Meleklerin "Ne işte idiniz?" sorusuna "Çaresizdik." diyenler kimlerdir?

Tarih: 14.05.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Nisa Suresi 97. ayette, meleklerin "Ne işte idiniz?" sorusuna "Biz yeryüzünde çaresizdik." diye cevap verenler kimlerdir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlgili ayetleri beraber okumak konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:

"Kendilerine yazık etmekte iken hayatlarını sona erdirdikleri kimselere melekler 'Ne işte idiniz?' dediler, 'O yerde zayıf görülenlerden idik.' cevabını verdiler. Melekler ise 'Allah'ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya?' dediler. İşte onların barınağı cehennemdir ve orası gidilecek ne kötü bir yerdir! Erkekler, kadınlar ve çocuklar içinden zayıf sayılanlar; çaresiz kalanlar ve hiçbir kurtuluş yolu bulamayanlar müstesnadır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, günahları bağışlayıcıdır." (Nisa, 97-99)

"Kendilerine yazık etmekte iken" ölen kimseler, Mekke'den Medine'ye göç etme imkânları bulunduğu halde bunu yapmayan, Mekke müşrikleri arasında yaşamaya devam eden, bu sebeple ya tekrar küfre dönen veya dinlerini tehlikeye atanlardır. İbn Abbas bu âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: Müslümanlardan bir grup insan, müşriklerle beraber bulunuyor, savaşlarda da Resûlullah'a karşı müşriklerin sayısını arttırmış oluyorlardı. Bu arada atılan oklardan ve sallanan kılıçlardan isabet alıp yaralanıyor veya ölüyorlardı. Bunun üzerine "kendilerine yazık ederken..." âyeti nazil oldu. (Buhârî, "Tefsîr", 4/19)

Müşriklerin arasında yaşamaya devam eden kimseler, ister bu beraberliğin veya baskının etkisiyle yeniden şirke dönsünler, ister dönmeyip her an bu tehlike içinde yaşasınlar kendilerine yazık (kötülük) etmektedirler, yapmaları gereken şey Müslümanların arasına gelip onlarla beraber yaşamaktır.

"Zayıf sayılanlar" diye çevrilen "müstad'afîn" kelimesi, hâkim topluluk tarafından güçsüz ve önemsiz sayılan, taleplerine kulak asılmayan, adamdan sayılmayan, hakkını almaktan aciz bulunan kimseleri ifade etmektedir. Medine'ye hicret ederek bu durumdan kurtulma imkânları var iken, Mekke'de zillet ve zaaf içinde yaşamayı tercih edenlerde olduğu gibi, müstad'af olmakta ve böyle kalmakta kişinin kendi etkisi ve kusuru bulunursa sorumluluğu söz konusudur. Bilgisiz, amelsiz, imansız kalmaya bu durum mazeret olamaz. (bk. Kur’an Yolu, DİB. Yayınları, : II, 95)

Zararlı olan geri kalanlardan önemli bir kısmın durumu, kendilerine zulmederlerken melekler dünyada canlarını alacak veya ahirette kendilerini yakalayıp mahşere süreceklerdir. Kuşkusuz melekler onlara siz ne durumda idiniz, dininizle ilgili ne iş yapıyordunuz? diye azarlayıp soracaklar. Onlar da, "Biz bu yeryüzünde, şu bulunduğumuz yerde zayıf sayılmış kimseler idik." diyecekler. Yani başkalarının ezici gücü ve mağlubiyet altında acizlik ve güçsüzlüğümüzden dolayı bir şey yapamıyorduk, zayıf sayılıyorduk diye özür beyan edecekler. Melekler de bunlara "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi? Mesela, Medine'ye Habeşistan'a göç edip kendilerini kurtaranlar gibi, yeryüzünde başka bir tarafa göç etseydiniz ya!" diyecekler ve mazeretlerini kabul etmeyeceklerdir. İşte böyle bulundukları yerde görevlerini yerine getirmelerine engel olan bir zulüm ve hakimiyet altından çıkmak ve az çok uygun bir tarafa gidebilmek gücünü olsun taşıdıkları ve dolayısıyla tam anlamıyla aciz ve zayıflardan olmadıkları halde, kendilerini tamamen aciz sayıp yerlerinden kımıldamayanlar, bu şekilde yapabilecekleri görevlerini terketmiş, küfür ve zulme yardımcı olmuş olacaklarından bunların varacakları yer cehennemdir. Ve bu gidiş ne fena bir gidiştir veya o cehennem ne fena yerdir.

Buna göre, hicret vacip iken kafirlerin suyunca gidip oturmak, doğrudan doğruya küfür değil ise de her halde bir günah ve nefse bir zulümdür. Tefsircilerin açıklamasına göre bu âyet, bir yerde dinini yaşama imkanı bulamayan bir adamın oradan göç etmesi gerektiğini göstermektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bir hadisinde sahih olarak şöyle gelmiştir:

"Her kim dini uğruna bir yerden kaçarsa, gittiği bir karış yer de olsa cennete girmeye hak kazanır. Babası İbrahim'in ve peygamberi Muhammed'in yoldaşı olur." (Kurtubi, el-Cami li Ahkami’l-Kuran, 4/347)

Rivayet olunduğuna göre, bu ayet inince Resulullah (s.a.v.) bunu Mekke Müslümanlarına göndermiş, Cündüb b. Damre (r.a.) de oğullarına: "Beni bir şeye yükleyiniz. Çünkü ben ne güçsüzlerden ne de yolu bilmeyenlerdenim. Allah'a yemin olsun, bu gece Mekke'de yatmam." demişti. Oğulları bunu bir sedyeye koyup Medine'ye gitmek üzere taşıdılar. Çok yaşlı bir zat idi, yolda vefat etti.

Demek oluyor ki, gerektiğinde hicret de bir tür cihaddır. Kâfirlerin zulmü altında ezilip kalmak ve hak dinin yayılmasına hizmet edememek, neticede çok kötü bir başkalaşıma neden olabileceğinden az çok gücü varken bundan kaçınmamak nefse bir zulümdür. (bk. Elmalılı, Tefsir, ilgili ayet)

Ancak hapiste veya bağlı kalmak, hasta veya sakat olmak, hicret için gerekli olan maddî ve manevî imkânlardan yoksun bulunmak vb. sebeplerle müşriklerin arasından çıkamayan, müstad'af olarak onlarla yaşamak durumunda kalan, bu yüzden dinî hayatını riske atmış bulunan kimseleri Allah bağışlayacağını bildirmektedir. Ayrıca bir çare bulamayacak, hicretin gerektirdiği sebeblere güç yetiremeyecek ve kendi kendine veya bir vasıta ile yolu doğrultup gidemeyecek olan gerçekten güçsüz ve çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar bundan hariçti. Çünkü o, hiçbir kimseyi gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmamaktadır. (bk. Bakara, 2/233, 286)

Bu ve benzeri ayetlerden, her dönemdeki Müslümanların alacağı dersler olabilir. Ayrıca, sadece bir yerden başka bir yere hicret olarak değil, inkardan imana, isyandan itaate, günahtan sevaba gibi bütün kötülüklerden uzaklaşmak ve hayırlara hicret etmek olarak değelendirmek gerekir. "Çaresizdik" bahanesi dünyada bir özür olarak öne sürülse bile, ahirette geçersizdir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. Bu nedenle gerçekten çaresiz olanlar ile bahane gösterenleri elbette bir tutmayacaktır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun