“Kıyamet gününde herkes kendi zatının, yani Allah dostlarının arkasında olacak, onlar da bize şefaat edecek.” şeklinde bir rivayet var mıdır?

Tarih: 15.06.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

“Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.” (İsra, 17/71)

mealindeki ayet bunu açıkça bildirmektedir.

“Önder" diye çevirdiğimiz imam kelimesi "amel defteri, her ümmete indirilmiş olan kutsal kitap, her ümmetin kendi peygamberi, mezhep imamları, her asrın önderi, her topluluğun öncelikle ağırlık verdikleri ve meşhur oldukları iyi veya kötü işleri" gibi çeşitli şekillerde açıklanmıştır. Taberî, Araplardaki anlamını dikkate alarak imam kelimesini, "Her topluluğun, görüş ve inanç sahiplerinin dünyada kendilerine önder ve rehber kabul ettikleri kişiler." olduğu görüşünü tercih eder. (bk. Taberî, XV, 127)

Bu ayetten “cemaatlerin de bağlı bulundukları şeyh ve hocalarıyla, kılavuz ve önderleriyle birlikte mahşerde bulunacaklarını" anlamak mümkündür.

Mahşerde insanlar, küçükten büyüğe doğru değişik gruplar halinde kendi liderlerinin yanında bulunurlar. Bu küçük cemaatler ise, kendi liderleriyle birlikte birer parçası oldukları en büyük liderin başında bulunduğu en büyük cemaatin içinde bulunurlar. Mesela, denilebilir ki, Dört Mezhep mensupları önce kendi imamlarıyla, onların önderliğinde bulunurlar, sonra da önderlerin önderi Hz. Muhammed (a.s.m)’in bayrağı altında toplanan İslam ümmetinin büyük cemaatinde yer alırlar.

Başta peygamberler olmak üzere, alimlerin, şehitlerin, velilerin, salih kimselerin şefaatleri söz konusudur. Tabii ki, en büyük şefaat Hz. Muhammed (a.s.m)’e ait olacaktır.

Şefaat edenlerin önce kendi yakınlarına, kendi dostlarına sahip çıkmaları normaldir.

Fakat şunu da unutmayalım ki, Allah’ın izni olmadan peygamberler dahi kimseye şefaat edemezler. Allah’ın izni ise, onun rızasına bağlıdır. Rızası ise, emirlerine riayet etmekle gerçekleşir.

Şüphesiz, Peygamberimizin (a.s.m) şefaati büyük günah işlemiş olanlar için de hatta özellikle onlar için söz konusudur. Ancak, kabre imanla girmeyen kimseye hiçbir şefaat olmaz.

Bu sebeple, kendi fenerimizi kendi elimizle yakıp yolumuzu görmeye çalışalım, yoksa hayal kırıklığına uğrayabiliriz.

Şunu unutmamak gerekir ki, İlâhî hikmet, bu imtihan dünyasında insanoğluna nimetler vermesine paralel olarak sorumluluklar da yüklemiştir. İnsan değerli bir varlık olarak yaratılmış, karalara ve denizlere hâkim kılınmış, güzel nimetlerle rızıklandırılmış, kendisine birçok varlığı hizmetinde kullanma imkânı verilmiştir. Şu halde onun bu konumunun gerektirdiği sorumlulukları da olmalıdır; ilk sorumluluğu da kendisini seçkin kılan, ihsanlarda bulunan Allah'ı tanımak, O'na iman etmek, inancına uygun amelî davranışlarda bulunmak ve ahlâkî bir hayat sürdürmektir. İsra suresinin 71 ve 72. âyetlerde bu sorumluluğu yerine getirenlerin ve getirmeyenlerin âhiretteki durumlarına ilişkin kısa ve özlü bir açıklama yapılmakta, dolayısıyla bir uyarıda bulunulmaktadır.

"Amel defteri" diye çevirdiğimiz kelimenin âyetteki karşılığı "kitâb"dır. 71. âyette amel defteri sağ taraftan verilecek olanların onları okuyacakları bildirilirken, solundan verilenlerden söz edilmemiştir, Bu konuda Râzî şöyle der: "Amel defteri solundan verilenler, onun içerdiği büyük kötülükleri, çirkinlikleri, utanç verici günahları görünce kalplerini korku ve dehşet sarar; o kadar ki dillerinde amel defterlerini okuyacak mecal kalmaz." (bk. Râzî, XXI, 18). Onların durumunu 72. âyet haber veriyor: "Bu dünyada kör olanlar âhirette de kördür."

“Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.” mealindeki bir önceki ayetle beraber, bu ayetler bize şunu hatırlatmak istiyor:

 "Canlı ve cansız bütün kâinatı, güneşten, aydan, yıldızlardan, atmosfer küresinden, topraktan, sudan madenlerden, kuşlardan, balıklardan, koyunlardan, ineklerden, meyvelere, zerrelere kadar bütün kâinatı insana hizmet ettiren, ne insanın kendisi, ne başka insanlar, ne cinler, ne başka varlıklar ve ne de kör tesadüflerdir. Belli ki rahmeti nihayetsiz Yaratıcının rahmeti ve iradesi bunu dilemiştir. Şu halde insanı bu derece yücelten O iken, nasıl olur da insan O'na değil de, başka âcizlere kulluk eder, nihayetsiz aptallık edip kendi değerini düşürür."

Burada belirtilen üstün lütufların asıl sahibini göremeyen, varlık ve olayların arkasındaki yaratıcı güçten habersiz olarak yaşayan basiret yoksunu inkarcıların âhiretteki durumunun daha kötü olacağı bildiriliyor. Hasan-ı Basrî'den bu âyetle ilgili şöyle bir açıklama nakledilmektedir:

 “Bu dünyada yoldan çıkıp inkâra sapmış olanlar âhirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır. Çünkü böyleleri dünyada iken tövbe etselerdi tövbeleri kabul edilecekti, fakat âhirette artık kabul edilmeyecektir; dünyada kendilerine çeşitli felâketlerden korunma imkânları verilmişti, âhirette asla böyle imkânlara sahip olamayacaklardır.” (Râzî, XXI, 19)

“Dünya âhiretin tarlasıdır.” Bu dünyada hakikati görüp tanıyan ve bu sayede doğru imana ulaşan, iyi ve güzel işlerle ruhlarını zenginleştirenler, âhirette bunun karşılığını eksiksiz bulacaklardır; onların amel defterleri sağ yanlarından verilecek ve asla haksızlığa uğramayacaklardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun