Kuran'da birçok argo ve küfürlü ayet var, bunun hikmeti nedir?

Tarih: 01.05.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kur'an'daki beddua ve lanetler, belli vasıflara sahip kimselere yöneliktir. Kur'an, şahıslardan ziyade vasıfları, düşünceleri, muhatap alır. Netice itibariyle öbür dünyada, insanların bir kısmı, Allah'ın rahmetine ve ihsanlarına kavuşur, cennete girer. Bir kısmı da, onun lanetine uğrar/rahmetinden uzaklaşır, onun gazabı ve azabının merkezi olan cehennem zindanına girer.

Allah'ın Kur'an'daki bu tür ifadeleri, aslında merhameten söylenen birer uyarıdır. Çünkü kötülüğün ne olduğunu bilmeyen ondan nasıl uzaklaşabilir? İyiliğe rehberlik etmek nasıl bir yoldur.

Kaldı ki, Kur'an'ın bu gibi sert ifadeleri, inkârcılara yöneliktir. Küfür ve inkârcılık ise, Allah'ın bin bir isim ve sıfatlarına karşı bir meydan okuyuştur. Kâinatın binler belgesiyle hak ve hakikatin varlığına yaptığı şahitliği reddetmek anlamına gelir. Yüz binlerce peygamberin binler mucizelerini ve milyonlarca evliyanın milyonlarca keşif ve kerametlerini inkâr etmek hükmüne geçer. Özetle, küfür ve inkâr, Allah'ın bütün isim ve sıfatlarının hadsiz tecellilerini, kâinatın had ve hesaba gelmez şahitliklerini yalanlamak ve onların hukukuna saygısızlık olduğundan, bu sert ifadelerle onları uyarmak tam yerinde bir belagattır.

Sorularınıza gelince:

- “Kur'anda birçok argo ve küfürlü ayet var” ifadesi, çirkin olduğu kadar, çok yabancı bir kimliği ele veriyor.

- Birçok söz vardır ki, hikmet nazarıyla bakıldığı zaman, çok hikmetli göründüğü halde, haylaz ve aymaz bir bakışla bakıldığı zaman asıl kimliğinden uzaklaşmış olur.

Mesela, genel olarak insanların cinsel organlarından bahsetmek edebe aykırı kabul edilir. Fakat tıp noktasından konuya bakıldığı zaman, son derece hikmetli ve bilimsel bir konuyla karşılaştığınızı hissedersiniz.

- Kur’an-ı Hakim, bütün kâinatın yaratıcısı olan yüce Allah’ın kelamıdır. Onun için onda “argo, küfür” bulunmaz. O hikmetli sözleri, hikmet bağlamından kopardığınız zaman, bir insan sözüne indirgeyip öyle algıladığınız zaman, hikmet yerine nikmet bulursunuz. Çünkü insanda öyle bir tahvil mekanizması vardır ki, elması kömüre, altını bakıra dönüştürür.

- Allah’ın nezih sözlerini ön yargı ve cehalet kombinasyon merkezinde kimyevî bir tepkimeye tâbi tutarsanız, hem aklınızın hem de kalbinizin kimyasını bozarsınız.

- Allah’ın kelamına bakarken, hikmet dürbününü, edep gözlüğünü takmak çok önemlidir. Gözlüğün rengi, görmenin rengini değiştirir.

- Bir de ifadelerin güzel veya çirkin olmasında, sözcüklerin bağlamları kadar, onları kullanan kimsenin durumu da  etkin bir rol oynar.

Mesela; yaş, makam ve mevki bakımından büyük olan bir kimsenin, kendisinden küçük olan birine “Aferin!” demesi, çok güzel bir başarı ödülü kabul edilirken, küçük bir kimsenin büyük bir kimseye “Aferin” demesi, edep dışı çirkin bir laubalilik kabul edilir.

Yine; yüksek bir makamda bulunan bir yetkilinin suçlu olan bir kimse hakkında kullandığı “sert ifadeler”, onun sorumluluğuna uygun, makamına münasip, haşmetine yakışır, başkalarının hak ve hukukunu muhafaza arzusuna muvafık, suçluların suç işleme cesaretlerini kırma noktasındaki caydırıcılık amacına mutabık düştüğü için insanlar tarafından makul karşılanır. Fakat aynı “sert ifadeyi”, bir normal vatandaştan duymak, çok olumsuz etkiler bırakır.

Lütfen bu bilgileri gönlünüzün cebine koyun, gösterdiğiniz ayetlerin yüzüne yeniden bakın. İsterseniz, hep birlikte bakalım:

1. Tevbe 30. ayette şöyle denilmiştir:

“Yahudiler; ‘Üzeyir Allah’ın oğludur.’ dediler. Hristiyanlar da ‘Mesih, Allah’ın oğludur.’ dediler. Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir (değeri yoktur). Onlar, sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da (haktan batıla) döndürülüyorlar.”

- Kendilerine, -Allah’ın birliğini, çoluk-çocuktan beri olduğunu belirten- kitap ve peygamber gönderilmesine rağmen, kalkıp da eski kitapsız bazı kâfirlerin sözlerine benzer söz söyleyerek Allah’a çocuk isnat ederek iftira edenler hakkında “Allah kahretsin!” demek, gerçekten çok hafif kalıyor. Bu da Kur’an’ın nezih ifadesinden kaynaklanıyor.

- Bununla beraber, Kur’an Arapça diliyle gelmiş ve insanlara hitap eden bir kitap olarak, özelde Arapların, genelde bütün insanların istimal ettikleri deyimleri kullanması kadar tabii bir şey olabilir mi?

- Allah’ın bu kâfirane iftiralara olan kızgınlığının boyutunu yansıtan bu ifadeyi, “argo-küfür” olarak değerlendirmek, edebe aykırı olduğu gibi edebiyata da aykırıdır.

2. Münafıkûn 4. ayette de “iki yüzlü, Müslümanları alçakça sindirmeye çalışan, onlara karşı sinsice düşmanlık yapan” münafıklar için de aynı ifade kullanılmıştır; “Allah kahretsin / Allah belalarını versin.”

Burada bir şey daha ekleyelim ki, bu ifade insanlar tarafından kullanılan bir “beddua” olduğu gibi, aynı zamanda ve gerçekte bu onlar hakkında ilahî bir ihtar, akıbetleri hakkında bir ihbar olup, “Allah onların belasını verecek, onları kahr-u perişan edecek” demektir.   

3. Bakara 13. ayette: “Ne zaman onlara / münafıklara; 'Şu -güzel- insanların iman ettiği gibi siz de iman edin.' denilse, 'Yani o akılsız / beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?' derler. 'Asıl beyinsizler kendileridir de farkında değillerdir”.

Allah’a, onun kitabına, peygamberine iman edenleri “beyinsiz/akılsız” olarak lanse eden bu kendini bilmez inkârcılara, aynı şekilde mukabele etmek “asıl beyinsizlerin onlar olduğunu” vurgulamak, ne diye argo olur ki? Küfür bunun neresinde var?

4. Bakara 142. ayette şu ifadeler vardır: “Akılsız insanlar, ‘Bu Müslümanları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?’ diyecekler.”

Bu ifadede ehl-i kitabın yeni Müslüman olmuş bir kısım Müslümanların midesini bulandırmak, dinlerine karşı tereddüt uyandırmak için, “daha önce yöneldikleri kıble olan Mescid-i Akasa’dan Kâbeye yönelmelerini” bahane ederken, aslında Allah’ın hükmüne itiraz ediyorlardı. Her şeyi bilmiş havasına giren ve İslam’ın ön gördüğü bu kıble değişikliğini hikmetsiz göstermeye çalışan bu insanlara nasıl cevap verilmeli? Bu kıble işini abesle iştigal olarak değerlendiren, dolayısıyla, İslam peygamberini ve Müslümanları “beyinsiz” olarak lanse eden bunlara en az misliyle mukabele edip “beyinsizler” diye nitelemekten daha dengeli, daha âdil hangi ifade gösterilebilir?

5. Zariyat, 10-12 ayetlerde şöyle denilmiştir: “O kahrolası yalancılar, sarhoşluk ve cehalet içinde ne yaptıkları bilmeden atıp tutarlar. Bir de alay ederek: ‘Ne zaman o hesap günü?’ diye sorarlar."

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve bir düşünün; “Gösterdiği birçok mucizelerle Allah’ın elçisi olduğunu ispat eden Hz. Muhammed’i, kırk yönden mucize olduğu İslam alimleri tarafında ispat edilen Kur’an’ı yalanlayan ve alay konusu yaparak “Ne zaman o hesap günü? Geleceğini söyleyip durduğunuz kıyamet günü ne zaman?” diye küstahlık eden bu iftiracılara karşı “yalancılar” vasfını kullanmanın neresinde yanlışlığın olduğunu yeniden gözden geçirin.

6. Maymunlar! (A'râf, 7/166; Bakara, 2/65; Mâide, 5/60)

Bakara 65. ayette şöyle buyurlmuştur:

“İçinizden cumartesi günü haddi aşanları elbette bilirsiniz. Biz böyle (maymun iştahıyla aymazlık) yapanlara; 'Aşağılık maymun olun.' dedik.”

Olayın özeti şudur: “Deniz sahilinde oturan bir kısım Yahudilerin yaptıkları azgınlık sebebiyle, Allah onları sebt/cumartesi günü imtihanıyla imtihan etti. O gün balık avlamaları yasaklandı. Fakat imtihanın bir gereği olarak, cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar onlara akın akın gelirdi. Tatil yapmadıkları diğer günlerde ise,  gelmezdi” (bk. Araf, 7/163). Bu maymun iştahlılar, Allah’a karşı bile kurnazlık yapma yolunu denediler, cumartesi günü balık avlama yasağına uymuş gibi yaparak, balıkları o gün avlamıyor, onları yaptıkları bir havuzda biriktiriyorlardı, cumartesi bittikten sonra balıkları o havuzdan toplamaya başlıyorlardı. Daha sonra bizzat sebt/cumartesi gününde de balık avlamayı helal saydılar.(bk. Hazin, ilgili ayetin tefsiri).

- İşte Allah’ın bunlara maymun damgasını vurması, onların haylaz psikolojilerine, aymaz karakterlerine son derece uygun düşmüştür.

- Verilen ceza ne kadar işlenen suçun karakterine uygun olursa veya yapılan azarlama ne kadar suçlunun psikolojik durumuna muvafık olursa, o nispette fiilî bir belagat ve sözlü bir fesahat olur.

7. Domuzlar! (Mâide, 5/60)

Bu ayette, Yahudiler için üç damga vurulmuştur: Sebt/cumartesi günü yasağını çiğnedikleri için maymun, Hz. İsa’nın duasıyla gökten kendilerine inen Allah’ın semavi ziyafetini hafife alıp nankörlük etmelerinden ötürü domuz, buzağıya taptıkları için de “Tağuta tapan”lar damgasını yemişlerdir.(krş. Razî, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri).

- Bu damgaların her biri, işlenen suçun karakterini yansıtması bakımından son derece mânidardır.

8. Hayvanlar hatta hayvandan da aşağılıklar! (A'râf, 7/179)

Onlar, ancak hayvanlara benzerler, hattâ hayvandan da sapıktır onlar (Fûrkan, 25/44) Eşeğe (merkep) benzerler! (Muddessir, 74/51; Cuma, 62/5)

Araf 179. ayette; “cehennemlik olan cinlerin ve insanların yaptıkları yanlışları sıralanıyor ve Allah’ın kendilerine verdiği kalp, göz ve kulaklarını nasıl suistimal ettikleri vurgulanıyor.”

Ardından da Allah’ın bu güzel nimetlerini yerli yerince kullanmayan bu grupların hayvandan daha aşağı bir konuma düştükleri anlatılıyor.

- Bir azarlama veya uyarının en büyük amacı, aynı suçun tekrarlanmasını engellemek, caydırıcılık görevini yapmak, doğruya yönlendirmek ve başkasına da ondan ders çıkarma fırsatını tanımaktır. Bu açıdan bakıldığında, suç-uyarı ifadeleri arasında eşsiz bir güzellik, bir belagat var olduğu görülür:

İnsanlarla hayvanlar arasındaki açık fark şuradan kaynaklanıyor:

a. Hayvanın da insan gibi yüreği vardır, fakat aynı adla ifade edilen idrak, kavrayış ve anlayış sahibi manevî bir kalbi yoktur.

b. Hayvanların da insanlar gibi gören gözleri vardır. Fakat, gözün gördüğünü analiz edecek bir idrakten yoksundur.

c. Hayvanın da insan gibi duyan kulakları vardır. Fakat duyduklarını -insanlar gibi- akıl süzgecinden geçirip bir sentez yapma kabiliyetinden mahrumdur.

İşte bu gibi ayetlerde “hayvandan da aşağı düşme” hükmü, Allah’ın insanlara bahşettiği manevî donanımlarını boş yere israf eden kimseleri tanıtmaya yöneliktir. Hikmet dolu bu ilahî ifadeyi, insanların birbirine karşı kullandığı “hayvan herif!” gibi sözcüklerle aynı görenler, yerden göğe haksızdırlar.

9. Pislikler! (En'âm,6/ 125;  Yunus, 10/100; Tevbe, 9/125)

Bu ayetlerdeki “Rics” kelimesi, sözlük anlamı itibariyle kir, pislik anlamına gelebilir. Fakat ayette bunun kastedilmediği açıkça anlaşılmaktadır. İbn Abbas’a göre, buradaki “Rics”ten maksat şeytandır. Mücahid’e göre hayırsız şey demektir. Ata’ya göre, azap anlamındadır. Zeccac’a göre, dünya ve ahirette Allah’ın rahmetinden uzak olmak anlamına gelir(bk. Râzî, En’am, 125. ayetin tefsiri).

Meallerde de bu kelime farklı tercüme edilmiştir:

“Allah, imandan yüz çevirenlerin başına işte böyle bela ve sıkıntılar yağdırır.”

 “İşte Allah böylece iman etmeyenlere rüsvaylık verir.”

“Allah inanmayanları işte böyle kötü duruma sokar.”

- Bununla beraber, “pislik” sözcüğü, Türkçe’de “kir” olarak da ifade edilir. Küfür ve sapıklığın insan ruhunu, aklını kirleten bir manevî virüs olduğunu ifade eden Kur’an’ın bu ifadesine karşı itiraz etmek hangi akla hizmettir? Anlamak mümkün değildir. Doğrusu, art niyet başlı başına ruhu kirleten bir önyargı virüsüdür.    

10. Aşağılıklar! (A'râf, 7/166 ve 168; Kalem, 68/10; Bakara, 2/65; Mucâdele, 58/18; Nahl, 16/27; Munâfikûn, 63/4; Mu'min, 40/60 v.s gibi daha birçok sûre de geçmekte.)

Bu ifade de cumartesi günü yasağını çiğneyen Yahudiler hakkında kullanılmıştır. Maymun gibi daldan dala konan; -Allah’ın kendilerine gönderdiği kitaplara ve kendi içlerinden çıkmış peygamberlere rağmen- "bir yandan buzağıya tapan, bir yandan peygamberleri öldüren, bir yandan -Hz. Musa’dan- kendileri için putlardan tanrı edinmeyi öneren, bir yandan cumartesi yasağını çiğneyen, daha nice nice suçlar işleyen bu insanların maymun iştahlıklarını ve aşağılık komplekslerini” açığa vuran “aşağılık maymunlar” ifadesini tenkit etmeye yeltenenler, önce bu ifadenin kullanıldığı bağlamı, oradaki hikmeti öğrenseler,  kendileri için çok büyük faydalar sağlar.

11. Canı çıkasıcalar! (kahrolası) (Muddessir, 74/19 ve 20)

Bu ayetler Velid İbn Muğire hakkında inmiştir. Bu kişinin –Kur’an’daki- dosyası oldukça kabarıktır. Burada da  şu iftirayı yapmaktan çekinmemiştir. “Bu kur’an, eskiden beri büyücülerden nakledilen bir büyüden ibarettir. Bu, insan sözünden başka bir şey değildir” (Muddessir, 74/24-25).

Olayın özeti şudur: Velid, aslında Kur’an’dan çok etkilenen meşhur bir edip idi. Kur’an’ın beşer üstü bir taraftan geldiğini vicdanında hissediyordu. Fakat toplumdaki itibarını kaybetmemek için, Kur’an hakkında ne diyeceğini şaşırmış, sonunda onun olağanüstü etkisini “büyü” diye nitelendirmişti.

Kur’an’da şu ifadeler, bu olayı seslendirmektedir:

“O düşündü, ölçtü, biçti...  Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti!  Hay kahrolası! Nasıl da ölçtü biçti! Sonra baktı... Derken suratını astı, kaşlarını çattı... Sonra da sırtını döndü, kibrinden kabardı, arkasına bakmadan çekip gitti!  ‘Bu, büyücülerden nakledilen büyüden ibarettir.  Bu, beşer sözünden başka bir şey değildir’ dedi” (Muddessir, 74/18-26).

-Allah’ın kendisine lütfettiği onlarca nimete karşı nankörlük eden, Kur’an’ın lehinde şahitlik eden vicdanındaki sesi duymazlıktan gelen, sırf toplumdaki makam-mevkiini koruma adına gerçeği bile bile saptıran ve birçok insanın da kanmasına sebep olan bu herif hakkında kullanılan “Kahr olasıca” ifadesini çok görenler, acaba onun namına ödül mü bekliyorlar?

12. Alçaklar (Doğrusu; Yalancılar) (Mücâdele, 58/18)

Bu ayette iki yüzlü münafıkların rezil durumlarına işaret edilmiştir. Bunların her iki dünyada da iki yüzlü davranacakları vurgulanmıştır. Çünkü yalancılık bunların iliklerine kadar işlemiştir. İşte bunların Kur’an’da çizilen profili:

“Allah’ın hepsini dirilteceği gün, -onlar dünyada Müslüman olduklarına dair size yemin ettikleri gibi-, Allah’a da yemin edecek ve bununla bir şey elde edeceklerini sanacaklar. İyi bilin ki onların işi gücü yalan söylemektir” (Mücâdele, 58/18).

- Hem dünyada hem ahirette yalan yere yemin edip iki yüzlülük yapanlara, “yalancı” demek, ne zamandan beridir ayıp sayılıyor?

13.  Yabani Eşekler (Muddessir, 74/51)

“Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan (Kur’an’ın irşadından) arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?” (Muddessir, 74/49-51).

Burada bir iki noktaya işaret edeceğiz:

- Bu benzetme Araplarda kullanılan bir temsildir. Bir konuya karşı vurdum duymaz olarak davranan, ondan ısrarla uzak duran, etkisinde kalabilirim diye onu dinlemekten kaçan kimsenin bu tavrı için “arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyor” denir(krş. İbn Aşur, ilgili ayetlerin tefsiri).

- Bazı Müşriklerin, -etkisinde kalırız diye- Kur’an’ı dinlemekten çekindikleri bilinmektedir. Bu teşbih/ benzetme, -gerçek olup olmadığına bakmadan, sırf bir inat uğruna- Kur’an’ı dinlemekten çekinen insanların akıllarından zorlukları olduğunu vurgulamaktadır.(krş. Alusî, ilgili ayetlerin tefsiri).

- Bir inat uğruna, geleneksel putçuluk adına, akıllarını bir kenara bırakıp Kur’an’ın hak ve hakikati ders veren beyanlarına karşı sağır olup kalanların bu durumunu, “arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar” benzetmesiyle tasvir edilmesi gerçekten çok harika düşmüştür. Özellikle, o uçsuz-bucaksız çöllerde “arslandan ürküp kaçan yaban eşeğinin -şuursuzca- hiç arkasına bakmadan kaçışını” tasvir eden bu misal, dinleyenlerin zihinlerinde silinmez bir ahmaklık profilini kazımıştır. Bunların bu ahmakane sarhoşluklarını, bundan sonraki ayetten takip edelim: “Bu beyler, bu öğütle(Allah’ın indirdiği bu Kur’an’la) yetinmeyip üstelik her biri kendisine mahsus özel kitap, özel ferman isterler!” Yani her birisinin gönlünde yatan bir peygamber olmaktır. İşte buyurun cenaze namazına!

14. Susamış Develer (Vâkıa, 56/55)

Bu ifade inkârcıların cehennemdeki çektikleri türlü türlü azaplarından sadece birinin tasvirdir. Öyle başka azaplar var ki, “Susamış develer gibi kaynar sudan içmek”, onun yanında “deveden kulak” bile olmaz.

Konuyla ilgili tasviri Kur’an’dan dinleyelim:

“De ki: Öncekiler de sonrakiler de belli bir günün, belli vaktinde mutlaka toplanacaksınız. Sonra siz ey doğru yoldan sapanlar ve hak dini yalan sayanlar! Zakkum ağacının meyvesinden yiyecek, karınlarınızı onunla dolduracak, üstüne de kaynar su içeceksiniz!

Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi saldırarak içeceksiniz. İşte hesap gününde onlara ikram edilecek ziyafet!  Sizi yaratan Biz’iz, hâlâ bu gerçeği kabul ve tasdik etmeyecek misiniz? (Vakıa, 56/49-67).

- İnsan sormadan edemiyor, “susamış develer” benzetmesini cehennemlik olan kâfirlere yakıştırmayanlar, acaba oradaki ziyafet sofrasında nasıl bir menü beklerler?

15. Dilini Sarkıtıp Soluyan Köpekler (A'râf, 7/176)

Burada çok önemli bir psikolojik hadiseden söz edilmektedir. İnsanların zihninde iyice yerleşsin diye, benzetme yoluyla bu psikolojinin tahlili söz konusudur. Önce Konunun özetini Kur’an’dan takip edelim;

“Onlara, kendisine âyetlerimiz hakkında ilim nasip ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o ayetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı. Eğer dileseydik, onu o ayetler sayesinde yüksek bir mevkiye çıkarırdık, lakin o, dünyaya saplandı ve hevasının esiri oldu. Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur! İşte bu, tıpkı ayetlerimizi yalan sayan kimselerin misalidir. Sen olayı onlara anlat, olur ki düşünüp kendilerine çekidüzen verirler.” (Araf, 7/175 ve 176).

- Bu kıssa, sanki ilim asrı olarak bilinen bizim çağımız için yeni indirilmiş gibidir.

Evet, üç asırdan beridir, ilimden, fen ve felsefeden gelen bir sapıklıktır almış yürüyor. Bilimsellik şemsiyesi altında -gerçek ilim güneşinden nasibini almayan- bir sürü cahiller gölgeleniyor.

- Bu cehalet asrında, ilmin namusunu, ideolojik düşünce dünyalarına peşkeş çeken, Kur’an güneşinin ışığı karşısında “bilimsellik kılığındaki dilini sarkıtıp soluyan nice materyalist akıl fukaraları vardır! Bunların “bilimsellik “görüntüleri, halkın nezdinde onları –maalesef- bir cazibe merkezi haline getirmiştir.

- Masum insanları bunların şerrinden korumak, tuzaklarından uzak tutmak için, onların bu “bilimsellik” maskelerini düşürüp, gerçek imajlarını ortaya koymakla mümkündür. “Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur!” tasviri, bu gibi heriflerin imajını sarsmaya yöneliktir.

- Bunlar,fizik alanında kendilerini yetkin gördükleri gibi, metafizik alanda da kendilerini yetkin görürler. Her sahada dillerini sarkıtıp dururlar.

- Bu misal, dinini dünyasına, ilmini hülyasına kurban eden kimselerin hüsranını yansıtan büyüleyici bir örnektir. Bu benzetmenin verdiği dehşet karşısında sarsılması gereken bizler, kalkıp bunu göz ardı edip, yalnız “köpek” sözcüğüne takılanları daha objektif bir muhakeme gücünü kazanmaya davet ediyoruz. Çünkü böyle bir psikolojik saplantıya girme fantezisini yaşayacak kadar vaktimiz yoktur.

16. Lânet olsun geberesi yalancılara (Zâriyat, 51/10) Reziller (Tevbe, 9/14; Nahl, 16/27; Tevbe, 9/2;  Hûd, 11/93; Haşr, 59/5 v.s gibi birçok ayette geçmekte)

Ayetin meali;

O kahrolası yalancılar sarhoşluk ve cehalet içinde ne yaptıklarını bilmeden atıp tutarlar. Bir de alay ederek: “Ne zaman o hesap günü?” diye sorarlar” (Zariyat, 51/10).

- Öncelikle belirtelim ki, ayette: “Lânet olsun geberesi..” ifadesi yoktur.

“kahrolası yalancılar” diye tercüme edilen asıl metin olan “kutile el-Harrasûn” ifadesi, bir fiil bir özneden ibarettir. “Kutile” fiili, “ölsün, kahrolsun” manasına gelir. “el-Harrasûn” kelimesi ise, “yalan uydurmak için çaba harcayanlar” anlamına gelir. Ayetin ilk muhatapları, müşriklerdir. Bunlar, Hz. Muhammed (a.s.m)’in peygamberliğini kabul etmemek için hakikatlerden gözlerini yummuşlardı. Fakat, elinde Kur’an gibi eşi benzeri olmayan bir kitap olduğu için buna da bir kılıf uydurmak gerekiyordu. Bunun için Peygamberimize(a.s.m) bazen kâhin, bazen şair, bazen büyücü diyor, bununla -şeklen de olsa- kendilerini veya başkalarını tatmin etmeye çalışıyorlardı.

İşte Kur’an, onların bu uydurmaca iftira kampanyalarına karşı, onlara “kahrolası yalancılar” demiştir. Bu büyük iftira kampanyasına karşı, bu sözün neresi kaba veya ağırdır?

- Bununla beraber, çok önemli bir nokta da şudur: “Kahrolası”nın bir anlamı “Allah sizi mutlaka öldürecek” demektir. Bu ihbar, alay ederek: “Ne zaman o hesap günü?” diye soran iftiracılar için şok edici bir şamardır. Çünkü insanların küçük kıyametleri olan ölümleri, büyük kıyametten haber verdiği gibi, her gece uykuyla ölenlerin sabahleyin uyanmaları da, onların ölümden sonra bir gün mutlaka mahşer sabahında da diriltileceklerini göstermektedir.

- Bu gibi hikmet parıltılarını ders veren Kur’an’ın semavi mesajlarını samimi olarak anlamaya çalışmak yerine “Allah neden kâfirlere kahrolsun, diyor” tarzında, lüzumsuz abesle iştigal etmek gerçekten akl-ı selim işi değildir.

17. Sapıklar (Vâkıa, 56/51, 92; Fâtiha, 1/7; Kasas, 28/50 v.s gibi birçok ayette geçmekte)

Kur’an’da genel olarak iki yol çiziliyor: Birincisi; Kur’an’ın çizdiği dosdoğru yol. İkincisi; şeytanın çizdiği eğri-büğrü yol. Birinci yolun yolcularına hidayete erenler, ikinci yolun yolcularına ise, dalalete düşenler denir. Diğer bir ifadeyle; dosdoğru olanlar, sapık olanlar.

Sapık sözcüğü, bir Kur’an terminolojisi olarak, Türkçe’deki “sapık” sözcüğünden farklıdır. Biri yergidir, biri sövgüdür. Aslında, fatihanın sonunda yer alan “dallîn” sözcüğü, “dalalete düşenler, hak yoldan sapanlar, yollarını şaşıranlar, doğru yolu kaybedenler” gibi sözcüklerle de ifade edilebilir. “Sapıklar” tabirini kullanma zorunluluğu da yoktur.

Şunu da unutmamak gerekir ki, “yalancılara yalancı, doğrulara doğru” demek doğruluğun, samimiyetin göstergesidir.

18. Beyinsizler ("Sefih"; fıkıh'ta, beyinsiz-beyinsizlik anlamına gelir) (Bakara, 2/13, 142)

Not: Bunun açıklaması, 3. maddede vardır.

19. Onlar sanki elbise giydirilmiş Kütükler (huşubun) gibidirler. (Munâfikûn, 63/4)

İki yüzlü münafıklar için bundan daha güzel bir benzetme yapılamaz. Daha fazla söze hacet yok, ilgili ayetleri okumak yeterlidir:

“Onları gördüğünde kalıpları kıyafetleri senin hoşuna gider, onları beğenirsin. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Gerçekte ise onlar, âdeta duvara dayatılan, ruhsuz kütüklere benzerler. İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni haberi kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah belalarını versin onların! Nasıl da hakikatten vazgeçiriliyorlar.”

20. Soysuzlar (Kalem, 68/13)

Soysuz, bağlandığı belli bir kökü olmayan demektir. Kur’an’ı eskilerin masalları olarak gören kimsenin bu konuda bağlandığı ilmî bir kökü, aklî bir dalı, vicdanî bir delili, ikna edici bir belgesi olduğunu iddia eden varsa, buyursun çıksın meydana! İşet ayetler:

“Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda ‘Bu eski insanların masalları!’ diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız.” (Kelem, 68/10-16).

21. Kahrolasılar (Abese, 80/17; Burûc, 85/4; Zâriyât, 51/10, 12)

Allah’ın rahmeti müminler için, kahrı da kâfirler içindir. Bu iş sadece sözde kalmaz, bizzat fiili olarak da gerçekleşir. Ayette bu gerçek vurgulanmıştır:

“Kahrolası kâfir insan, ne nankördür o!” (Abese, 80/17). Burada “Kahrolası kâfir insan " şeklindeki yergi ifadesiyle genel olarak insanlığın değil, Peygamber'le yaptıkları tartışmalarda yeniden dirilmeyi inkâr eden putperestlerin, bir rivayete göre özellikle Ebû Leheb'in oğlu Utbe'nin kastedildiği belirtilmektedir. Âyetlerde gerek söz konusu kişiye gerekse yeniden dirilmek konusunda tereddüdü olan herkese, insanın hiç yokken varlık alanına nasıl çıkarıldığı hatırlatılmakta, böylece insanlar düşünme ve inanmaya teşvik edilmektedir.

- Acaba, Allah’ın sözlü “kahr” ifadesine tahammül gösteremeyenler, bizzat fiilî olarak kahrının uygulamasına nasıl tahammül edebilirler! Beyler! İşin şakası yoktur; Allah’ın rahmetinin oluk oluk aktığı cennet, bütün güzelliğiyle biz insanları beklediği gibi, Allah’ın kahrının yıldırım gibi çapıp durduğu cehennem de yine biz insanları bekliyor. Şu var ki, Allah’ın hoşnutluğunu kazananlar cennete, nefretini kazananlar da cehenneme gireceklerdir.

22. Kahrolun, elleri kurusun (Tebbet, 111/1) Kur’an’da, Ebu Leheb’in Hz. Peygamber (a.s.m) için kullandığı ifadeler aynıyla kendisine iade edilmiştir. Üstelik bu beddua tutmuş ve Ebu Leheb imansız ölmek suretiyle Kur’an’ın bu gaybî ihbarını fiilen tasdik etmiştir.  

Bu surenin mana şümulünde Ebu Leheb'in zatında kıyamete kadar onun zihniyetinde ve islama zıt olan insanların durumu açıklanmıştır. Ebu leheb bunlardan birisidir. Dolaysıyla bu surede vurgu yapılan sadece fani ve ölümlü bir insanın hatalarını anlatmak değil bu vesileyle bu tür hatalara düşmemek için kulları uyarmaktır.

Hem Allah Kur'an'da kullarının anlayacağı üslupta konuşmaktadır ki buna "tenezzülat-ı ilahiye" denir. İnsanlar kendi aralarında beddua gibi kınama ifadelerini kullanmaktadırlar. Allah da Kullarının anlayacağı şekilde, hata yapan bir kulunun hatasına vurgu yapmak ve diğer kullarına bildirmek için hatanın derecesine göre şiddetli ifadeler kullanmaktadır. Bu şekilde kullarını o hatalara karşı uyarmaktadır. Hem, İslam'a karşı olan Peygamber (asm)'in amcası da olsa iltimas görmeyeceğine işaret vardır.

Bize düşen, fuzuli olarak lüzumsuz ukalalık edip, ileri geri konuşmak değil, Ebu Leheb gibilerin durumuna düşmemek için gece-gündüz Kur’an’ı yakından tanıyıp onun emir ve yasakları çerçevesinde hayatımızı tanzim etmektir. Eminiz ki, Kur’an’a karşı samimi yaklaşanlara Kur’an da kucak açar ve esrarını, hikmetlerini onun akıl ve kalp kabına boşaltmaktan uzak durmaz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun