Sahabeye küfretmek kişiyi dinden çıkarır mı?

Tarih: 29.06.2006 - 15:06 | Güncelleme:

Soru Detayı

-  Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e küfür edenler, imandan çıkarlar mı?
- Bir kişi İbni Arabiyi tekfir etse, yani "O bazı sözler söylemiştir ve kâfir olmuştur." dese, kendisi kâfir olur mu?
- Bu konuda alimlerimiz ne demişlerdir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Bir Müslümana kâfir demekle kişi kâfir olmaz. Ancak eğer o kişi kâfir değilse, bu sözün mesuliyeti sözü söyleyene döner. Mesela, içki içmeyen bir kişiye "içkici" denilse, içki içmiş sayılmaz. Ancak o kişinin hakkına tecavüz sayıldığı için, mesul olmuş oluruz. Bunun gibi Müslümana kâfir demenin mesuliyeti büyüktür. Bundan sakınmak gerekir.

Cevap 2:

Sahabeler hakkında kötü konuşmak caiz değildir. Sahabeler hakkında kötü konuşanlar için ehli bid'at denilmiştir.

Sahabelere İbadetlerde Yetişilemiyeceğine İşaret Eden Hadis-i Şerifler:

1) Onların Bir Saatlik Ameli Sizden Birinin Bir Ömürlük Amelinizden Hayırlıdır:

“Muhammedin (sav) ashabına seb (hakaret) etmeyiniz. Çünkü onlardan birinin bir saatlik ameli, sizden birinizin bir ömürlük amelinden daha faziletlidir.”(1)

İbn-i Mace’nin “Fezail-i Ashâb-ı Nebi” ünvanı altındaki on birinci babında, aynı hadisi şerifin bir benzeri daha geçmektedir. Nüseyr b. Züğlûk’un bildirdiğine göre Hz. Ömer’in oğlu “İbn-i Ömer” şöyle diyordu:

“Muhammed (sav)'in ashabına sebbetmeyin. Onlardan birinin bir saatlik makamı, sizden birinizin bir ömürde yaptığı amelden daha hayırlıdır.”(2)

Bu hadis-i şerifte mefhum olarak bundan önceki hadis-i şerifi desteklemektedir. Sahabeler içlerinde bulunduğu tehlikeli şartların, meşakkatlerin, tefekkürle süsledikleri ibadetlerinin tesiri ile az bir zamanda pek büyük makamlara çıkmaktaydılar. Bizzat kendisi sahabe olmuş, sahabeliği tatmış ve İslamla yoğrulmuş birisi olarak Abdullah b. Ömer (ra) böyle söylüyordu.

Ashabın, özellikle Sabıkîn-ı Evvelîn’in az bir zamanda yetiştiği mertebelere onlardan sonra gelen, fetihten sonraki sahabeler yetişemedikleri gibi, sahabe olmayanların yetişmesi hiç mümkün değildi. Bir ömürde birçok amel yapılsa da, onların çetin şartlarda, nübüvvet atmosferinde, yaptıkları az bir amelin pek değerli keyfiyetine yetişmek mümkün değildi.

Babası Hz. Ömer (ra) Müslüman olduğunda beş yaşlarında olan Abdullah, Mekke’ye hicret eden, yaşının küçüklüğünden dolayı Bedir’e katılmasına müsaade edilmeyen, İslamı öğrenmek için Suffalılara dahil olan, hicretin 73. yılında 86 yaşında vefat eden bir alim idi.(3)

O, bu ihtarını sahabelerden sonra en faziletli olan tabiinden olanlara veya sonraki sahabelere yapmıştı. Rasulüllahı çok seven ve Rasulüllahın da kendisini çok sevdiği 2.630 hadis rivayeti ile Ebu Hureyre’den sonra ikinci sırayı alan titiz sahabi budur. Bu hadis-i şerifte:

“Rasulullahın sahabelerini tahkir etmeyin, onlar hakkında hoşlarına gitmeyecek davranışlarda bulunmayın. Çünkü onların az bir zamanda, bir saatte (bir zaman diliminde) kazandığı sevabın faziletine bir ömürde yetişemezsiniz.”

ikazını yapıyor.

Sonraki Sahabeler Uhud Dağı Kadar Altını Sadaka Vermekle Öncekilerin Bir Müddüne Ulaşamazlar

Sahabenin amellerinin sevabının çokluğuna sevap ve fazilete yetişilemiyeceğine dair şu benzer hadisleri de hatırlamak gerekir. Rasulullah (sav) Buhari, müslim, İbn-i Hıbban, Beyhaki ve daha birçok kaynakta geçen bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur:

“Ashabıma sebbetmeyiniz, (hakaret etmeyiniz) sizden birisi Uhud dağı kadar altın infak etseydi, ashabımdan birinin verdiği yarım müde ulaşamazdı.”(4)

Hadisin Buhari’de geçen şekli de şöyledir:

“Ashabıma sebbetmeyiniz, sizden birisi Uhud dağı kadar sadaka vermiş olsa, onlardan birinin bir müd, yarım müd sadakasına ulaşamaz.”(5)

Bu iki hadis-i şerif de birincisinin manasını ihtiva etmektedir. Rasullülah (sav) daha sonra Müslüman olan sahabelerine, ilk Müslüman olan sahabelerine yetişemiyeceklerini ihtar etmektedir.

Seb, bir kimseyi kendisinde bulunan bir şey ile zemmetmektir."(6) Sahabelerin de hataları olabilir. Fakat onların hatalarına bakarak onları tahkir etmek, onları hoşlanmıyacakları şekilde anmak, hürmet duyguları içinde olmamak hoş değildir.(7) Bir de onların sevaplarına, yaptıkları amellerin faziletlerine bakarak kendilerini değerlendirmek gerekir. Böylece derecelerinin ne kadar yüksek olduğu anlaşılacaktır.

Burada bizzat Rasulüllah (sav) onların hoşa gitmeyen bir hatasını dile pelesenk ederek, onları tenkidkarâne değerlendirmenin, onlara tavır almanın yerinde olmadığını açıklamaktadır. Çünkü saff-ı evvel olan sahabelerin ve sahabeler içindeki ilk saffın amellerinin sevabı, fezail-i uhreviyeleri çok büyüktür. Hatta, sonraki sahabeler, Uhud dağı kadar altın sadaka etseler, ilklerin bir müddüne(8) veya onun yarısına sevap bakımından yetişemez. Çünkü, ilklerin çektiği sıkıntı, meşakkat, tehlikeli durum, İslamın ilk zamanlarında küçücük bir hizmeti pek büyük kılmıştır.

Ashabımı İyiliklerini Anınız

Sahabeleri sevmek için onların hatalarını değil, iyiliklerini nazara vermekle ilgili hadis-i şerifler de bulunmaktadır.(9) Bunlardan biri şöyledir:

“Ashabımın kötülüklerini anmayın ki, kalpleriniz onlar üzerine (onlara sevgi hususunda) değişmesin. Ashabımın iyiliklerini anın, ta ki, gönülleriniz (onlara) ülfet etsin.” (Deylemi, İbn-i Ömer'den)(10)

Rasulüllah (sav) burada sahabelerin mesavisini, değil güzelliklerini anmamız gerektiğini ihtar ediyor. Mesavî, ayıplar, noksanlar, kusurlardır.(11) Mesaviden insanlar hoşlanmaz. Sû, dünya ve ahirette insanı üzen şeylerdir.(12) Asıl olan sahabelerin iyiliklerinden, söz etmektir. Düşünceler sürekli noksanlarına, kusurlarına yöneltilir, onlar bu şekilde anılırsa, insanların onlara olan güzel duyguları değişecektir. Ayrıca bu husus Müslümanlar içinde de ihtilafa sebep olacaktır. Onları iyi anmak, onlar hakkında güzel şeyler söylemek, onların iyiliklerini nazara vermektir.

Böylece kalpler onlara ısınır ve sever, ayrıca bu hususta Müslümanlar gönül birliği içinde olurlar. Öyleyse sahabeleri hayırla anmak gerekir.

“Allah'ın Kullarını Üzmeyin” Emri

Sadece sahabeler açısından değil, İslam'ın genel kuralı bize bütün Müslümanların ayıplarının araştırılmamasını yayılmamasını emreder. İslam'da genel prensip kötülüğün tecessüsü hoş karşılanmamasıdır. Bir hadis-i şerifte Rasulüllah (sav):

“Allah’ın kullarını üzmeyin, onları ayıplı duruma sokmayın, avretlerini (hoşa gitmeyecek gizliliklerini) araştırmayın. Kim Müslüman kardeşinin avretini araştırırsa Allah da onun kusurunu arar, hatta evinin içinde onu halka rüsvay eder.” [Ahmed b. Hanbel ve Zıya el-Makdisi, Sevban (ra)'tan] buyurur.(13)

Bu umumi kaide bütün müminler için geçerli olduğu gibi, önce sahabeler için geçerli olmalıdır. Esas olan onların kusurlarını araştırıp yaymak ve sahabe düşmanlığı ve buğzunu ortaya çıkarmak değil, onların iyiliklerini anmak, güzelliklerini yaymak ve gönülleri onları sevmeye yöneltmektir. Külli faziletlerde kendilerine yetişemiyeceğimiz, Allaha en güzel şekilde kulluğa yönelmiş o kimselerin üzülmeleri, hatalarının büyütülüp büyük gösterilip çok büyük iyiliklerinin görmezlikten gelinmesi, Allah’ın gayretine dokunacak, o bunu yapanları dünya ve ahirette rüsvay edecektir. Çünkü ashabı tahkir ve terzille, tenkidkarâne diline dolayan bu kimselerin de birer insan olarak hataları vardır. Hiç bir hataları olmasa da, bu tutumları onların halk arasında terziline değerlerinin düşmesine yeter.

Ashabıma Sövenleri Görünce, "Allah’ın Laneti Kötünüz Üzerine Olsun” Deyiniz

“Ashabıma sövenleri, görürseniz, 'Allah’ın laneti kötünüz üzerine olsun.' deyiniz." (Tirmizi, İbn-i Ömer’den)(14)

Bu hadis-i şerifte de sonradan sahabelere seb ve tahkirde bulunacak, onların ayıplarını araştıracak, onları tenkidvâri bir bakışla değerlendirecek, kusurlarını değil de güzelliklerini görmezlikten gelecek, onları dillerine dolayıp haklarında incitici, rahatsız edici, onları küçük düşüren sözler söyleyecek topluluğun veya toplululukların geleceği söylenir.(15) Kavim kelimesi de manası açısından burada önemlidir. Bu hadis-i şerif aynı zamanda gelecekten haber vermektedir. Sahabelere bu tür bir yaklaşım sergileyen onların mümin gönüllerindeki yerini sarsan veya sarsmaya çalışan mezhepler, cemaatler, fikir grupları, herzaman olagelmiştir. Kelâm kitaplarında bunların geniş dökümleri yapılır.

Zaten Rasulüllah (sav) bir başka hadis-i şerifinde,

“Bu ümmetin sonu, evveline lanet ettiği zaman,..”16

onlar arasında cehaletin yaygınlaştığına parmak basılmaktadır. Bu Kurân ve hadisin kitap ve sunnetin ilkelerinin onlardan uzak olduğuna işaret etmektedir.

Yukarıdaki hadis-i şerifte ashaba lanet edenlerin, şerli kimseler olacakları, kötülükleri açıklanmaktadır. Bunlar; umumen adil, asırların en hayırlıları, iyi çığır açan, İslam'ın tesisinde ilk hizmette bulunan kimseleri, onların iyilikleri yanında pek hafif kalan bazı kusurlarını dillerine doladıkları için, onların kötülükleri açığa çıkmaktadır. Sahabeyi diline dolamak, incitmek Allah Velilerine 17 çamur atmak demektir. Hele onlara lanette bulunmak18 tamamen haddi aşmaktır. Kelam kitaplarında da, ashaba buğzedenlere buğzetmemiz gerektiği tavsiye edilir.19

“Allah Benim İçin Sahabeleri Seçti...”

İbn-i Mesud’dan Dârekutni’nin Süneninde geçen bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmaktadır:

“Hiç şüphe yok Allah Teala benim için sahabeler seçti (insan etti.) Böylece onlara ashabım, damatlarım, kayın pederim ve ensarım (yardımcılarım) kıldı. Yakında onları noksanlayan, onlara sebbeden (tahkir ve tenzil eden) bir topluluk da gelecek. Eğer siz onlara (onların devrine) ulaşırsanız, onlara kız alıp vermeyin, onlarla birlikte yiyip içmeyin, onlarla namaz kılmayın, (öldüklerinde) üzerleri ne de namaz kılmayın.”20

Bu hadis-i şerifte Rasulüllah (sav) birçok hususa temas etmektedir.

a. Allah onu son peygamber seçtiği gibi, onun için, ona layık ve büyüklüğüne münasip sahabeleri de kendisi için seçmiştir. Hazırlamıştır. Hayr ve hıyara, hayırlı oldu. O hususta kendisine iyi olduğu demektir. İhtiyar intika ve ıstıfadır. Bir şeyi diğeri üzerine seçmektir. İhtiyarda hayırlısını, iyisini en güzelini seçmek, ayıklamak ve tercih vardır. Birini diğerine üstün görme söz konusudur. Ashab (ra) bu noktadan Allah tarafından seçilmiş ve Rasulüllah’a münasip lâyık, sahabe, arkadaş edilmiş kimselerdir.

b. Allah onları Rasulüllah’a (sav) sahabe ettiği gibi, onlar içinden fazilette en büyük Hatem-i enbiya için, damatlar ve kayınpederler de seçmiştir. Sıhr evlilikle yakın akraba olan damad yerine kullanılırsa da21 hem hanımın hem de kocanın Ehl-i Beyti için “eshâr” denilir.22 Bu hadis-i şerife göre, Rasulüllahın ashabı Allah tarafından kendisine layık ve münasip seçildiği gibi, Onun esharı, damatları ve kayın pederleri de Allah tarafından seçilmiştir. Öyleyse onun iki kızını arka arkaya alıp Zinnûreyn ünvanını alan Hz. Osman (ra) Allah tarafından seçilip ona damad edildiği, Allah Rasulüllahın damadı olarak Müslümanlar içinden onu seçtiği ve beğendiği gibi, en küçük kızı Hz. Fatıma’ya da eş olarak amcası oğlu Hz. Ali’yi layık görmüş ve seçmiştir.

c. Aynı şekilde Rasulüllah’ın zevcelerinin Müslümanlıkla şereflenen babaları da, Allah tarafından ihtiyar edilmişlerdir. Hanımı Hz. Aişe’nin babası yaptığı evlilikle ona layık kayınpeder seçildiği gibi, Hz. Hafsa’nın babası Hz. Ömer de Allah tarafından ona kayınpeder, sıhr, seçilmişlerdir. Damatlarını kayınpederlerini, sahabelerini Allah seçip beğenmişse biz nasıl beğenmeyelim? Allah’ın seçtiğine evet dememek, onun beğendiklerini ve sevdiklerini beğenmemek ve sevmemek olur mu?

d. Hem Rasulüllah (sav) bir hadis-i şeriflerinde, 

“Ashabım ve sıhrlerim hakkında beni muhafaza ediniz; kim onlar hakkında beni (hukukumu) muhafaza ederse, Allah Onu dünya ve ahirette muhafaza eder. Kim de onlar hususunda beni muhafaza etmezse. Allah ondan yüz çevirir. (veya çevirsin) onu azabla yakalaması da yakındır.”23

buyurmakta, hem esharına hem bütün ashabına karşı tahkir, terzil ve dilleri onlar aleyhine kullanmaktan bizi men etmektedir. Bu sebepten ashabı ve esharı tenkid etmek, hakaret etmek, onlara düşmanlık göstermek ve kin gütmek olmaz. Ashab ve sihrleri hakkında Rasulüllah (sav) ın hürmeti ancak böyle muhafaza edilebilir. Onun kayın pederi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Sufyana (ra) kin adavet beslenemediği, onlara seb ve tahkir edilmemesi gerektiği gibi, damadları Hz. Osman ve Hz. Ali’ye de seb, tahkir, düşmanlık ve buğzedilemez. Bütün ashaba tavrımız da eshârına olan tavrımız gibi olmalıdır: “Kim (ashab ve eshar hakkında) Rasulüllah’ın (sav) hukukunu muhafaza ederse Allah Onu dünyada ve Ahirette muhafaza edecektir.” Yoksa ondan yüz çevirecek ve onu azabla yakalayacaktır.

e. Daha önceki konularda da belirttiğimiz gibi, Ashab devrinden sonra sahabeleri tenkid eden onları noksanlamak isteyen, onlara seb ve tahkirde bulunan, fazilette onlardan geri kalmadığını iddia eden, hatta onları geçebileceklerini ifade eden kimselerin geleceği burada haber verilmektedir.24 Böyleleri “ ...Mutlaka biz (Kur'an'ı) okuduk, anladık. Öyleyse bizden daha iyi kim var?” diyeceklerdir.25

Rasulüllah (sav) İslamın gerileme devrinde gelecek bu kimseler için: “Acaba onlarda hayırdan bir şey var mı?” hükmünü verir ve ashabına: “Bunlar sizlerden (bu ummet içinden çıkacak) kimselerdir ve bunlar cehennemin yakıtıdırlar.” buyurur.26 Bu hadis-i şerifte de: aynı kimselerden söz edilmekte “yakında onları (ashabı) noksanlayan, onlara sebbeden (küfür ve tahkirde bulunan) bir topluluk da gelecek” buyrulmaktadır.

f. Hadisin son bölümünde, sağlam, sahabeleri, eshârı seven onlara dil uzatmayan ensara muhabbet besleyen gerçek müminlerin Ashaba, eshara, ensara tavır alan, buğzeden onların noksanlıklarını yayan, onlara hürmet ve sevgi duymayanlara karşı almaları gereken tavır gösterilmektedir. Onlarla kız alış verişi yapmamak, Rasulüllahın sahabelerini, ensarı, esharı, sevmeyenlere kız vermemek ve almamak, birlikte olmamak ve birlikte namaz kılmayıp cenazelerine de gitmemek tavsiye ediliyor.

Seçkin Ashaba Sebbedenlere, Allah'ın, Meleklerin, İnsanların Laneti

Ashab’a seb’le ilgili şu hadis-i şerif de az önceki hadis-i şerifin mefhumunu taşır ve onu şerheder mahiyettedir:

“Şüphe yok Allah beni (diğer insanlar içinden) seçti. Benim için de (büyük, çeşitli ve farklı vasıfları bulunan) sahabeleri seçti. Arkasından onlar içinden bana vezirler ve sıhrler ve ensar verdi. Kim onlara (ashaba) sebbederse (tahkir eder, küçük düşürür, düşmanlık ederse) Allah’ın meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Kıyamet günü de ondan hiçbir ameli kabul olunmasın.”27 (İbnu’l-Enbari Mesahif, Tabarani fi’l-Kebir, Müstedrek, Abdurrahman b. Salim b. Abdurrahman b. Uveym b. Sâide, oda babasından)

Burada Rasulüllah hem kendisinin hem ashabının, hem esharının, hem ensarının, hem vezirlerinin Allah tarafından seçildiğini, onların değerini, Allah’ın kendilerini insanlar içinde beğendiğini dile getiriyor. Geçen Hadis-i Şerifte yalnız ensardan, eshardan söz edilirken burada vezirlerden de bahis açılıyor.

İslam'ın tesisinde bütün sahabeler, görev almakla birlikte özellikle ilk Müslümanlar, onlar içinde cennetle müjdelenenler, muhacir, ensar ve İslam binasının yapımında daha çok emeği geçenler herhâlde yardımcılar ve vezirler olmağa daha lâyıktırlar. Vezir: melikinin, emirinin yükünü ve işini yüklenen kimsedir. Muvazeret muavene, (yardımlaşma) demektir. Vezer, dağda kendisine iltica edilen, sarp, sığınılan yer, sığınak demektir. Vezera: Ağır yük yüklenmek, günah işlemek, deliği kapamak, yermek gibi manalara gelir. Vizr, dağ gibi ağır yüktür. Bu sebepten Günahlar vizrle ifade edilir.28 Ayrıca ayette "Senden (risaletle) cahiliyye yükünü, cahiliyye zihniyeti ve kültüründen nasıl baş edeceğini bilemediğin yükü kaldırdık.” demektir. evzar-ı harb: harbin silahları ağırlıkları demektir.

Şu halde vazife-i risalet çok ağır bir yüktür. Sahabeler Risalet vazifesini ifada, o yükün kaldırılıp götürülmesinde umumen Rasulüllaha yardımda bulunmuşlardır. Onun ensarı, muavinleri, vüzerası olmuşlardır. Fakat özellikle (burada hadis-i şerifte de belirtildiği gibi) bazıları bu yüke daha çok omuz vermişler, sahabeler içinden Allah onları seçmiş, tesis-i İslamiyette, tebliğ-i risalette özellikle onlar istihdam olunmuşlardır. Bunların başında dört halife, Aşare-i Mübeşşere gelir. Muhacirler, bedirde bulunanlar, sonra sırası ile diğer gazalara katılanlar ve mertebelerine göre bütün ashab bundan hissedardır. Zaten sahabeye yetişilememesi cihetlerinden biri de İslamı tesisde, İslam binasını kurmada ustabaşıları hükmünde olan Rasulüllah’a ve Onun davasına onunla birlikte yaptıkları yardımlardır.

Rasulüllah (sav) bir hadis-i şeriflerinde buna işaret eder:

“Benden önce hiçbir nebi yoktur ki, ona yedi refik (rufeka) necib (nücebâ) ve vezir (vüzerâ) verilmemiş olsun. Mutlaka bana da on dört tane verildi: Hamza, Cafer, Ali, Hasan, Hüseyin, Ebû Bekir, Ömer, Abdullah b. Mesud, Ebû Zer, Mikdûd, Huzeyfe, Ammâr, Bilal, Suheyb (ra)”29

Burada zikredilen her ismin üzerinde durmak, necabet, vezaret, refakat yönleri üzerinde uzun uzun bir açıklamayı gerektirir.

“Sizin En İyileriniz Zamanımda Yaşayanlarınızdır”

Halbuki, Buhari’de de geçtiği üzere Rasulüllah (sav) imran b. Husayndan gelen bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır:

“Sizin hayırlılarınız zamanımda yaşayanlarınızdır. Sonra zamanımda yaşayanlara yakın olanınız, sonra onlara yakın olanlardır.”

buyurdu. İmran (ra) dedi ki: “Rasulüllah’ın "bunlara yakın olanlardır" diye iki defa mı yoksa üç defa mı zikrettiğini hatırlamıyorum”. (Rasulullah (sav) sözüne devam ederek:

“Sonra öyle kimseler gelir ki, kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlik ederler. Hıyanete devam ederler onlara güvenilmez. Nezrederler (söz verirler) nezirlerini yerine getirmezler. (yiyip içmek, dünya hayatında rahat yaşamaktan başka düşünceleri olmadığından) onlarda şişmanlık görülmeye başlar.”30

Aynı hadis-i şerifin benzeri başka hadisler de vardır. Meselâ “hayru’l - kurûni karnî” hadisi de mütevatir bir hadistir. Buhari’nin 25. kitabının 62. babında da

“İnsanların en iyileri benim asrımdakilerdir. Sonra onları takib edenler, sonra onları takib edenler”31

İbn-i Abbas (ra) Rasulüllah (sav) tarafından, sahabelerden sonra gelen ve fazilette onların takipcileri olan tabiine, sahabelerin bir saatlik ameline bir ömürde yetişilemiyeceğini ihtar ettiğine göre, daha sonraki insanlar, ibadetlerinde zikir ve tesbihlerinden faydalanmada onlara nasıl yetişebilecektir.

Ayrıca bu hadis-i şeriflerde zamanın geçmesi ile sahabe asrındaki manevi atmosferin değişeceği insanların ideallerinin farklılaşacağı açıklanmakta, zamanla zihinlerin kalplerin, latifelerin dünya hayatına, yöneleceği belirtilmektedir.32

Tehlikeli Şartların Amellerin Sevabını Arttırması Açısından Sahabelere Yetişilmez

Allah Yolunda Bir Gün Ribat Görevi ve Önemi

Benzer hadis-i şeriflerde Rasulüllah Allah yolunda nöbetin (ribâtın) öneminden farklı şekillerde söz etmiştir: Selman-ı Farisi (ra) tan rivayet edilen bir başka hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Ben Rasulullahı şöyle derken duydum. '(Allah yolunda) bir gün ve bir gece nöbet bir ay oruçtan ve (oruçlu günlerin) gecesinin kıyamından daha hayırlıdır. Eğer bir kimse nöbette ölürse, işlediği işi, nöbeti (ve Onun sevabı) devam eder. Buna karşılık ücreti verilir. (İnsanları soruları ile kabirde) fitneye düşürünlerden emin olur.”33

Fi sebilillah ribatın önemi burada bir kere daha vurgulanmaktadır. Sebil, Müfredatın açıklamasına göre kendisinde suhûlet olan, yoldur.34 İşlek, açık, büyük yol, hüccet, çare, sebep umumi su içme yeri gibi manalara da gelir. Allah’ın yolu; Allah’a giden, Allah tarafından dinle gösterilen ve açılan yol elbette kulların kendi başlarına bulmak ve gitmek istedikleri yollardan pek farklı olacaktır. Belki bu iki yolun farkı, Allah’ın yarattıkları ile kulların yaptıkları kadardır. Allah’ın yolu bütün hatalardan salim, kendisinde yol almak kolay, işlek, tehlikesiz, büyük bir yoldur. İstenilen yere ulaşmada biricik sebep ve çaredir. Su ve yağmur ne kadar faydalı ve Rahmetse bu yol da öyledir. Hiçbir yol bu yola rakib olamaz, onun yerini tutamaz, bu yola tercih edilemez.

Allah yolunda bekleyen, nöbet tutan, o yolu kapatmak sabote etmek, tıkamak, kesmek isteyenleri alıkoymak, bunlara mani olmak için görevi başındadır. Allah yolu için de en tehlikeli, en hassas, nazik dönem Rasulüllah dönemidir. Sahabeler en tehlikeli, kritik dönemde bu yolun bekçisi, sürekli muhafızı olmuşlar, sanki bu yolu kendileri ve sonraki gelenler için kapanmamak üzere trafiğe açmışlardır. Zaman zaman bu yolda tamir gerekse de, bazı tehlikeli zamanlar olsa da, artık yolun yeri, yönü bellidir ve bu yol kıyamete kadar açık kalacaktır.

Böyle bir yolu bir bakıma usta başıları ve mimarları olan Rasulüllah önderliğinde açmak, yapmak, her bakımdan o yolun muhafızı ve nöbetçisi olmak, binlerce milyonlarca insanın o yoldan geçmesine sebep olmak, öyle büyük bir hasene ve sevabdır ki, onlardan sonra gelenlerin onlara yetişmesini imkansız kılar.

Bu sebepten bu hadis-i şerifte ve diğerlerinde ifade edildiği gibi, onların amel defterlerine halâ nöbettarlık, muhafızlık görevinin sevabı durmadan yazılmaktadır. Ayrıca bu yolda yürüyenler için, güzel bir sünnet ihdas etmeleri yönünden de amel defterleri kapanmıyacaktır.

Sahabelerin amellerinin faziletine, yaptıkları hayırlı işlerin sevabına, tehlikeli şartlar açısından da yetişilememektedir. Çünkü bir işte zorluk arttıkca sevap ve ücret fazlalaşır. Kur'ân-ı Kerim'de:

“Mutlaka kolaylık zorlukla beraberdir. Mutlaka kolaylık zorlukla beraberdir.”35

buyrularak bu hususa işaret edilir. Burada yüce Allah tekidlerle birlikte, kolaylığın zorlukla beraber olduğunu36, zorsuz kolaylığın olmıyacağını ihbar etmektedir. Bu sebepten “Hayrul umûri ahmezuha = işlerin en hayırlısı en zahmetli olandır” denir. Usr yüsrün zıddıdır.37 Usrâ zorluk manasına gelir.

Sahabenin Amel Defteri Kapanmaz

Aynı hususa parmak basan bir kaç hadis daha zikretmek istiyoruz:

“Her ölenin ameli üzerine mühür vurulur. Ancak Allah yolunda (ribât) nöbettarlık yapan hariç. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar kendisi için çoğaltılır. O kabir fitnesinden de emin kılınır.” (Ebu Davut ve Tirmizi rivayet etti. el-Hakim müslimin şartına göre sahihtir dedi ve İbnü Hıbban da Sahih’inde rivayet etti).38

Bir başka hadis-i şerifte de “Allah yolunda (fî sebilillah) bir ay ribat (muhafılık, nöbetdârlık bir ömür boyu (nafile) oruçtan daha hayırdır” buyrulur. Bir başka hadis-i şerifte de “Allah yolunda murabıt olan hariç bütün ameller sahibinden kesilir.” buyrulmaktadır.39

Ribatta, Israr, Süreklilik Hazır Bulunmak Manaları:

Aslında rabt; birini, bir şeyi bağlamak bir kimsenin cesur, temkinli, güçlü kalpli olmasıdır. Rabt’ta bir şey bir yere bağlanır, tesbit edilir. Cesur kimse de sabit-i kademdîr, kolay kolay tavrından vazgeçmez. Temkinli şahıs da, bir anda değişiveren, değişken bir yapı sergilemez. Olduğu yerdedir. Sebatı ifade eder.

Ribat ise, bir işe devam etmek, sarılmak o işi bırakmamaktır.40 Atlar için kullanılırsa, sınırdaki askerin düşmanla savaşmak için atını sürekli bağlı ve savaşa hazır tutmasıdır. Burada da bir devam ve sebat vardır. Ayet-i Kerimede geçen “ve râbitû”41 sürekli savaşa hazır bulunun, cihadı bırakmayın, savaş için sınırlarda devamlı savaşa hazır savaşcılar ve atlar veya atların yerine geçecek harp vasıtaları bulundurun demektir. Râbıt, nefsini dünyadan çeken, zahit kimsedir.

Şu halde ribât, maddi veya manevi bir cihada dört elle sarılmak, onda sebat ve devam etmek, cihad için her an hazır halde bulunmak, kendini cihada hazır tutmak, zamanının ilmi, fenni, askeri silahları ile kendini techiz edip İslamın sınırlarını ve Dâr-ı İslamın hudutlarını iman ve ahkâm-ı ilahiyyenin hudutlarını gerektiği gibi korumak ve bu uğurda dünyevi ve nefsi arzularına galip gelip, kendini bu yola vakfetmektir.

Sahabeler, maddi manevi cihadla, iman ve Kuran ilimleri ile, Rasulullah’a ve sünnete bağlılıkları ile bu kudsi vazifeyi her cihetle ve büyük fedakarlıklarla yerine getirmişler, hayatları boyunca, tereddütsüz bu işe devam etmişler, iman ve İslamın manen ve maddeten hudutlarını muhafaza etmişler sebilullahın en layık muhafızları olmayı sürdürmüşlerdir. Onlar bu yönden örneklerimizdir, önderlerimizdir. Genelde, dünyevi istek ve arzular doğrultusunda hayatını geçiren, küçük fedâkarlıkları bile gözünde büyüten iman ve İslam için yurdundan, yuvasından, canından, malından, makamından vazgeçemeyen Müslümanların, onlara müsavat dava etmeleri, fazilette onları geçme iddiaları mesnedsiz, ciddiyetten uzak, hayretle karşılanacak bir durumdur.42

Kaynaklar:

1) el-Askalânî İbnu Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, Beyrut ty. IV, 46; Ayrıca bk. Sunenu İbn-i Mâce II, 1334; (Bela katlandıkca ücretin katlanacağı, karşılığın büyüklüğünün belanın büyüklüğü nisbetinde olacağı, dindarların, dindarlığı nisbetinde belalara maruz kalacağı); Tefsîru’l-Kurani’l-Azim II, 47 (Allah Rasulüne hizmetin önemi) II, 45. Çığır açma yönünden sahabeler.
2) Sunenu İbn-i Mâce, I, 57 (162. hadis); Tefsîru’l Kurâni’l-Azim, II, 301; Bedir’de sahabe oluşun önemi Sunenun-Neseî V, 99-100 (iyiliklere vesile olma yönünden sahabiler, binlerce, milyonlarca kişinin-ahiret açısından-kendisi hesabına yatırım yaptığı kimselere benzerler. Çünkü onlar kendilerinden sonra gelen her Müslümanın hayatı boyunca yaptığı iyilikler, kendileri hesabına yazılan kimselerdir. Bu açıdan da onların öldükten sonra da, bir saatte kazandıkları büyük yekun tutacaktır. ve bu devam edecektir.) Ayrıca bk; es-Savâiku’l-Muhrike s. 211, Te’vîlu Muhtelifi’l-Hadîs, s, 108; Şerhu’l-Makâsıd, IV, 318; Sübülu’s-Selâm, IV, 127.
3) Sahihu Müslim Fezail, 140; Üsdülğâbe III, 227; Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâvîyet, s. 488.
4) Ayrıca bk. Ebû Davud et-Tayâlisi’nin müsnedi, hadis no: 21, 83, Sunen-i Ebî Davud 39. Kitab. bab 10; Sahîhu’t-Tirmizi Hadis no, 2165; Kenzu’l-Ummâl hadis no: 32469; Ashab-ı Kirâm Hakkında Müslümanların Nazih İtikadları, s. 105-106; Şerhu’l-Akideti’t-Tahâviye, s. 468-469; es-Savâiku’l-Muhrika s. 211; Haşiyetu’l-Kestelli alâ Şerhi’l-Akâid s. 187; Muhammed, s. 403; Tarihîhu’l-Hamîs, II, 97.
5) Sahîhu’l-Buharî (Fezail-i Ashabı Nebi) IV, 195; Ayrıca bk. Râmûzu’l-Ehâdîs, 1937. hadis; Ayrıca bk. Hayatu’s-Sahâbe II, 559 (Abdurrahman b. Avfla ilgili olarak).
6) Ashab-ı Kiram Hakkında s. 79.
7) bk. Şerhu’l-Makasid, V, 303 vd; es-Savâiku’l-Muhrika s. 210 vd, Hâsiyetu’l-Kestellî, s. 187 vd, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviye, s. 467-468; el-Mufredât s. 220.
8) Müd: Iraklılara göre iki rıtıllık bir ölçek. (832 gr.)
9) bk. Râmûzu’l-Ehâdis, s.441;
10) Râmûzu’l-Ehâdis, s. 441, hadis no: 5859; Sunenu İbn-i Mâce I, 47 (Ümmetin sonunun evveline lanet etmemesi gerekir); Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm IV, 205 (sahabenin mesavisini dile dolamaktan sakındırma) IV, 306 (Ashabe sebbetmemek gereği) Şerhu’l-Akideti’t-Tahâviye. II, 691, 694; 697, (sahabeyi sevmenin iman, onlara bugzun küfür nifak ve tuğyan olduğu, Age II, 698.
11) el-Müfredât s. 252, el-Mu’cemu’l-Vasît s. 460.
12) el-Müfredât s. 252.
13) Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 465, (no: 5777); Konuyla ilgisi açısından bk. Cevâhiru’l-Buhârî s. 70 (no: 91: Müslümanlar bunyan-ı Mersûs gibidirler, birbirlerini sımsıkı tutarlar, s. 190 (no: 310: Müslümanların Müslümanlara faydalı olması, zarar değil fayda vermesi tavsiye edilir) s. 217 (no: 351: Hataların gizli kalması avretlerin araştırılmaması esastır) s. 218 (no: 352 Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, onu yalanlamaz, utandırmaz, bir Müslümanın kanı, ırzı, malı diğerine haramdır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor görmesi yeter. Müslüman Müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını örter) s. 427 (no: 727: Müslümanlıkta başkalarına kötülük düşünmek hoş karşılanmaz iyilik yapma tavsiye edilir. Hatta iyilik yapamayan kimse, iyiliğe niyet etse, ona niyetinden dolayı, o iyiliği yapmış gibi sevap yazılır. Bir adamın hoşuna gitmeyecek şekilde arkasından konuşmak da gıybettir.)
14) Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 47. no: 622, Ayrıca bk. Hayâtu’s-Sahâbe II, 560-561.
15) bk. Sunenu İbn-i Mâce I, 97 (263. hadis).
16) bk. Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm II, 305.
17) bk. Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm II, 305.
18) Lanet bir kimsenin Allah’ın rahmetinden uzak olmasını istemektir. Değil sahabelere, hiçbir Müslümana yapılmamalıdır. Çünkü Müslüman mümin olmakla Allah’ın rahmetine yakındır. Lanet küfür ve nifak üzere ölmüş kâfirlere yapılır.
19) bk. Şerhu’l-Akîdetit-Tahâviye II, 689 vd. Buğz hubbun (dolu dolu) sevginin zıddıdır. Nefret ve düşmanlıktır. Düşmanlara yapılır. el-Kâmûsu’l-Muhît IV, 337.
20) Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 86, no: 1196; Hayatu’s-Sahâbe II, 561; Tefsîru’l-Kurâni’l-Azim IV, 205, 306, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviye, II, 691, 694, 698; Sunenu İbn-i Mâce; I, 97 (ümmetin ahirinin evveline lanet edeceği bir zamanın geleceği); VIII, 89 (ümmetin sonlarında cehaletin ortaya çıkıp hakim olacağı) ümmetin evvelini, selefi beğenmemek de bize göre buradan kaynaklanmaktadır.
21) el-Mu’cemu’l-Vasît s. 527; Ayrıca bk. es-Savâiku’l-Muhrika, s. 170-171; Muhammed Sabbân, İs‘afur-Râğıbîn, Mısır, 1375, s. 119; el-Munavî, Abdurra‘uf, Feyzu’l-Kadir, I-IV, Mısır, 1958, II, 512.
22) Feyzu’l-Kadîr I, 197, II, 512.
23) Feyzu’l-Kadîr, I, 197, II, 512.
24) Feyzu’l-Kadîr I, 197.
25) bk. Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 366 4525. hadis (Tabarani fi’l-kebirden).
26) Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 366, 4525. hadis.
27) Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 86. 1197. hadis. Ayrıca bk. Hayâtu’s-Sahâbe II, 560.
28) el-Kâmûsu’l-Muhît II, 159-160; bk. el-Mufredât s. 522. ayrıca bk. Fâtır 35/18 “Hiçbir nefis bir başkasının günah yükünü yüklenmez”.
29) Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 142; 1827. hadis (Ayrıca bk. 1673 hadis).
30) Cevâhîru’l-Buharî, s. 230, (Kitabu’s-şehadat 9. 378. hadis); Sunenu’n-Neseî, VIII, 94; Sunenu İbn-i Mâce II, 137 (no 3957) 1346; (no: 4053-4054); Sahîhu’l-Buhârî, VIII, 94.
31) Benzer hadisler için bk. Sahîhu Müslim hadis no: 210, 215; Ebû Davud, 39. kitab, bab 39; Sunenu Tirmizi 31. kitab, bab 45; Râmûzu’l-Ehâdîs, 1937, 3501. hadis.
32) (Bu hususla İslam anlamada ictihadda sahabelere, yetişilemiyeceği konusu arasında irtibat kurulmalıdır); Ayrıca bk. es-Savâiku’l-Muhrika s. 211, Sübulü’s-Selâm IV, 127, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviye s. 467; Hâşiyetu’l-Kestellî, Alâ Şerhi’l-Akâid s. 177, Şerhu’l-Makâsıd V, 318-319.
33) et-Tergîb ve’t-Terhîb II, 243 (K. Cihad 2. hadis Müslim, Tirmizi Nesei ve Tabarani tarafından rivayet edilmiştir.)
34) el-Müfredat s. 223.
35) İnşirah Suresi 5, 6; Riyâzu’s-Salihîn s. 78 (72. hadise bak.)
36) Tefsîru’l Kurâni’l-Azim IV, 525 (Usrle ilgili hadisler için bk.)
37) el-Müfredât s. 344.
38) et-Tergîb ve’t-Terhîb II, 243, (Bu hususa, iyiliklere sebep olma, güzel cığır açma, açısından da bakmak gerekir. Ayrıca bela katlandıkca, büyüdükce ücretde katlanacaktır. Sunenu İbn-i Mâce II, 1294: Peygamberlerin bela bakımından en şiddetli oluşu ve belanın ecri arttırması. Ayrıca bk. Aynı eser, I, 88 (üç kişinin defterinin kapanmıyacağı).
39) et-Tergib ve’t-Terhîb II, 243.
40) el-Kâmûsu’l-Muhît, II, 384; el-Mufredât, s. 186. Temessük, irade, ibliğa kelimelerinin manalarını hatırlayalım.
41) Ali İmrân 3/200, Ayrıca bk, Enfal 8/60; Kuran-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi s. 75, 183. (Her iki ayet-i kerime de Allah düşmanlarına karşı kuvvet hazırlamak gereği üzerinde durulur.)
42) Bu husula ilgili diğer hadisler için bk. et-Tergîb ve’t-terhib II, 244 vd. Ayrıca bk. Allah yolunda hırasetle ilgili hadisler II, 348 vd.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun