İbrahim suresi, 15. ayette peygamberlerin savaş istediği mi vurgulanmıştır?

Tarih: 15.05.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İbrahim Suresi, Ayet 15: (Peygamberler) fetih istediler (Allah da verdi). Her inatçı zorba da hüsrana uğradı.
- Bu ayette peygamberlerin savaş istediği mi vurgulanyor?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İbrahim Suresi, Ayet 15 ve16:

"Peygamberler yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı. Ardından cehennem vardır; orada kendisine irinli su içirilecektir.”

Peygamberler kendilerine bu yasasını hatırlatan Rablerinden fetih istediler, düşmanlarına karşı yardım istediler, açılım arzu ettiler, karar istediler. Bizim için bu vaadini gerçekleştir ya Rabbi dediler. Dininin dinlere galibiyetini, dâvânın, yolunun, sisteminin sistemlere zaferini göster bize ya Rabbi dediler. Velilerine sığındılar, işlerini O’na havale ettiler de her inatçı zorba ise Allah karşısında, Allah elçileri karşısında hüsrana mahkum oldu.

Evet, Allah ve elçilerine kafa tutan, tehditler savuran, komplolar hazırlayan her inatçı zalim kaybetti. Alçaklar Allah dinine geçit vermediler. Allah elçilerine hayat hakkı tanımadılar. Rabbim Allah diyenlerin yolunu kesmeye çalıştılar. Allah’ın kendileri hakkında hükmünü vermesini beklediler. Gelsin bakalım, ne gelecekse gelsin de görelim dediler. Hakkımızda ne hüküm verilecekse verilsin dediler. Devletlerine, saltanatlarına güvendiler de Allah’la, elçileriyle ve Müslümanlarla savaşa tutuştular.

Allah da bekleyip durdukları hükmünü veriverdi. Ağızlarının payını veriverdi de her inatçı zorba, zalim helâk oldu, yok oldu. Ama iş bununla da bitmedi. Böylelerinin önünde de dayanılmaz bir cehennem vardır. Orada onlara bu yaptıklarının karşılığı olarak irinli sudan içirilecektir. Yâni dünyadaki bu helâklerinin, bu yıkılışlarının arkasından cehennemde de onlar için dayanılmaz bir azap vardır. (bk. Besairu'l-Kur'an)

«İnkâra sapanlar, peygamberlerine: «And olsun ki ya sizi yurdumuzdan çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz» diyerek (tehditte bulundular). Bu sebeple Rabları onlara: «Şanıma and olsun ki, zâlimleri elbette yok edeceğiz» diye vahyetti.»

Her şeyin bir başlangıcı, bir de bitiş noktası vardır. Biz buna eşyanın ve olayların eceli de diyebiliriz. O bakımdan bitiş noktasına gelip dayanan bir olayın veya şeyin artık süresi dolmuş ve zevale yönelmiştir. İnsan ömründen tutun da canlı, cansız her varlığın mevcudiyeti bu iki nokta arasında seyreder.

Peygamberlerin teblîğ ettikleri ilâhî buyruklara, ortaya koydukları âyet ve belgelere ilgi duymayıp daha büyük mucizeler isteyen inkarcı zâlimler, semavî ilmin yüksek irfanı karşısında küçülünce, işi alaya alıp kaba kuvvete başvurma ihtiyacı duymuşlar, o yüzden azgınlık ve haksızlıkta gemi azıya alıp son noktasına gelip dayanmışlar. O kadar ki, peygamberleri öz yurtlarından çıkarmaya azmetmişler, değilse bâtıla dönmelerini önermişler.

Böylece Allah'ın elçilerini bu ikisinden birini seçmekte serbest bırakmış, üçüncü bir seçenek tanımamışlardır. İş bu çizgiye gelince, ilâhî sünnetin tecelli sebeplerini çok iyi bilen peygamberler Allah'tan fetih ve yardım dilemişlerdir. Vakti ve saati gelince ilâhî hüküm inmiş ve inatçı her zorba baş aşağı gelip yok edilmiş veya hüsrana uğratılmıştır.

İlgili âyetle aynı zamanda Mekkeli zalim zorbalar ve yaşamakta olan din düşmanları uyarılıyor. Mü'minlere de zaferin yakın olduğu müjdesi veriliyor.

İlâhî İnayetin Tecellisi:

«Peygamberler fetih ve yardım dilediler; inatçı her zorba ise ziyana uğrayıp mahvoldu.»

Gelip geçen peygamberlerle ümmetleri arasındaki hassas çizgiye dikkatler çekilmekte ve o çizginin ilâhî adaleti bütün haşmetiyle yansıttığı açıklanmaktadır. Mekke'de inatçı zorbaların yıllar yılı hakka karşı olumsuz tutumları da sözü edilen hassas çizgiye gelip dayanmış ve o yüzden onların mahvedilecekleri günler yaklaşmıştı.

Hz. Muhammed (asm) ile arkadaşlarının ilâhî fetih ve inayete mazhar kılınacakları müjdeleniyor; biraz daha sabrettikleri takdirde kâfirlerin haksızlık ve azgınlıklarının pek yakında son bulacağı; ilâhî adaletin kahredici tecellisi karşısında hüsrana uğrayacakları bildiriliyordu. Nitekim öyle oldu. Mekke'den Medine'ye hicret, kâfirlerin zulümlerinin son kertesine geldiğinin ilk habercisi idi. Derken çok geçmeden Bedir savaşı patlak verdi ve böylece zâlim zorbaların elebaşılarından önemli bir kısmı yok edildi. Cenâb-ı Hak, peygamberine ve mü'minlere fetihte bulundu. Şüphesiz ki, Allah'ın buna benzer fetihleri ve inayetleri kıyamete kadar devam edecek, mü'minler Hz. Peygamber'in (asm) izinde yürüyüp Allah'a güvendikleri takdirde o fetih ve inayetler tecelli edecektir.

Demek oluyor ki, zâlim kâfirler mü'minleri tehdît ettikleri ve edecekleri zaman, Cenâb-ı Hak da adaleti gereği onları azap ile tehdit edip vakti gelince de hiç bir engel tanımadan kâfirleri onunla çepeçevre kuşatacaktır.

«Şanıma and olsun ki, zâlimleri elbette yok edeceğiz!» sözü bir dönemle kayıtlı olmayıp, bütün dönemler ve çağlarla ilgilidir. Arap Yarımadası bu ilâhî tehdidin tecellisiyle fethedilmiş, Bizans ve İran bununla başaşağı getirilerek saltanatlarına son verilmiştir.

«Onların ardından sizi o yurda mutlaka yerleştireceğiz!» âyeti ise, büyük bir ümit va'detmektedir. Şüphesiz bu âyette yakın gelecekte Mekke'nin mü'minler tarafından fethedileceği ve oradan hicret edenlerden arzu edenlerin gelip yerleşebileceği müjdelenmiştir. Aynı zamanda Ashab-ı Kiramın o günlerdeki durumunda olan mü'minler için de büyük bir ümit ve beşaret sayılır.

Mutlu Sonuç Neyin Mükâfatı İdi?

Cenâb-ı Hakk'ın azabı da, mükâfatı da belli kanunlara, değişmeyen plân ve programlara bağlanmıştır. Kendilerini azap sınırına itenler başaşağı gelirler; mükâfat sınırına ulaşanlar da hem dünyada, hem de âhirette ilâhî lütfa mazhar olurlar. Ancak bu mutlu sonuç neyin mükâfatıdır? Âyetin açık delâletinden bunun iki madde halinde belirlendiğini anlıyoruz:

1.  Allah'a imân edip kıyamet gününde O'nun huzurunda toplanacağını düşünerek korkan; Allah'ın her varlık üzerinde denetici ve gözetici olduğunu hatırlayarak hayatını ona göre düzene sokan ve her işte Allah'ın kudretini hesaba katarak meşru sınırdan ayrılmayan mü'min, sözü edilen mükâfata uzanan yola girmiş sayılır.

2.  Allah'ın dinine hizmeti en kutsal görev sayıp günün şartlarına ve mevcut ortama göre tebliğ ve irşatta bulunurken bunun karşılığını yalnız Allah'dan bekler. Böylece her hâlükârda Allah'a güvenip dayanan kimse, ikinci kademede mükâfata açılan kapıdan içeri girmiş kabul edilir. O dönüş yapmadığı takdirde Cenâb-ı Hak hükmünü değiştirmez, va'dini mutlaka gerçekleştirir. (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 6/3135-3137.)

 

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun