TESLİS

TESLİS: Üçleme, üçe çıkarma, şarabı üçte biri buharlaşıncaya kadar kaynatma. Hristiyanlıkta Allah'ın üç unsurdan meydana geldiğine inanma. Arapça Ekânim-i Selâse, Fransızca Trinité aynı anlamlara gelir. Hristiyanlıkta teslis genel olarak, Allah'ın tek ve bölünmez bir âlemde ayrı, eşit ve tek cevherli üç kişi (Baba, Oğul, Rûhu'l-Kudüs) olduğu şeklinde tarif edilmektedir. Hristiyanlığın üç şekilli tek Tanrı anlayışı demek olan bu temel inanç, Allah mefhumunu Baba, Oğul, Kutsal Ruh formülü içinde "teklik" olarak açıklamaya çalışmaktadır. Hristiyanlığın bu temel inancı üç görüntüde tek tanrı anlayışını anlatmaktadır. Buna göre "Oğul" diye nitelendirilen Hz. İsa da tanrı kabul edilir.

Teslis dogmasını belli esaslar dahilinde tesbit edebilmek için kilise ilk yüzyıllarda bir hayli uzun ve çetin tartışmalara sahne olmuştur. Teslis inancını yaşatabilmek için her yıl Hamsin'i takibeden ilk pazar Teslis Yortusu yapılır. Bu Yortu Roma Katolik Kilisesi'nin kararsızlığına rağmen XI. yy.dan beri kutlanmaktadır (Bertholet, Wörterbuchder Religionen, Stutgart, 1962, 567).

Teslis inancı Hristiyan sanatının çeşitli kollarında yüzyıllardır bir takım remiz ve sembollerle ifade edilmektedir. Doğu'da Bizans sanatında bu üç kişi, çoğu zaman üç meleğin Hz. İbrahim'e gelişini simgelendiren sahne ile canlandırılmıştır. Batılı sanatçılar daha çok insan figürlü şemalardan faydalanmışlardır, üç başlı Tanrı, aynı tahta oturan ve birbirine benzeyen üç kişi olarak tersim edilmiştir. XV.yy. sanatında kişileri birbirinden farklı gösterme eğilimi ağır basınca, bazan Baba ile Oğul birbirine benzer figürlerle, Rûhu'l-Kudüs de bir güvercinle simgelenmiştir. Rûhu'l-Kudüs'ün güvercin şeklinde simgelenişi daha çok Hz. Meryem'in Taç Giyişinde görülmekle beraber, bazan genç bir delikanlı olarak figüre edildiği de olmuştur. Bunun en güzel örneğini Troyes'deki St. Urbain Kilisesi ağaç heykel grubunda görmek mümkündür. Teslis'in sembollerle anlatılması konusundaki "Hidayet Tahtı" şeması, bütün Ortaçağ boyunca yaygınlık kazanmıştır. Buna göre Baba, papalık nişanlarını kuşanmış yaşlı bir adam olarak "Hidayet Tahtı"nda oturur ve kucağında "Oğul"un çarmıha gerilmiş veya çarmıhtan indirilmiş vücudunu tutar. Güvercin ise ikisinin başı arasında uçmaktadır (Büyük Larousse XVIII, 11455)

Hristiyanlıkta üç ayrı kişinin tek bir Tanrı'da birleşmesi inancını sembolize için yapılan Yortu dışındaki faaliyetlere de Teslis denilmektedir. Müslümanlıkta bu inancı benimseyenlere Erbab-ı Teslis, Ashab-ı Teslis veya Teslis Ehli adı verilmektedir. Hristiyanlardan aşırı derecede Teslis inancına bağlı olanların kurdukları Teslis Tarikatı'na göre Baba, Oğul, Rûhu'l-Kudüs, tek kişide toplanmış üç kişidir ve aralarında eşitlik vardır. Bu bakımdan birinin diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz. Kutsal Teslis Tarikatı adlı tarikatın üyeleri "Teslisciler" diye bilinmektedir.

Hristiyan kelâmcıları karmaşık bir kavram olan Teslis'i anlatabilmek için bir takım yorumlar yapmak gereğini duymuşlardır. Bu açıklamalardan birine göre Tanrı tektir, ancak üç ayrı şekilde belirir. Beliren bu üç şekil de Tanrı'dır, fakat üç Tanrı değil tek Tanrı'dır (Elmalılı, Tefsir, VIII, 6327 vd.). Bir başka Hristiyan kelâmcısının Teslisi yorumlaması şöyledir: Teslis'in birinci unsuru olan Baba-Tanrı ezelîdir, ebeddir, her şeyin evvelini ve sonunu bilir. O'nun görmediği hiçbir şey yoktur ve O, kudretiyle her şeye hâkimdir. Kâinatı merhametiyle kaplamıştır. Teslis'in ikinci temel unsuru Oğul, Hz. İsa'dır. O, ilâhî kelâmın (Logos) cisim halini almış, canlı bir görüntüsüdür. Teslis'in üçüncü ve son unsuru Rûhu'l-Kudüs ise Tanrı ruhunu temsil eder. Hz. İsa, Hz. Yahya tarafından vaftiz edilirken Rûhu'l-Kudüs güvercin şekline bürünerek gökten yere inmiştir. Hz. İsa'nın göğe çıkışından kıyamete kadar geçecek zaman içinde Hristiyanlara Rûhu'l-Kudüs yol gösterecektir.

Hristiyanların genel manada Teslis'e inanmaları gerekir. Hz. İsa'nın tebliğ ettiği din tevhide, yani Allah'ın birliğine dayanmaktadır. Hz. İsa'nın İncil'de geçen açık-seçik sözlerine göre hiçbir Hristiyanın Allah'ın birliğini inkâr etmemesi gerekir. Hz. İsa çeşitli vesilelerle Allah'ın bir olduğunu, eşi ve benzerinin bulunmadığını ifade etmiş ve O'nun bu sözleri İncil'de aynen yer almıştır. Bu bakımdan gerçek Hristiyanlığın tevhide dayandığım Hristiyanların bile inkâr etmesi mümkün değildir. Hristiyanların bu konudaki yanılgıları, "Allah'ın kelimesi" (Nisa, 4/171) ve "Allah'ın Ruhu" (Nisa, 4/171) vb. Kur'an ayetlerini yanlış yorumlamalarından kaynaklanmaktadır. Hristiyan bilginleri "Allah'ın kelimesi"nden Allah'ın kelâm ve nutkunun Hz. İsa'da ifadesini bulduğunu, Allah'ın ruhunun O'na girdiğini, böylece kendisinin bir Tanrı olarak dünyaya geldiğini zannetmişlerdir. Hristiyanlığa böyle önemli bir unsurun girmesi, onların tevhid inançlarını olumsuz yönde etkileyerek onları bir çıkmaza sürüklemiştir. Ne yapacaklarını şaşıran Hristiyanlar kendi elleriyle ördükleri bu düğümü, yüzyıllar geçmesine rağmen hâlâ çözebilmiş değillerdir. Bir yandan Allah'ın tek olduğunu kabul etmek, bir yandan da üç Tanrı bulunduğuna inanmak kolay çözülecek bir problem değildir. Bu hatalı anlayıştan kurtulabilmek için Hristiyanların yapacakları bir iş vardır: Hz. İsa ve Rûhu'l-Kudüs'ün uluhiyetini nazar-ı itibara almaksızın Allah'ı tek ilâh kabul etmek, Allah'ın eşi ve benzeri olmadığını, Hz. İsa'nın da sadece O'nun kulu ve peygamberi olduğuna inanmak, Hz. İsa'ya herhangi bir ilâhî sıfat ve isim yakıştırmamak (Mevdudî, Tevhid Mücadelesi, çev. A. Asrar, İstanbul, 1983, I, 548).

Bu konudaki bir başka Hristiyan inancına göre Allah bir cevherdir. Bu cevherin üç temel rüknü şunlardır: 1. Baba = Allah, 2. Oğul = İsa, 3. Ruhu'l-Kudüs = Hz. Meryem'e Allah tarafından ilkâ edilen ruh. İnançlarına göre bunların üçü de aynı ilâhtır. Hristiyanların bu saçma ilâh anlayışlarını Hz. İsa bizzat Kur'an diliyle şöyle cevaplandırmıştır: "...Ey İsrailoğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin..." (Mâide, 5/72).

Bilinen bir gerçektir ki Hristiyanlar, Hz. İsa'dan sonra yalnız tevhid inancını terketmekle kalmamışlar, bir çeşit putperestliğe de dinlerinde yer vermişlerdir. Böylece tek Allah yerine üç Tanrı bulunduğunu zanneden Hristiyanlar, şirke saparak azizlere ve mezarlara tapmaya başlamışlardır. Özellikle Katoliklerde görülen (5. yy.) Hz. İsa ve O'nun Havarilerine tapma hadisesi zamanla kiliselere, başta Hz. Meryem ve Hz. İsa olmak üzere birçok aziz ve azizenin putunun yerleştirilmesine sebep olmuştur. Günümüze kadar gelen hemen bütün Hristiyan kiliselerinde bu çeşitli putlar görülmektedir. Ancak günümüz Hristiyanlarının kiliselerdeki bu put tasvirlerine ibadet için eskisi kadar şuursuz bir istek taşımadıkları da bilinmektedir. Aynı şekilde fanatik ve cahil olmayan Hristiyanlar Allah inancı konusunda Teslis'i terketmiş görünüyorlar. Bugün aydın bir Hristiyanın Hz. İsa'ya Allah'ın Oğlu nazarıyla bakması ve Allah'ı Baba olarak görmesi nerede ise muhal bir hal almıştır. Günümüz Hristiyanları da bizim gibi Allah'ın birliğine inanmakta ve Teslis'i mantıksız bir inanç olarak nitelendirmektedir. Nitekim en önemli ve en büyük buyruğun ne olduğu kendisine sorulduğunda Hz. İsa: "Dinle ey İsrail, Tanrımız olan Rab tek Rab'tır" (İncil, Markos, XII, 29) cevabını vermiştir. Pazar âyinlerinde her kilisede topluca söylenen Hristiyan Âmentüsü, "Tek Allah'a inanıyorum..." cümlesiyle başlamaktadır (Xavier Jakob, Sorabilir miyiz? İstanbul, 1988, 10).

Kur'an-ı Kerîm, Hristiyanların Teslis ve Teslis'e benzer inançlarını kesinlikle reddeder ve böyle diyenlerin kâfir olduklarını açıklar:

"Andolsun, 'Allah üçün üçüncüsüdür.' diyenler elbet kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Tanrı'dan başka hiçbir Tanrı yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap vardır." (Mâide, 5/73).

Bütün dünyanın süratle İslâm'a koştuğu ve Hristiyan dünyasında şuurlu bir ihtida hadisesinin gerçekleşmekte olduğu bir ortamda Hristiyanların "Tevhid"e yönelmeseler bile en azından Teslis'i terketmeleri tabii bir davranış olarak görülmektedir.

(Osman CİLACI)

***
Hz. İsa’ya (a.s.) veya bir başka insana “İlâh” demenin hükmü nedir?

Günümüzde bu inanca sahip olanların çok az olduğunu belirtmek isteriz. Hristiyan dünyasındaki düşünürler ve birçok din adamı tevhit inancına yönelmiş bulunuyorlar. Büyük çoğunluk bu ve benzeri iddialarla tatmin olmadığı için inançsız yaşamayı seçmişler, az da olsa gerçeği arayan insanlar ise bunu İslam’da bulmuşlardır.

Avrupa’da ve özellikle Amerika’da her gün Müslüman olanların sayıları artık yüzlerle, bazen de binlerle ifade edilmektedir. Yine de böyle düşünen insanların var olabileceğini göz önüne alarak sorunuza kısaca cevap vermemiz gerekiyor. İslam tevhit dinidir, Allah’tan başka ilah olmadığı esasına bina edilmiştir. Buna ters düşün her inanç İslam’a göre küfürdür. Gerçeği kapamak, örtmektir. Bir insan, tövbe etmeden bu batıl inanç üzere ölürse İslam’a göre affedilme şansına sahip değildir ve ahirette ebediyen cehennemde kalacaktır.

Günümüzde bu inanca sahip olanların çok az olduğunu belirtmek isteriz. Hristiyan dünyasındaki düşünürler ve birçok din adamı tevhit inancına yönelmiş bulunuyorlar. Büyük çoğunluk bu ve benzeri iddialarla tatmin olmadığı için inançsız yaşamayı seçmişler, az da olsa gerçeği arayan insanlar ise bunu İslam’da bulmuşlardır.

Avrupa’da ve özellikle Amerika’da her gün Müslüman olanların sayıları artık yüzlerle, bazen de binlerle ifade edilmektedir. Yine de böyle düşünen insanların var olabileceğini göz önüne alarak sorunuza kısaca cevap vermemiz gerekiyor. İslam tevhit dinidir, Allah’tan başka ilah olmadığı esasına bina edilmiştir. Buna ters düşün her inanç İslam’a göre küfürdür. Gerçeği kapamak, örtmektir. Bir insan, tövbe etmeden bu batıl inanç üzere ölürse İslam’a göre affedilme şansına sahip değildir ve ahirette ebediyen cehennemde kalacaktır.

Cenabı Hak, Maide Suresinin 17.ayetinde de şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun ki, 'Allah, Meryem’in oğlu Mesih’dir.' diyenler şüphesiz kafir olmuştur. De ki: Eğer, Allah, Meryem’in oğlu Mesih’i, anasını ve arzda bulunanların hepsini yok etmek isterse, kim Ondan bir şey kurtarabilir? Göklerin, yerin ve aralarındaki her şeyin mülkü (hakimiyeti) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır ve her şeye kadirdir.”

Ayet-i kerimede, açıkça anlaşıldığı gibi, göklerin, yerin ve aralarındaki her şeyin yaratıcısı ve maliki Allah’tır. Gök ve göktekiler, yer ve yerdekiler ancak Onun irade ve kudretiyle yokluktan varlık sahasına geldikleri gibi; o, bunları kahretmeyi dilediği anda, bunlardan hiçbiri o İlahi tasarrufa karşı çıkacak bir güce sahip değildirler.

Allah, gökleri ve yeri yaratırken kendilerine uluhiyet isnat edilen o mahluklar henüz varlık sahasına çıkmamışlardı. Sonradan yaratılan, Allah’ın ihsanıyla insan olma şerefine kavuşan, uyuyup uyanma, yiyip içme gibi nice ihtiyaçlara maruz bulunan bu aciz mahlukların, kainatın yaratılmasında, arz ve semanın tanziminde, bitkilerin ve hayvanların icadında elbette bir tesirleri yoktur, bir hisseye sahip değillerdir. Onlar henüz yaratılmadan, şu kainat kimin kudret ve iradesi, kimin ilim ve hikmetiyle tedbir ve idare olunuyordu ise, bugün de yine o zatın hakimiyeti ve tasarrufu altındadır.

Acaba, Hz. İsa’ya (as) veya başka bir kula uluhiyet isnat edenler, şu alemde her an icra edilen sonsuz işleri ne ile izah edebilirler? Yani, çekirdeklerden ağaçların icadında, nutfe ve yumurtalardan insanların ve hayvanların yaratılmasında, yağmurların yağmasında, rüzgarların esmesinde, gece ve gündüzün gelip gitmesinde, mevsimlerin değişmesinde Hz. İsa’nın (as) ve annesinin bir hisseleri mi var?

Cenab-ı Hak, Tevbe Suresinde de bu ayeti teyiden şöyle buyurmaktadır:

“Yahudiler 'Üzeyr (as) Allah ın oğludur.' dediler. Hristiyanlar da 'Mesih Allah’ın oğludur.' dediler. Bu, onların ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir ki, daha önce küfredenlerin sözlerine benziyor.”

Ayet-i kerimeden açıkça anlaşılacağı gibi ister Yahudi, ister Hristiyan olsun, Allah’a oğul isnat eden ehl-i kitabın bu sözleri, Allah’a şirk koşan putperestlerin, ateşperestlerin ve diğer müşriklerin sözleriyle aynı noktada birleşiyor. Hepsi de Allah’a ortak koşuyorlar; hepsi de Allah’ın lanetine müstahak oluyorlar.

Kur’an-ı Kerim in tümü, Allah’ın birliğini ispat etmekle şirki reddettiği gibi, birçok ayet-i kerimede de, şirkin batıl olduğu açıkça zikredilmiştir. İhlas Suresinde şöyle buyrulur:

“De ki; o, Allah’dır, birdir. Allah, Samed’dir (Her şey o’na muhtaç, o ise hiçbir şeye muhtaç değildir). O, (hiç kimseyi) doğurmadı ve (hiç kimseden) doğmadı. Hiçbir şey Ona denk olmamıştır.”

Surede geçen “Lem yelid ve lem yuled.” (O, -hiç kimseyi- doğurmadı ve -hiç kimseden- doğmadı) ayet-i kerimesi; -kim olursa olsun- doğan ve doğuranların ilah olamayacağını açık bir şekilde ilan etmekte, şirkin her çeşidini kesip atmaktadır. İnsan mahluk olduğu gibi, doğduğu, doğurduğu da mahluktur. Allah ise, Halık’tır, her şey Onun mahlukudur.

Nisa suresi, 116. Ayet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır:

“Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan (şirkten) başkasını ise, dilediği kimseden mağfiret buyurur. Kim de Allah’a şerik koşarsa hakikatte pek uzak bir dalalete sapmıştır.”

Görülüyor ki, Allah’a şirk koşmak, insanı, Onun rahmet ve mağfiretinden ebediyen uzaklaştıran bir sapıklık ve tövbe edilmemesi halinde, affı mümkün olmayan büyük bir cinayettir. Allah’a karşı bir küfran-ı nimet ve büyük bir iftiradır. Her günah, insan ruhunu, derecesine göre, lekeler ve karartır. En büyük günah olan şirk ise, insan ruhunu o derece kirletir ve onun mahiyetini o derece bozar ki, artık o ruhta temizliğin hiçbir emaresi kalmaz.

Bir başka ayet-i kerimede de şirkten kurtuluşun ancak tevhit ile olacağı şöyle beyan edilmiştir:

“(Ey muhammed) de ki: Ey ehl-i kitap, bizimle sizin aramızda müsavi olan bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. Ona, hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Ondan başka, bazımız bazısını Rab ittihaz etmesin.” (Al-i İmran, 3/64)

Hz. İsa da (as), Hz. Üzeyr de (as),) ancak kuldurlar. Onlar da bizim gibi ihtiyaçlardan, hastalıklardan, ölümden kendilerini kurtaramazlar. Bizim gibi onlar da ihtiyaçlarını görmek ve belalardan kurtulmak için Allah’ın rahmet, hıfz ve himayesine muhtaçtırlar.

Teslise inanan bir Hristiyan’ın Allah inancı ne derece makbûl ve ne ölçüde geçerlidir?

İman bir bütündür. İmanın altı esasına birden inanan kimseye mümin denilir. Bunlardan birine iman etmeyen, yahut bu inancı İslâm’a uygun düşmeyen bir insana, Kur’anî manada mümin denilmez. Kur’an’da tevhit inancı esastır. Yani Allah birdir; zatında, sıfatlarında ve icraatında ortağa, yardımcıya muhtaç olmaktan münezzehtir. Bu tevhit esasına ters düşen her türlü inanç İslâm’a göre şirktir, Allah’a ortak koşmaktır. Böyle bir iman ise Allah katında makbul değildir.

Bilindiği gibi, dinler üçe ayrılıyor: semavî dinler, tahrif edilmiş dinler ve bâtıl dinler. “Doğrusu Allah katında din ancak İslâm’dır.” (Âl-i İmran, 3/19)  âyetinin açık hükmüne göre, beşer aklının mahsulü olan batıl dinler gibi, Tevrat ve İncil’in bozulmasıyla semavîlik özelliğini kaybeden Yahudilik ve Hristiyanlık da Allah indinde geçerli değildir.

“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, o kimseden bu din asla kabul edilmez ve o, âhirette kaybedenlerden olur.” (Âl-i İmran, 3/85)

Din denilince önce itikat, sonra da ibadet akla gelir. Buna göre, islâm dışında kalan dinlerdeki Allah inancı, melâike, kitap, resul telakkisi, âhiret ve kader anlayışı hakikatle tam uygunluk göstermiyor demektir.

“Bir şey sabit olursa levazımıyla sabit olur.” kaidesi meşhurdur. Bir şey için kaçınılmaz lâzımlar, yani özellikler, şartlar vardır. O şeyi bunlardan ayrı düşünemezsiniz. Meselâ, ruh dendi mi hayat onun lâzımıdır; hayatı ruhtan ayıramazsınız. Diğer bir önemli itikat kaidesi: “İman tecezzi kabul etmez.” Yani iman rükünlerini birbirinden ayrı düşünerek, bir kısmına inanıp diğerlerine inanmamak olmaz.

Meselâ Allah’a inanan fakat âhirete inanmayan insan mü’min değildir. Bu adam için, “Allah inancında mü’min” fakat “âhiret inancında kâfir” gibi ikili bir tasnif yapılamaz. Bu böyle olduğu gibi, Allah inancı da bölünme kabul etmez.

Yani, “Allah’ın varlığına inanırım, ama kadim olduğunu kabul etmem.” diyen bir insan Allah’a değil kendi zihninde kurduğu bir ilâha inanmış olur.

Bu iki kaideye göre, Allah’a imanın sahih olabilmesi için imanın altı rüknünün tamamına Kur’an’ın bildirdiği gibi inanılması gerekiyor. Zira ins ve cinne Allah’ı tanıtan en son ve en mükemmel kitap odur; hiçbir tahrife ve değişikliğe uğramayan yegâne semavî kitap da odur.

Bilindiği gibi, Cenâb-ı hakk’ın sıfatları ikiye ayrılıyor: sıfat-ı selbiye ve sıfat-ı sübutiye olmak üzere.

Sıfat-ı selbiye; “ vücut, kıdem, beka, muhalefetü’n li’l-havadis, kıyam binefsihi, vahdaniyet” sıfatlarıdır. ‘vacip bir varlık ile var olan’, ‘ezelî ve ebedî bulunan’, ‘hiçbir varlığa benzemeyen’, ‘varlığı zatından olup varlığında ve devamında kimseye muhtaç olmayan’ ve ‘bir olan’ ilâh ancak Allah’tır.

Sıfat-ı sübutiye ise; “hayat, ilim, irade, kudret, sem’, basar, kelam, tekvin” sıfatları. Zatî olarak, “hayat, ilim, irade, kudret, işitme, görme, kelâm ve tekvin (var etme)” sıfatlarına sahip olan ancak Allah’tır. Biz “lâ ilâhe illâllah” derken, bütün bu mânâları ifade etmiş oluruz.

Allah’a iman denildi mi, bu sıfatların tümüne iman anlaşılır; bir tekine dahi inanılmadığı takdirde o iman, Kur’anî mânâda bir iman değildir.

Kur’an-ı Kerim'de, “O’ndan başka ilâh yoktur” hükmünün yer aldığı âyetleri gözden geçirdiğimizde bu ilâhî hükmün ya hemen devamında yahut hemen öncesinde değişik mesajların verildiğini görürüz. Sadece bir kaçını takdim edelim:

“Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler, elbette inkâr ettiler. Halbuki bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur.” (Mâide, 5/73) Demek ki, teslise inananlar inkâra sapmış ve haktan uzaklaşmış oluyorlar.

“O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü onundur. Ondan başka ilâh yoktur. Hem diriltir, hem öldürür.” (A’raf, 7/158) o halde, göklerin ve yerin mâliki olmayan, ölüm kanununa mahkûm ve mahşerde yeniden dirilmesi için de Allah’a muhtaç bulunan bir mahlûku ilâh edinen, yahut onu Allah’a ortak koşan bir insanın bu inancı gerçek mânâsıyla Allah inancı değildir.

“Allah’tan başka ilâh yoktur. O sizi kıyamet günü mutlaka bir araya toplayacaktır.” (Nisa, 4/87) İnsanları kıyamet günü bir araya toplamaya güç yetiremeyen ilâh olamaz. “O Allah ki, sizi ana rahimlerinde dilediği gibi şekillendirir. O’ndan başka ilâh yoktur.” (Âl-i İmran, 3/6) Ana rahminde Allah’ın dilediği gibi şekillendirdiği bir mahlûka ilâh denemez.

“Ondan başka ilâh yoktur. Onun zatından başka her şey yok olucudur. Hüküm yalnız onundur. Ve ancak ona döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88) Yok olmaya mahkûm hiç bir varlık ilâh değildir.

“Size gökten ve yerden rızık verecek Allah’tan başka bir yaratıcı mı var? Ondan başka ilâh yoktur.” (Fatır, 35/3) Yer-gök ikilisini bir fabrika gibi muntazam çalıştırarak rızkımızı yaratan Allah birdir. Bu güce sahip olmayana ilâh diye inanılmaz.

“De ki, o rahman benim Rabbimdir. Ondan başka ilâh yoktur. Ben o’na dayandım. Tövbem de o’nadır.” (Ra’d, 13/30) Kulların günah bağışlayabileceklerini sanarak onların karşısına geçip tövbe edenlerin inancı Kur’anî mânâda Allah inancı değildir.

Tevhitle ilgili bir başka ayet: “O, evveldir, âhirdir, zahirdir, batındır. Ve o her şeyi bilendir.” (Hadid, 57/3) Başlangıcı ve sonu olan, dışı, içi ve her şeyiyle Allah’ın tedbir ve idaresi altında bulunan bir varlığa ilâh denilemez.

Teslis’e inananların bu âyetlerden alacakları çok dersler var. Hz. İsa (a.s.) Her şeyden önce bir kuldur; ama risalet şerefiyle şereflenmiş bir kuldur. Annesi de, peygamber validesi olma lütfuna ermiş saliha bir hanımdır. Onlara ilâhlık isnat edecek kadar ileri giden, yahut gerilerde kalan insanların kur’anî mânâda Allah inancına sahip olduklarını söylemek güçtür.

Hristiyanların Hz.İsa A.S. hakkında "Allah'ın oğlu derken onunla aynı özden olduğunu kastediyoruz" demelerine cevap verirseniz sevinirim..

Cevap: Bu iddia Allah inancıyla bağdaşmaz. Bir şeyin Allah ile aynı özden olduğunu söyleyeler Allah’ı bir mahluk gibi düşünmüş olurlar. Bunlar Allah’a değil, kendi hayallerinin mahsulü ve kendi akıllarının icadı olan bir mahluka inanmış olurlar. Mesela, dünya ile Merkür’ün aynı özden geldikleri, ikisinin de güneşten koptukları söylendiğinde ikisinin de gezegen oldukları kabul edilmiş olur.

“Allah ile Hz.İsa (a.s.) aynı özdendir.” demek de bunun gibi bir hurafe ve saçmalıktır. Allah ezelidir. Ondan başka ezeli bir varlık yoktur. Öz olarak ezel kastediliyorsa Allah’tan başta bu öze sahip bir varlık düşünülemez. Allah Bakidir, mekandan münezzehtir, sıfatları sonsuzdur, varlığı vaciptir. Bunların hiçbirisi mahluk için düşünülemez. Her varlığın evveli ve ahiri (başı ve sonu) vardır, sıfatları sınırlıdır. Hz. İsa (a.s.) da bu kaideden hariç değildir. Hz. İsa (a.s.) için Kur'an-ı Kerim'de “Meryem’in oğlu” tabiri geçer. O bir oğuldur, bir kuldur. Anne rahminde iken her canlıya olduğu gibi ona da ruh ilka edilmiştir. Şu var ki, bu ruhu bir ismi de Ruh olan Hazret-i Cebrail (a.s.) ilka etmiştir.

İnsanda esas olan ruhtur. Beden o ruhun elbisesi, hanesi durumundadır. İnsanlar için bir imtihan olmak üzere Hz. İsa’nın (a.s.) bedeni anne baba ikilisiyle değil, doğrudan anne rahminde yaratılmıştır. Hiç annesiz ve babasız yaratılan Hz. Adem’e (a.s.) ilahlık izafe etmeyenlerin, sadece babasız yaratılan Hz.İsa’ya (a.s.) ilah demeleri akıldan ne kadar uzaktır!

Kuran-ı Kerimde Hz. İsa (a.s.) için “ruhullah” tabiri kullanılır. Bazıları bunu da yanlış yorumladıkları için bu konuya kısaca değinmek isteriz. Her konuda söz hakkı, o sahanın ihtisası olanlarındır. Biz de bu konuda tefsir alimlerinin görüşlerini aktarmak durumundayız. Bu alimlerimiz ruhullah tabirini ruha bir iltifat olduğunu söylerler. Yani, Kâbe’ye Beytullah denilmesi, nasıl yeryüzünün o ilk mescidi için bir iltifat ise Hz. İsa’ya (a.s.) ruhullah denilmesi de bir iltifattır.

Bir diğer mana da şu şekilde verilmiştir: Nasıl ceset ruh ile hayat bulursa, onun irşat ve tebliğiyle de ölmüş kalpler imana kavuşmuş, hayat bulmuşlardır.

Fazla bilgi için Nisa Suresinin 171’inci ayetinin tefsirlerine bakılabilir.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun