenaleyh, vaktin tahakkuk etmediği yerlerde dahi başka bir vakit içinde o namazın kaza edilmesi ihtiyata muvafıktır.

İşin doğrusunu O bilir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun